Devlet bütçesi, hükümetin teklif ettiği, yasama organının onayladığı tahmini kamu gelir ve giderlerinin hükûmet tarafından yürütülüp uygulanmasına yetki veren hukuki belge olarak tanımlanır. Başka bir deyişle, hükümet politika ve hedeflerinin uygulanmasına tutulan bir ayna niteliği taşır. Çünkü toplanacak kamu kaynaklarının nereye, neden ve nasıl harcanacağını gösterir.
Devlet bütçesi bir anlamda milletin bütçesidir. Kamu kaynaklarının önemli bir bölümü milletten alınan vergilerden oluştuğu gibi, devletin yapacağı hizmetlerin büyük bölümü de yurttaşlar içindir. Bir önceki yazımda da altını çizdiğim gibi, mevcut Anayasamızın 73.maddesi uyarınca “vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacı” olmak durumundadır. Ayrıca devlet memurlarının ve tüm emeklilerin maaşları devlet bütçesinden karşılanır. O bakımdan devlet bütçesi yurttaşları yakından ilgilendirir ve yakından denetlenmesini gerektirir. Devlet bütçesinin aslında milletin bütçesi olduğuna ilişkin önemli bir gerekçe de gerek bütçe yetkisini kullanan hükümetin gerek bu yetkiyi tanıyan TBMM’nin millet iradesiyle belirlenmiş olmasıdır.
Yurttaşların seçtikleri milletvekilleri aracılığıyla devlet bütçesini denetlemelerinin ve istedikleri düzeltmeleri yapmalarının en güzel örneği Fransa’da görülüyor. “Fransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları” başlıklı yazımda belirttiğim gibi, Macron’un Sosyal Güvenlik sistemindeki açığı kapatmak için öngördüğü emeklilik hakkını 62 yaştan kademeli olarak 64 yaşa çıkaran emeklilik “reformu” Bayrou hükümetinin istifasına, ardından Başbakan atadığı Lecornu ’nün kurduğu azınlık hükümetinin de çekilmesine yol açmıştı. Yeniden Başbakan olarak atanan Lecornu’nün görevi kabul etmesinin ardında istişareler sonunda belirlenen emeklilik reformunun 2027 seçimlerine kadar askıya alınması formülü vardı. 2026 devlet bütçesi bu koşulla PS’in (Sosyalist Parti) desteğini alacaktı. Öyle de oldu. Geçen Salı (9 Aralık) devlet bütçesinin bir parçası olan Sosyal Güvenlik yasa tasarısı Milli Meclis’te 234 aleyhte, 93 çekimser oya karşılık 247 oyla kabul edildi. Fransa “bicameral” (iki Meclisli) bir Cumhuriyet olduğu için yasa tasarısı 16 Aralık’ta Senato’da görüşüldükten sonra yeniden Meclis önüne gelecek. İkinci oylamadan da benzer bir sonuç çıkarsa hem SG bütçe tasarısı onaylanmış hem de 2026 devlet bütçesinin onaylanmasının ve Lecornu hükümetinin istifasının ve bir kez daha erken seçime gidilmesinin önüne geçilmiş olacak.
Türkiye’deki 2026 Bütçesi görüşmeleri
Türkiye’de Fransa’dakine benzer bir Yarı-başkanlık sistemi de Meclis aritmetiği de yok. Aslında her ne kadar Maastricht ölçütlerine hala uzak da olsa Fransa’dakine benzer bir ekonomiye ve özellikle sosyal devlet anlayışına sahip olduğumuzu söylemek mümkün değil. Nitekim hafta başı TBMM Genel Kurul’unda başlayan bütçe görüşmelerinde 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’ni sunan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz’ın konuşmasını dinleyen herkes hükümetin gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu anlamakta güçlük çekmedi.. 2026 Bütçesi’ni “ tam anlamıyla bir istikrar ve refah bütçesi” olarak niteleyen Yılmaz, Türkiye’nin üst-orta gelir grubundan yüksek gelir sınıfına geçiş eşiğine geldiğini, 2025’in üçüncü çeyrek verilerine göre kişi başına milli gelirin 17 bin dolar seviyesine yükseldiğini iddia etti. Türk lirasının aşırı değerli olduğu, AB’nin gelişmiş ülkelerindeki ürün ve hizmet fiyatlarından anlaşıldığına göre, bir kere bu rakam ekonomik gerçeklere uygun değil. İkincisi ve çok daha önemlisi bu rakam milyonlarca memur, işçi ve emeklinin gelirini temsil etmiyor. Gelir adaletinin olmadığı bu ülkede en düşük emekli maaşı alan yaklaşık 4 milyon kişinin yıllık geliri sadece 4824 dolar. Maaşları özel sektörce karşılanan 9 milyon asgari ücretliyse yılda sadece 6315 dolar kazanıyor. Memur emeklisine yasaya aykırı olarak verilmeyen 14 bin TL civarındaki seyyanen, maaşı ne kadar olursa olsun, hepsinden alınan adeta üstü kapalı bir vergi niteliğinde. Üstelik bu rakamlar çalışmayan ve geliri olmayan eşleri de kapsamıyor.
Devlet Planlama Teşkilatı kökenli olan Cevdet Yılmaz’ın bunları bilmemesi mümkün değil ama bir siyasetçi olarak doğruya doğru yanlışa yanlış diyememesini ve abartılı tablolar çizmesini yadırgamadığımı söyleyemem. Leonardo da Vinci ödül töreninde söylediği şu abartılı sözler oldukça şaşırtıcı: “ Dünya Bankası sınıflandırmasına göre, 2025 itibarıyla tarihimizde ilk kez yüksek gelirli ülkeler sınıfına girmeyi öngörüyoruz. Son 23 yılda, hükümetlerimiz döneminde Türkiye, alt orta gelirden üst orta gelire yükseldi ve burada kalıcı hale geldi. Şimdi yeni bir eşikteyiz. 2026 yılı bizim için çok kritik. Bu yıl, ilk defa yüksek gelirli ülkeler ligine en alt basamaktan da olsa adım atmış olacağız. “Sayın Yılmaz, İtalyan Ticaret ve Sanayi Odası’nın düzenlediği törende abartı dozunu iyice yükseltiyor. “Satın alma gücü paritesine göre ise şu anda 12'nci büyük ekonomiyiz, 11'inci büyük ekonomi olacağız. Dost bir ülke olan İtalya'yı, bu tahminler gerçekleşirse ilk defa hacim olarak geride bırakıp Avrupa'nın 4'üncü büyük ekonomisi konumuna yükseleceğiz” bile diyebiliyor. Keşke ama açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan milyonlarca yurttaşı varken mi?
Kanun önünde eşitliğe aykırı bir uygulama daha
Sayın Yılmaz’ın 2026 Bütçe Teklifi kapsamında açıkladığı bir sosyal yardım uygulaması da gündemde. “Kanun önünde eşitlik” başlıklı yazımda sözünü ettiğim “Eşit korunma hakkı” kapsamındaki “evrensel temel gelirin” bir versiyonu olan “Gelir Tamamlayıcı Aile Destek Sistemi” pilot illerde hayata geçirilecek. Müjde olarak sunulan bu sistem, bir hanenin aldığı toplam gelir asgari ücret seviyesinin altındaysa aradaki farkın devlet tarafından karşılanması esasına dayanıyor. İyi güzel de iki asgari ücret giren hanelerin veya iki emekli maaşıyla asgari ücret üzerinde geliri olan ailelerin günahı ne? Kanun önünde eşitlik ilkesi öncelikle asgari ücretin altındaki maaşları asgari ücret seviyesine getirmek değil midir? Maaşları eşit oranda arttırmak değil midir? Uygulama neden pilot illerde başlıyor ve neyin denemesi yapılıyor?
Bu soruları arttırmak mümkün ama galiba yanıtı tek: 2026 yılı boyunca devletin bütçe önceliklerini değiştirmemek. Başka bir deyişle, en azından bütçede faiz ödemelerinin 2,7 trilyon lirayı aşmasının gösterdiği gibi giderek büyüyen varlıklı kesimin değil, halkın tüketimini kısma yanlışı üzerine oturan şahsen enflasyonla mücadele bakımından yanlış bulduğum OVP’ye (Orta Vadeli Program) dokunmadan, yani en az masrafla yoksul kesimin memnuniyet düzeyini test etmek. Nasıl diye sorarsanız, anketlerde AK Parti oylarının artıp artmamasıyla herhalde. Aklıma başka bir şey gelmiyor çünkü.
Ertesi yıl, yani 2027 Bütçesi’nde kamu musluklarının açılacağına dair söylentiler var. Bu söylentiler seçim yaklaştığı için OVP’nin yoksullaştırdığı milyonlarca seçmene seçimleri kazanmak için jest yapılacağı algısına dayanıyor. Sayın Cevdet Yılmaz, OVP bugüne kadar hiçbir enflasyon hedefini tutturamadığı halde, bu konuda iddialı konuşuyor. 2026 yılında yüzde 20’lerin altını, gelecek yıllar için tek haneyi işaret ediyor. Ekonomist yazar Şeref Oğuz’un deyimiyle “kamuflasyon” yani vergi ve harçların yeniden değerlenmesi devam ettiği sürece enflasyon hedeflerinin tutturulması pek kolay değil. O bakımdan da Sayın Yılmaz’ın açıklamalarını abartılı buluyorum. Ama TÜİK’in enflasyon sepetinde değişikliğe gideceği, kiraların sepetteki ağırlığının azaltılacağı gibi haberler bu defa hedefin tutturulabileceği izlenimi veriyor. Ama ne pahasına?
Kabul etmek gerekir ki 2026 yılı, düşük maaş artışlarıyla sabit gelirli kesimin daha da yoksullaşmasını beraberinde getirebilir. Çünkü ekonomi yönetimi enflasyonun düşmesi suretiyle refahın artacağı görüşünü yineliyor. Oysa refah artışı için sadece enflasyonun düşmesinin değil, ayrıca gelirlerin enflasyon oranlarının çok üstünde artması gerekiyor. 2027 Bütçesi’nde muslukların açılacağı doğru bir tespitse, sabit gelirlilerin kayıplarının giderilmesini sağlamayacağı kesin. Özellikle negatif ayrımcılığa uğramış olan emekli kesiminin tatmin edilebilmesi pek mümkün değil. Özellikle yıllar önceki durumlarına göre tutum alacaklarını yabana atmamak gerekir. Hem insanların gururu var. Seçime kadar yoksullaştırılıp seçim öncesi gelir musluklarının açılmasının ne anlama geldiğini, 42 ay açlık veya yoksulluk çekip son bir yıl refaha kavuşmalarını (kavuşurlarsa) olumlu karşılamalarını ve bundan sonra aynı duruma düşmeyeceklerine inanmalarını beklemek aşırı iyimserlik olur.
O bakımdan 2026 Bütçesi’ni, daha önceki iki yılınkiler gibi, “Harakiri Bütçesi” olarak tanımladım. Çünkü OVP’nin yoksullaştırdığı kitle bu toplumun çoğunluğu oluşturuyor. Yaşanan dört yıl son yılı da etkileyecektir kaçınılmaz olarak. Bunun aksini düşünmek hayal kurmak gibi geliyor bana.
























Yorum Yazın