Bu noktada kritik olan CHP üst yönetiminin komisyona üye vererek Atatürk milliyetçileriyle Kürt hareketi arasında ikincisinden yana tavır alması. CHP’yi dışarıdan zorlayacak milliyetçi partilerin -Zafer Partisi ve İyi Parti gibi- göreli zayıflığı ile parti içinde Atatürkçü bir karşı çıkışı örgütleyecek liderliğin yokluğu Özel’in aldığı kararın politik riskini azaltıyor.
Kürt sorununun silahsızlandırılması ve kimlik taleplerine yönelik çerçevenin TBMM tarafından bu iş için özel olarak kurulmuş bir komisyon aracılığıyla karara bağlanması CHP’nin kadim önerilerinden biridir. Hatta siyasallaşmış Kürt çevreleri 1990’ların başından beri Kürt sorunu üzerine ayrıca kafa yormayan ve siyasal ufku komisyonla sınırlayan bu tavrı fazlasıyla yavan bulmuşlardır. Ancak ikinci çözüm süreci konjonktüründe mesele geldi dolaştı yine komisyonla sonuçlandı. Bu bağlamda, bir yanıyla CHP’nin komisyona katılması kendi savunduğu bir öneriye pratikte katkı vermesi anlamına gelir. Ancak iktidar ile ana muhalefet ve ana muhalefetle Kürt hareketi arasındaki ilişkiler bakımından süreç çok fazla alt gündemi içinde barındırmaktadır.
Özgür Özel liderliği uzun bir süre komisyona üye verme meselesini askıda tuttu ve Numan Kurtulmuş üzerinden siyasi iktidarı adım atmaya zorladı. Ana muhalefet partisinin beklentisi ya komisyonda tüm partilerin eşit temsili ya da nitelikli çoğunlukla karar vermesiydi. Bu biçimsel şartların öncelikli amacı iktidar bloğunun sayısal çoğunluğuna dayanarak istediği kararı alamamasıydı. Sonunda Meclis Başkanlığı 3/5 nitelikli çoğunluk esasını kabul etti. Kısa erimde Özel’in istediğini aldığını söyleyebiliriz. Ancak Cumhur İttifakı bileşenleri ve DEM’in toplamı nitelikli çoğunluğu sağlıyor. CHP’nin daha yüksek bir nitelikli çoğunluk oranı, mesele 2/3 yerine, iktidarın kolaylıkla ulaşabileceği bir sayıyı kabul etmesi manidar ve daha sonraki gelişmeler bakımından ise risklidir. Tabii sayı meselesi bir detay. Burada asıl belirleyici olan CHP’nin İyi Parti gibi davranmayıp iktidar ile DEM’in yürüttükleri bu sürece katkı sunması. Bahsi geçen katkının milliyetçilik, anayasa ve İmamoğlu soruşturması gibi tartışma alanlarında ciddi sonuçları olacak.
Öncelikle Atatürk milliyetçisi kesimin bu karardan memnun olmadığı açık. Kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan geniş kitleler yeni çözüm sürecine bir hayli mesafeli bir şekilde yaklaşmakta. Onlara göre PKK’nın silah bıraktığı filan yok. Zaten örgütün silahlı terör gücü önemli ölçüde Suriye’ye kaydırılmış durumda. Kalan terör varlığı ise af ve Kürt kimliğinin tanınacağı bir anayasa karşılığında bu süreci yürütüyor. Gidilen yolun sonu ise şimdiden belli: Erdoğan’ı tekrar seçtirecek siyasal koşullar sağlanacak. Anayasadan Türk kelimesinin çıkması bile mümkün hale gelebilir. Atatürkçüler CHP’nin komisyona üye vermesini büyük bir yanlış olarak değerlendirmekte. Bu yorumlama tarzında, özellikle siyasi iktidarın bu işten güçlenerek çıkacağı öngörüsü bakımından bir haklılık payı olsa da, her kimlik talebinin, her hak tartışmasının Atatürkçüler tarafından bölücülük olarak görülmesin negatif siyasete yol açtığı da açıktır.
Bu bağlamda Atatürk milliyetçilerinin Kürt sorunu hakkında söyleyecekleri yeni bir şey, farklı bir çözüm önerisi yok. Her şeye baştan karşı çıkmak ise siyaseti çözümsüzlüğe itiyor. Bu noktada kritik olan CHP üst yönetiminin komisyona üye vererek Atatürk milliyetçileriyle Kürt hareketi arasında ikincisinden yana tavır alması. CHP’yi dışarıdan zorlayacak milliyetçi partilerin -Zafer Partisi ve İyi Parti gibi- göreli zayıflığı ile parti içinde Atatürkçü bir karşı çıkışı örgütleyecek liderliğin yokluğu Özel’in aldığı kararın politik riskini azaltıyor. Ama her halükarda CHP üst yönetimi tabanının sesini dinlemek yerine Ankara’daki diğer elit gruplarla görüşme ve pazarlık yolunu tercih ettiği söylenebilir. Bu tercihin bir süre sonra temsil krizine yol açacağı kesin gibi.
Komisyona üye verme tartışmasının bir diğer boyutu İmamoğlu başta olmak üzere tutuklu belediye başkanlarının bu yolla tahliye edilme ihtimalinde somutlaşmakta. CHP yönetiminin siyasi iktidarla kapalı kapılar ardında gerçekten de pazarlık yapıp yapmadığını bilmiyoruz elbette. Ama İmamoğlu’nun Bahçeli’ye yönelik olumlayıcı sözleri ve DEM liderliğinin “CHP komisyonda olursa İmamoğlu sorunu daha kolay çözülür” şeklinde özetleyebileceğimiz bakış açısı CHP’nin üye verdiği komisyonun sadece Kürt sorununu konuşacak bir komisyon olmadığı, ilgili yapı aracılığıyla Türk siyasetindeki bazı meselelerin de masaya yatırılacağını düşündürüyor. Bu bağlamda belediye başkanlarının tutuklu yargılanması ile kayyımın ana muhalefetin dile getireceği öncelikli konular arasında olacağını öngörebiliriz.
Sonuç olarak yeni çözüm sürecinin arkasındaki siyasi destek az çok açıklığa kavuşmuş durumda. AKP, MHP ve DEM sürecin ana aktörleri. CHP yapılan ve yapılmakta olan şeyleri belli rezervlerle onaylıyor, dolayısıyla sürece karşı değil. Türk milliyetçisi sağ partiler ise yeni çözüm sürecini bir ihanet projesi olarak görmekte. Ama onların güçleri Kürt barışı aleyhine güçlü bir toplumsal dalga yaratmak için yeterli değil.

Yorum Yazın