Bugün,1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabul edildiği gün. Ve o tarihten bu yana her 10 Aralık'ta İnsan Hakları Günü’nü kutluyoruz.
Aşağıdaki satırları sahip olduğum “İnsan Hakları Hukukuz Uzmanı” titri ile değil, 9 yılı aşan bir dava sonucunda beraat eden bir gazeteci olarak yazıyorum.
Her şey 30 Ağustos 2016 sabahı saat 05.50-06.00’de evin kapısının ısrarlı çalması ile başladı.
Gelen sütçü değildi.
Peş peşe eve giren polisler evde küçük iki çocuğun varlığına aldırmadan evi büyük bir aramadan geçirdiler. Ne, ne aradıklarını ne de neden evde olduklarını söylediler. Evi baştan sonra taradılar. Ne aradıklarını ben bilmiyorum ama onlar biliyordu. Bana söylemediler. En uzun zamanı çalışma odasında o tarihlerde, 3 bin 200 civarında (şimdi 4 bin 100) kitabı tek tek incelerken harcadılar.
O süre içinde beni telefondan uzak tuttular, neden sonra “terör örgütüne yardım” suçlamasıyla gözaltına alınacağım bilgisini verdiler. O dönem CHP Beyoğlu İlçe Başkanı olan komşumuz İnan Güney, eve geldi tüm bu sürede olanlara şahitlik etti ve saat 07.20-7.30 gibi iki polisin kolları arasında evden çıktığımda kızgınlığını fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşarak gösterdi İnan Başkan.

4 gün süren ama bana yıllar kadar uzun gözaltı sonrası 2 Eylül 2016 sabahı Çağlayan Adliye’sine sevk. Önce savcılık sorgusu sonra tutuklama istemiyle mahkemeye sevk ve sabah karşı 04.00 tutuklama kararı. Sevdiklerimize 5 dakikalık veda ve önce Şişli Etfal Hastanesi sağlık kontrolü ve güneşin doğumu eşliğinde İstanbul’un bilmediğimiz yeşillikler arasında Silivri’de 07.03’de son bulan yolculuk.
Polisler bizi Silivri 9 No’lu Cezaevine teslim ettiklerinde tarih 3 Eylül 2016 Cumartesi ve 07.30 idi.
Haftasonunu geçirdiğim Karantina koğuşunda, bilmediğimiz dünyaya alışmak kadar “neden buradayım” sorusuna polis, savcılık ve mahkeme safahatinde bana sorulan soruları ve verdiğim rutin cevapları düşündüm.
Mesleğin; gazeteciyim.
Şu yazıyı sen mi yazdın; evet.
Bu başlığı neden attın; yazının içeriğini iyi anlattığını düşündüğüm için.
Yazıdaki ara başlık ne anlama geliyor; yazının o bölümünün özeti.
Abant Toplantılarına katıldım mı; evet gazeteci olarak katıldım, haber yaptım ve haberlerde yayınlandı. Benim gazeteci olarak katıldığım toplantılara iktidarın bakanları, milletvekilleri konuşmacı, müzakereci olarak katıldı. Hatta bazı milletvekili ve bürokratlar ud, saz çalıp şarkı söylediler. Onlardan birinin bugünün MİT Müsteşarı İbrahim Kalın olduğunu hatırlatmak isterim. Ki bunlar suç değildi.
Bank Asya’da şu dönem hesap açtın mı; hayır.
Şu dönemde abonelik iptal ettin mi; hayır.
Bütün bunları zihnimde defalarca geçirdim haftasonunda. Açık bir tuhaflık denizine atılmış ve orada yüzme öğrenmeye zorlanmıştım.
İlk ziyaretçim CHP Milletvekili Veli Ağbaba olmuştu.
SUÇLAMADA TERFİ EDİYORUM
Nihayet karantinadan kurtulmuş B Blok 1 Koridor 10 No’lu koğuşa transfer edilmiştik.
İkinci ziyaretçim şimdi CHP genel Başkan Yardımcısı olan Sezgin Tanrıkulu.
Ağbaba da, Tanrıkulu da anlattıklarımı şaşkınlıkla dinleyip teselli ettiler. Tabi ben ağlamalarımı yazmıyorum.
O koğuştan çıkıp, duruşmaya çıkmam tam 210. Günde oldu.
Tutukluluğumun 138. Gününde hazırlanan iddianame beni, terör örgütüne yardımdan örgüt üyeliğine terfi ettirmişti. Hem de aynı delillerle yani gazetecilik faaliyeti olan yazılar ve konuşmalarla.
5 gün boyunca her sabah 7.15’de çıktığım koğuşa gece 22.30-23.00 gibi dönüyorduk. Tahliye olma heyecanı ile o ring arabasının tel örgülü camında ayakta sabah ve akşam İstanbul’u izlerdim.
5 gün 31 Mart 2016’de savcılık; “yattığım süre” ve “suç vasfımın değişebileceği” gerekçesi ile tahliyemi istedi. Mahkeme buna uydu ve tahliyeme karar verdi, saat 16.20-25’de çıktı bu karar.
Silivri’ye tahliye umudu ile dönüp eşyalarımızı, kitap ve notlarımızı siyah çöp torbaya koyduk, tahliyeyi beklerken; hakkımda yeni haberleri okuyorum TV’de alt yazılarında.
Ve gece 23.30 tahliye için demir kapı açıldı. Gerçekten tahliye oldum. Kimliğimi, emanetteki paramı bile verdiler. 23.50 gibi beyaz bir minibüse bindirilip çıkarıldım elimde siyah çöp torbası Silivri’den. Çıkış kapsında ailemize, sevdiklerimize değil polise teslim ettiler beni.
Bir bilinmezin içinde yaşıyordum son 2-3 saati, yaşamak denirse.
Önce Haseki Hastanesi, sonra Vatan Emniyet bu kez gerçekten geçmeyen 14 gün.

BİR TERFİ DAHA...
Ne olmuştu 16.20’de hakkımda verilen tahliye sonrası. Sosyal medya mahkemesi devreye girmiş ve geride kalan 7 ayda bulunamayan deliller bulunmuş ve bu kez hakkımda 00.50-00.51’de “Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme” ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme” (TCK 309. ve 312. Madde) suçlamalarıyla yeni bir soruşturma açılmıştı.
Savcılık iddianamede ile beni örgüte yardım etmekten örgüt üyeliğine terfi ettirmediği yetmezmiş gibi bu kez gece yarısı açılan soruşturma ile bu kez iki kez ağırlaşmış müebbet istiyordu.
İnanılmaz ama gerçek.
Ve ben bütün bunları sadece yazı yazar ve konuşarak başarıyorum. Elimde kalem ve ağzımdaki dilimle.
Dile kolay.
14 Nisan 2017’da 19.30 gibi çıktığımız hakim kısa süren ama çok kısa süren bir yargılama sonrası tutuklama kararı verip, oturduğu döner koltuğu ters çevirip tam arkasındaki kapıdan çıktı. Biz ilk kurbanıydık o hakimin.
Bu kez karantina koğuşumuz Metris idi.
Bana kalırsa 16 Nisan 2017’da gerçekleşecek Anayasa Değişikliği Referandumuna “hayır” oyu kullanmamı engellemek için Silivri değil Metris’e gönderdiler. J
Ama Metris’te kaldığım koğuşun duvarında şu yazıyı görmek için bile değerdi orada misafir olmak; “HER İNSAN BİR HAYAT SEÇER, SEÇTİĞİ HAYATIN BEDELİNİ ÖDER”.
Bu yazı yaşadığım tüm iç sorgulamaların sonu oldu.
Referandumda evet çıkmış ve Silivri yolu gözükmüştü. 17 Nisan 2017 12.15’de Metris’ten bir kez daha Silivri’ye göç başlamıştı.
3 Eylül 2016 sabah 07.03’de girdiğimiz kapıdan bu kez 17 Nisan 2017’de 13.30 gibi girdik. Artık tanışık olduğumuz memurların muzip gülümsemeleri arasında; foto çekimi, parmak izi ve iç çamaşırı kalana kadar çıplak denebilecek arama ve 17 gün günce ayrıldığımı B Blok 1 Koridor 10 No’lu koğuşa tekrar girdik.
Sanki zaman durmuş gibi.
17 gün sonra girdiğimiz koğuşta hiçbir değişmemişti. Sanki oradan 5 dakika önce doktor kontrolüne gidip dönmüşüm gibi.
Buraya gelişimiz 31 Mart gecesi yarısı açılan soruşturmadan belliymiş gibi.
3 HAFTA SONRA SEVDİKLEİRMİZ GÖRMEK AMA CAMLAR ARKASINDA
Ve 21 Nisan 2017 Cuma 13.30’da (koğuşum değişmediği gibi görüş günü ve saati de değişmemişti. Bu kadar tesadüf ancak tercihle mümkün olur derler) tam 21 gün sonra gördüm sevdiklerimi, ailemi. Yani...
Bu arada şunu ifade etmem izin verin; 17 Nisan 2017’de yeniden girdiğim koğuşta hem örgüt üyesi olma suçlamasıyla 22.5 yılla hem de anayasal düzeni değiştirmek ve hükümeti ortadan kaldırmak suçlamasıyla iki kez ağırlaştırılmış müebbet suçlaması ile yargılanan bir gazeteciydim.
Günler haftalar birbirini kovaladı.
18 Haziran 2017’de iki kez ağırlaştırılmış müebbetle suçlandığım davanın iddianamesi geldi.
Örgüt üyeliği suçlaması ile aynı idi.
Aynın delillerle iki defa yargılama olmaz hukuk kuralına uygun olarak bir fark vardı. İlk iddianamede 4 ay geriye giden telefon araştırması yeni iddianamede 10 yıl geriye gidiyordu.
Peki ne çıktı?
Hiç.
Nitekim 27 Temmuz 2017 ya da 28 Ağustos 2017’de yapılan duruşmada iki iddianame birleşti.
Peki neden yeniden tutuklanmıştım, neden 14 gün Vatan’da 7 ayın üzerine 7 ay daha Silivri’de konuk olmuştum.
Bu sürede AİHM hakkımda haksız tutuklama ve uzun tutukluluk süreci ile ilgili Adalet Bakanlığı’ndan savunma istemiş, bakanlığın savunmayı vermesine 3-4 gün kala 24 Ekim 2017’de tutukluluğumun 421. Gününde tahliye edilmiştim.
BAŞLADIĞIMIZ YERE DÖNMEK
Tahliye edilmiştim ama dava sürüyordu.
Korkarak da olsa yeniden yazamaya başladım. Sonuçta bildiğim şey yazmaktı, konuşmaktı. Yazı yazdım, TV programı yapmaya başladım. Sonuçta çivi çiviyi söküyordu.
Nihayet 18 Şubat 2018; “son sözüm Fenerbahçe” ile biten savunmamda karar verdi mahkeme.
İki kez ağırlaştırılmış müebbetten (TCK 309. Ve 312’den) yani iki kez idam edilmekten beraat etmiştim. (Neden 14 gün Vatan’dan gözaltında tutulmuş, 7 ay daha Silivri’de tutuklu kalmıştım?)
Terör örgüt üyeliğinden de (TCK 314/2) bir anlamda beraat almış ve Silivri’de kaldığım 14,5 ay göz önüne alınmış olsa gerek TCK 220/7 yani terör örgütü üyesi olmamakla birlikte yardım etmekten 2 yıl 1 ay (istinaf bu cezayı sonradan 1 yıl 13’a çevirdi -5 gün avantaj sağladı bana-) ceza aldım.
Yani 3 Eylül 2016’da tutuklanma gerekçem ile 18 Şubat 2018’de verilen ceza gerekçisi aynı idi.
Peki neden arada onca acı yaşatıldı.
Kararı önce istinaf sonra yargıtay onayladı.
Karar istinafta onaylanınca 2-3 günlüğüne girdiğim Silivri’de keyfi uygulama yüzünde ancak 45. Günde çıkabildim ki, o da ayrı bir yazı konusu.
Tabi bu süreç içinde önce AİHM sonra AYM, uzun tutukluluk sürem ve haksız tutuklama nedeniyle Türkiye’yi mahkum etti. Hakimlerin verdiği bu kararlardan dolayı, bu tazminatları benim ve bu satırları okuyan sizlerin vergisinden alarak bana ödedi devlet.
Son olarak 23 Kasım 2018’de gönüllü girdiğim Silivri’den ancak 4 Ocak 2019 akşamı 19.25’de tahliye oldum sürpriz biçimde. Cebimde beş parasız, müvekkilini görmeye gelen avukattan (kartını almadığım için hala borçluyum ona) 200 TL borç alarak Silivri’de İstanbul’a döndüm.
YANLIŞ KARAR BU KEZ AYM’DEN DÖNDÜ
30 Ağustos 2016’dan 2025 Haziran ortasına kadar geçen uzun zamanda davayı unutmuş değişen hayatımı yeniden kuyrmaya çabasındayken avukatım Kerem Altıparmak AYM’nin yerel mahkemenin verdiği, İstinaf ve Yargıtay’ın onayladığı terör örgütü üyesi olmamakla birlikte yardım etmek suçlamasıya verdiği 1 yıl 13 aylık cezayı, esasa girip Anayasa’nın 26 Madde’si (Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar) ve 28. Madde’si (Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz) gerekçesi ile bozduğunu bildirdi.
İlk duruşma 14 Ekim 2025’de gerçekleşti ve mahkeme son savunmamızı almak üzere duruşmayı 9 Aralık 2025’e erteledi.

KENDİM İÇİN DEĞİL ÇOCUKLARIM İÇİN BERAAT İSTEDİM
Uzun bir son savunma hazırladım ama mahkeme huzuruna çıktığımda;
“Bu dava benim için;
Aldığım cezanın fazlasını yatmış olarak bitmiştir.
Memnu haklarımı iade aldığım ve sicil kaydımın arşive kaldırıldığı bitmiştir.
9 yılı aşmış süre açısından benim için bitmiş, kapanmış davadır.
Bugün sizden kendim için değil çocuklarım için, onlara onur duyacakları bir geçmiş bırakmak için beraat istiyorum dedim.”
Bunları söylerken aklımda hep, Silivri’den Özgürlüğe kitabımdaki çocuklarıma yazdığım şu satırlar vardı;
“Her ikinize de arkadaşlarınız yıllar sonra benim mesleğim yüzünden belki şu soruyu soracaklar: “O zor günlerde, ülke dönüşürken senin baban ne yazdı, ne söyledi, siyaseten nerde durdu?”
Bunu ya da benzer soruları soracaklar, çünkü tarihte böyle olmuş hep. Örneğin Fransa’da İkinci Dünya Savaşı ve 68 Mayıs’ı konusunda çocuklar, torunlar babalarına dedelerine şu kritik soruyu sormuşlar: “Baba sen o zamanlarda hangi taraftaydın?” İkinci Dünya Savaşı’nda (1939-1945) doğru taraf Jean Moulin idi, De Gaulle idi, belki de Komünist Parti’ydi. Doğru yer direnişçilerin safıydı. Sayıları azdı, azınlıktaydılar. 68 Mayısı’nda doğru yer, Cohn- Bendit (Kızıl Dany) ile birlikte polislere kaldırım taşı atan saflardı. Yanlış yer ise André Malraux ile ihtiyar-gerici rejimini destekleyenlerin yanıydı. Ve siz bu tür sorulara cevap verirken içiniz rahat olacak. Arkadaşlarınıza şunu söyleyebileceksiniz: “Babam o günlerde iktidara karşı tavır aldığı için cezalandırıldı. Baskıya, zulme, otoriterleşmeye, hukuksuzluğa, keyfiliğe karşı hakkın hukukun yanında oldu. Devletin mağdurlarının yanında durdu. Demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği ve adaleti savundu. Hatta bunun için tutuklandı. Silivri Cezaevi’nde kaldı. Onun yokluğunda biz gecelerce rüyalarımızda ‘baba’ diye sayıkladık.”
BU BENİM DEĞİL ÇOCUKLARIMIN BERAATİ
Dün 25. Ağır Ceza Mahkemesi beni değil çocuklarımı breaat ettirdi.
Ben kendimden çok onlar adına mutluyım.
Çünkü gazeteciliğin suç olmadığını tescil etti mahkeme sadece benim için tüm gazeteciler ve özgür, adil, demokratil bir Türkiye hayali olanlar için.
Bu hepimiz için umut olmalı. Çünkü yaşıyorsak; hep umut vardır.
Geri dönüp baktığımda aklıma hep şu soru geliyor; "Bütün bu süreçtepişmanlığın var mı?"
Evet dostum Fatih Polat'ın bu sorusuna verdiğim cevap hala aklımda; "Pişman olduğum tek şey Müslüm Babayı geç keşfetmek".
Tahmin edersiniz bu satırları yazarken de fonda çalan Müslüm Gürses. 
Son vermek, bitirmek değil. Bir ara, bir es.
Hayatımızın her gün biraz daha zorlaştığı bu dönemde gelen beraat, çocuklarım adına teselli olsa da; gerçekler gazeteciler için hala zor ve zorlaşmata devam ediyor

























Yorum Yazın