MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Araştırma yapmayan üniversiteler yüksekokul tarzında yeniden düzenlenmelidir

ANA SAYFAEĞİTİMAraştırma yapmayan üniversiteler yüksekokul tarzında yeniden düzenlenmelidir
Araştırma yapmayan üniversiteler yüksekokul tarzında yeniden düzenlenmelidir

Ülkenin dinamosu olması gereken araştırma üniversitelerin oluşturulması, çalışma imkânlarının temini ve devamlılığını sağlayacak kanuni düzenlemelerin yapılması hayati bir zaruret haline gelmiştir. Bunun için acilen atılacak ilk adım araştırma yapmayan/yapmayan üniversitelerin kapatılmasıdır. .

26 Eylül, 2025, Cuma 00:07
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Ali Arslan
Ali Arslan
yazı içi reklam

Önceki yazımda eğer bir üniversite kuruluş amacı olan araştırma görevini yerine getirmiyorsa o zaman bu üniversitesinin kapatılması icab ettiğini belirtmiştim. Zira üniversiteler öğretim yapsa bile esasında bilimsel araştırma yapması elzem olan müesseselerdir. Yüksekokulların ise böyle bir yükümlülüğü yoktur. Türkiye’de YÖK ile beraber bütün yükseköğretim kurumlarının üniversitelere bağlanması veya üniversite olarak adlandırılması pek çok probleme kaynaklık etmiştir. Bu konunun daha iyi anlaşılması için ilk önce şunun açık bir şekilde ifade edilelim ki, esasında her yükseköğretim yapan kurumun üniversite olarak adlandırılması gerekli değildir. Sadece bir meslek veya yetkinlik kazandırmaya yönelik öğretim bazen eğitim yapan kurumları üniversite bünyesinde bulunması zarureti yoktur. Yükseköğretime dâhil olsa bile ayarı olması gereken kurumlar günümüzde iyice karışmış/karıştırılmıştır. Öncelikli olarak konunun iyi anlaşılması için bu sürecin gelişim tarihini ele almamız gerekmektedir.

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E YÜKSEKOKUL-DARÜLFUNUN/ÜNİVERSİTE AYRIMI

Kuruluş ve gelişme dönemlerinde, bulundukları devir itibariyle başarılı olan medreseler, daha sonra bu özelliklerini kaybetmişlerdi.  18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin yöneticileri Avrupa karşısındaki zafiyeti kabul etmesiyle beraber ihtiyaç duyulan elemanları yetiştirmek üzere Avrupaî tarzda yüksekokullar açmayı başlamışlardı. Osmanlı-Rus Savaşı sırasında 1770 yılında Çeşme Deniz Muharebesi mağlubiyeti üzerine, Macar asıllı Baron de Tott’un yardımı ile Deniz Harb Okulu’nun temelini oluşturan Mühendishâne-i Bahri Hümayun adlı bir mesleki okul 1773 yılında kurulmuştu. 1795 yılında da kara ordusuna topçu ve istihkâm mühendisi yetiştirmek amacıyla ile de Mühendishane-i Berr-i Hümayun adıyla bir yüksekokul açılmıştı. 1834’de ordunun subay ihtiyacını karşılamak üzere Harbiye Mektebi kurulmuş ve daha sonra Fransızca eğitim yapacak bir tıp okulu 14 Mayıs 1839’da Darü’l-Ulum-ı Hikemiye-i Osmaniye ve Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane adıyla açılmıştı. Aynı yıl ordunun veteriner ihtiyacını karşılamak için bir Veteriner Okulu almıştı.

Osmanlı Devleti'nin Avrupalı devletler karşısında uğradığı askeri başarısızlıklar nedeniyle eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan bu okullardan sonra, orta öğretim üstünde eğitim-öğretim yapacak Darülfünun’un yani üniversitenin açılmasına 1845 yılına karar verilmişti. Niteliği 21 Temmuz 1846'da yayınlanan resmi bir bildiri açıklanan Darülfünun, sadece bir sahada meslek mensubu ve ihtisas elemanı yetiştirmekle kalmayıp, her çeşit “ilim ve fennin" öğretilip öğrenildiği yer olacaktır. Ayrıca Darülfünun'da "ikmâl-i kemâlât-ı insaniye(insanın erdemlerini artırmak)" için bütün ilimler okutulacaktı. Yani Darülfünun’un bir mesleki kurum olmadığı özellikle vurgulanmıştı. Böylece ülkenin eleman ihtiyacını karşılamak görevi esas itibariyle yüksekokullara havale edilirken Darülfünun’a ilmi araştırma yapma vazifesi verilmişti. Nihai olarak ilmî araştırmama yapmak için Darülfünun/üniversite, Tanzimat döneminde iki denemeden sonra ancak 1900’de devamlı bir kurum haline getirilmişti. Çeşitli mesleklerde ihtiyaç duyulan elamanları yetiştirmek için ise Mekteb-i Mülkiye(1859),  Mekteb-i Hukuk (1880), Orman ve Maadin Mektebi(1871), Sanayi-i Nefise Mektebi(1882), Hendese-i Mülkiye Mektebi(Sivil Mühendis Mektebi(1883)), (Hamidiye) Ticaret Mektebi(1884), Mülkiye Baytar Mektebi(1889), Yüksek Ziraat Mektebi(1891) gibi yüksekokullar açılmıştı. Darülfünun dışında mesleki eleman yetiştirmek üzere Meşrutiyet döneminde yeni bir usul getirilmiş ve Darülfünun’da Dişçilik Mektebi açılmıştı. Aynı anlayış Cumhuriyet döneminde de devam etmiş ve Darülfünun/Üniversite dışında Yüksek Ziraat Enstitüsü 1933’te kurulmuştu.

Cumhuriyet döneminde, çok partili hayata yeniden geçildiğinde de, ilmî araştırma yapacak olan üniversite ile sadece mesleki elaman yetiştirecek yükseköğretim kurumlarının görevleri belirlenirken bu farklılığa dikkat edildiği görülmektedir. Mesela 1946 Üniversiteler Kanunu’nda üniversitelerin; yüksek bilim, araştırma ve öğretim yapan kurumlar olduğu belirtilmişti. Üniversitelerin görevleri arasında başta kendi ülkesini ilgilendirenler olmak üzere bütün sahalarda araştırmalar gerçekleştirmek, bilim ve tekniğin ilerlemesini sağlayan yayınlar yapılmasına özellikle vurgu yapılmıştı(1946 ÜK, m.1-3). 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin mevcut olan yüksekokulları, 8 Haziran 1959 tarihinde kabul edilen 7334 sayılı kanunu ile İktisadi ve Ticari İlimler Akademileri kurduğunda, İTİA'nın Amacı; “Öğrencilerini iktisadi, ticari ve mali sahalarda ilmi ve tatbiki bilgilerle mücehhez, milli gayelere bağlı seciyeli vatandaşlar yetiştirmek ve İktisadi kalkınma için mütehassıs elemanlar hazırlamak”(İTİAK, m. 2) olarak belirlenmişti. Yani İktisadi ve Ticari İlimler Akademilerinin ilmi araştırma yapmak görevi yoktu. Kısacası genel olarak araştırma yapma görevi üniversitelerde bir meslek dalında elemanlar yetiştirmek görevi ise yüksekokul veya akademilere bırakılmıştı. Bu ikili yapı YÖK sisteminin kurulmasına kadar devam etmişti.

YÜKSEKOKULLARIN ÜNİVERSİTELERE DÂHİL EDİLMESİ

Sağ-sol çatışmalarına son verme gerekçesiyle 12 Eylül 1980'de yönetime el koyan Milli Güvenlik Konseyi döneminde, yükseköğretimi tek elden idare etmek amacıyla 4/11/1981’de yeni bir Yüksek Öğretim Kanunu hazırlanmış üniversite dışında bulunan, askeri ve polis okulları hariç, yüksek okullar da üniversitelere bağlanmış veya birkaç yüksek okul bir çatı altında toplanarak üniversite olarak adlandırılmıştı. Askeri yönetim döneminde yapılan bu düzenleme ile ilmi araştırma yapması gereken üniversite anlayışından vazgeçilerek, sadece bir mesleki yerine getirecek eleman yetiştirmekle görevli yüksekokullar bir birine karıştırılmıştı. Böylece Osmanlı’dan Cumhuriyet’e yüz yılı aşkın bir sürede oluşan tecrübe hiç dikkate alınmamıştı. Bunu gerçekleştirenlerin bir meslek mensubu yetiştiren yüksekokulların mevcut üniversiteler ve daha sonra kurulacaklarda büyük problemlere sebeb olacağını tam olarak kavrayamadıkları muhakkaktır.

YÖK SİSTEMİNDE FAKÜLTE-YÜKSEKOKUL AYRIMI

1981 yılında araştırma yapma hedefi olmayan yüksekokulların üniversitelere dâhil edilse de, bunların ayrı bir şekilde değerlendirilmesi için bir zemin, daha sonraki YÖK ve üniversitelerin yöneticileri dikkate almasalar da, Yükseköğretim Kanunu ile hazırlanmıştı. Şöyle ki, yükseköğretimin resmi olarak yürütülmesinin dayanakları olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Yükseköğretim Kanunu’na göre bütün üniversiteler ile buna bağlı fakülte ve enstitüler bilimsel araştırma yapan kurumlar(YÖK, m. 3/d,e,f);  olarak belirlenirken, üniversitelere bağlı yüksekokulların statüsü farklı olarak tasarlanmıştı. Yükseköğretim Kanunu’na göre Yüksekokullar: “Belirli bir mesleğe yönelik eğitim-öğretime ağırlık veren”(YÖK, m. 3/g); Konservatuvarlar ise: “Müzik ve sahne sanatlarında sanatçı yetiştiren”(YÖK, m. 3/h) yükseköğretim kurumları olarak vasıflandırılmıştır. Bu kanun maddeleri dikkate alındığında, YÖK sistemi ile birlikte üniversitelere dâhil edilen yüksekokullar veya yeni açılanlar bilimsel araştırma yapakla görevli değillerdir. O zaman YÖK ve üniversiteler bunu dikkate alarak üniversitelerdeki araştırma yapan birimler ile mesleki eğitim-öğretim yapan yüksekokullar arasında yeni bir düzenleme yapmaları şarttır. Tabi bu zaman diğer bir problemle daha karşılaşmaktayız. Bu da bilimsel araştırma yapmayan fakülte ve enstitülerdir. Bu konuda kelam etmeden önce araştırma üniversitelerinin özelliklerini belirtmek gerekecektir.

ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTELERİNİN ÖZELLİKLERİ

2013’te Avrupa Araştırma Üniversiteleri Grubu (LERU)’nun kabul ettiği. Hefei Bildirgesi’ne göre araştırma üniversitesinin kısaca temel özellikleri;

- Bilimin öncüleri akademisyenlerle öğrencilerin sınıfta ve laboratuvarda birlikte keşfetme ve öğrenmeyi gerçekleştirmelidir.

- Lisansüstü öğrencileri araştırma faaliyetlerine doğrudan ve yoğun bir şekilde katılmalı ve bu öğrencilerin yeni şeyler icat etme enerjisinden faydalanılmalıdır.

- Lisansüstü öğrenciler verimliliğe ve üniversitenin üretkenliğine katkı sağlamasına azami gayret gösterilmelidir.

- Araştırmalar hakikaten ciddi ve yaygın olmalı.

- Çıktıların mükemmelliği iş dünyasından hükümetlere ve geniş topluluklara nüfuzu ile ölçülmelidir.

- Çok az olan araştırma üniversitelerine ülke yönetimi liyakate dayalı olarak destek vermelidir.

- Ülke yönetimi araştırma üniversiteleri için ayrıcalıklı statü vererek bilimsel çalışmaların aksamamasını sağlamalıdır.

Şunu hemen belirtmek gerekir ki, Türkiye’de bu özelliklere sahip topyekûn bir üniversitemiz yoktur. Çoğunluğu kendi gayretiyle araştırma yapan akademisyenler bazı üniversitelerde az bazısında biraz fazla olmak üzere mevcuttur. Tabi bazı gayretli bölümleri ve araştırma işini ciddiye alan çok az sayıda olsa anabilim dallarının varlığını da inkâr etmemek gerekir. Ancak Türkiye’de uygulanan YÖK sistemi araştırma üniversitelerinin varlığını temin etmekten yoksundur.

SONUÇ

Yükseköğretimde Avrupaî tarzda eğitim-öğretime geçildiği Osmanlı döneminden itibaren ilmi araştırma görevi üniversiteye mesleki eğitim-öğretim vazifesi de yüksekokullara verilmişti. Bir asıdan fazla devam ettirilen bu anlayışa 12 Eylül 1980 darbesiyle son verilmiş ve yükseköğretim yapan bütün kurumlar üniversitelere dâhil edilmiştir. Bu uygulamanın Türkiye’deki ne ilmi araştırmaların artmasını ne de mesleki eğitim-öğretimin gelişmesine pek katkısı olmamıştır. Şunu net olarak söylemek gerekir ki, 1981 Yükseköğretim Kanunu ile oluşturulan sistemde ile araştırma üniversitesi kurmak ve yaşatmak mümkün değildir. Ülkenin dinamosu olması gereken araştırma üniversitelerin oluşturulması, çalışma imkânlarının temini ve devamlılığını sağlayacak kanuni düzenlemelerin yapılması hayati bir zaruret haline gelmiştir.

Bunun için acilen atılacak ilk adım araştırma yapmayan/yapmayan üniversitelerin kapatılmasıdır. Kanuni düzenlemeleri beklenmeden de YÖK’ün kanunlara dayanarak yapabilecekleri vardır. Bu da ilmi araştırma yapmayan üniversitelerin tamamının yüksekokullar halinde yeniden düzenlenmesidir. Böylece üniversiteler; araştırma üniversiteler ve mesleki eğitim-öğretim veren üniversiteler olarak iki grubu ayrılacaktır. Zira üniversite bünyesine bulunan yüksekokullarını araştırma yapmasına kanunen bir zorunluluk olmadığından bu düzenleme için kanuni bir engel de yoktur.

Üniversiteler iki gruba ayrıldıktan sonra, sayıları çok az olacak araştırma üniversiteleri daimi olarak desteklenmeli, araştırma üniversitesinde görev yapması uygun olmayanlar da yüksekokullara veya Milli Eğitim Bakanlığı’na aktarılmalıdır. Doğal olarak yüksekokullarda görev yapan araştırmacı akademisyenler de araştırma üniversitelerine intikal ettirilmelidir.

Bu düzenlemelerle üniversite adını taşıdıkları için boş yere harcanan para ve imkânlar araştırma üniversitelerine sunulacak ve Türkiye’nin en önemli önceliklerinden birisi olan bilimsel araştırmalar için büyük bir kaynağın ortaya çıkarılması sağlanacaktır.

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Ali Arslan
    Ali Arslan

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Görüşmeden CHP’nin çıkaracağı ders yok mu?
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz Negatif Barıştan Pozitif Barışa geçişin tarihi kavşağındayız
    Ali Arslan
    Ali Arslan Araştırma yapmayan üniversiteler yüksekokul tarzında yeniden düzenlenmelidir
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Başkanın bütün adamlarıyla ‘Back to the Past’
    Ömer Terzi
    Ömer Terzi Z Kuşağı: Gerçekçilikten umuda
    Mustafa Ergen
    Mustafa Ergen Yapay zekâ kendi egzozunu soluyor: Veri petrolü bitti, sıra kaya gazında
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya Neden yalan haber ve iftira üretilir?
    Ali Kılıç
    Ali Kılıç Hazar’ın kıyısında bir kültür başkenti: Aktau
    Ersin Kalaycıoğlu
    Ersin Kalaycıoğlu Sol siyasal partilerin açmazı: Sosyal demokrasi ile Ulusalcılık arasında sıkışmışlık
    Armağan Öztürk
    Armağan Öztürk Sağ popülizm neyi savunur?
    Kübra Evliyaoğlu
    Kübra Evliyaoğlu Çürümenin Kitabı: Hangi gelecek bizim adımıza konuşacak?
    Bilgehan Uçak
    Bilgehan Uçak Sadettin Saran’ın seçim zaferinin düşündürdükleri
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı