MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • GÜNDEM
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Arafta Düet yeri, önemi ve eleştiri

Ana SayfaKi̇tapArafta Düet yeri, önemi ve eleştiri
Arafta Düet yeri, önemi ve eleştiri

Arafta Düet yeri, önemi ve eleştiri

24 Temmuz, 2024, Çarşamba 04:40
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Nasıl hiçbir yazar eleştiriden kaçamıyorsa Demirtaş ve Bener de elbette bundan kaçamaz. Dahası ben ne Demirtaş’ın, ne de Bener’in bu konuda herhangi bir çekincesi olduğunu düşünmüyorum. Mesele okur olarak böylesi bir dayanışmanın neresinde durduğumuzun farkında olmakla alakalı. Zira bu farkındalığın gelişmediği durumlarda ıskalanan şey bir edebi eserin niteliği değil, dayanışmanın kendisi oluyor.Esaret altında üretilen sanat eserleri diğerlerinden farklı başlık altında değerlendirilmeyi hakkeden yapıtlardır. Bu eserler yaratım sürecinde sanatçının içinde bulunduğu zor koşullar ve maruz bırakıldığı baskı ve sınırlandırmalar altında yaratıcılığını nasıl ifade ettiğinin ve bu deneyimlerin eserlerine nasıl yansıdığının anlaşılması bakımından önemlidir. Buna ek olarak, sanatçının esaret altındaki yaşamını ve psikolojisini anlamamıza yardımcı olan, insanlık tarihindeki önemli olaylara dair benzersiz bir bakış açısı sunan özel yapıtlardır.Nazi toplama kamplarında, Sovyet Gulag kamplarında, çeşitli siyasi baskılar altında hapishanelerde üretilen yapıtlar sadece sanatsal değerleri açısından değil, aynı zamanda tarihsel ve sosyolojik perspektiften de ele alınarak incelenir. Bu tür incelemeler düz bir okumadan çok daha katmanlı bir değerlendirmeye muhtaçtır. Çoğu zaman yazılanın değil, yazılmayanın izi sürülür, anlatılandan çok perdelenen görülmeye çalışılır. Yaratım sürecinde yazarın geçmişi hatırlama ya da geleceği inşa etme sırasında toplumsal ve kültürel hafızayla kurduğu ilişki, kıstırılmış olduğu mekan ve zamanın dışına çıkarak ulaştığı zihinsel özgürlük hali bir direniş olduğu kadar, bir hayatta kalma mücadelesidir. Doktora tezimde bu konuyu çalıştığım için Selahattin Demirtaş ve Yiğit Bener’in eş yazar olarak kaleme aldıkları Arafta Düet ve sonrasında gözüme çarpan birkaç yorum beni bu konuda düşünmeye itti.
Yazım aşamasındayken Amerika’da bulunan Defiant Requiem Vakfı’ndan aldığım bir bursla Çek Cumhuriyeti’ne ve Terezin toplama kampına bir araştırma gezisi yapma olanağı buldum. Bu gezi sırasında vakfın onursal başkanı Büyükelçi Stuart Eizenstat ile sohbet ederken, oyunların iyi yazılmış olup olmadıklarını sorması bende bir farkındalık yarattı. Çünkü o ana kadar yaklaşık dört yıldır haşır neşir olduğum bu oyunları iyi olup olmadıkları açısından hiç değerlendirmemiştim.

PRAG’DAKİ O SORU

Yazının burasında kısaca kendi çalışmamdan söz etmem gerekiyor. Bir Nazi toplama kampı olan Terezin’de Yahudi tutuklular tarafından gizlice yazılıp oynanan tiyatro oyunlarında zaman, mekan ve hafıza arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı amaçladım. Yazım aşamasındayken Amerika’da bulunan Defiant Requiem Vakfı’ndan aldığım bir bursla Çek Cumhuriyeti’ne ve Terezin toplama kampına bir araştırma gezisi yapma olanağı buldum. Bu gezi sırasında vakfın onursal başkanı Büyükelçi Stuart Eizenstat ile sohbet ederken, oyunların iyi yazılmış olup olmadıklarını sorması bende bir farkındalık yarattı. Çünkü o ana kadar yaklaşık dört yıldır haşır neşir olduğum bu oyunları iyi olup olmadıkları açısından hiç değerlendirmemiştim. Kimisi duygu olarak insanı çok zorlasa da oyunların neredeyse tamamı tiyatral açıdan iyi yazılmış metinlerdi. En acemice olanı – 14 yaşındaki bir çocuk tarafından yazılan ilk ve tek oyun olan eser- bile iyi bir dramaturgi çalışması ile sahnelenebilecek düzeydeydi. Ne var ki bu oyunların sahneyi hedef alan estetik bir tasarımdan çok daha farklı bir amaçla şekillendirildikleri belliydi.Savaş sırasında Terezin’de tutuklu olan ve bu oyunların bazılarında oynayan, bazılarını seyreden az sayıda Holokost kurtulanı ile görüştüğümde bu sorunun cevabını da bulmuş oldum. Kağıt üzerinden değerlendirildiğinde birer sahne metni gibi algılanan bu oyunlar o günün gerçekliğinde başlı başına hayatta kalma mücadelesiydi. Oyunları gün ışığına çıkaran Dr. Lisa Peschel’in verdiği isimle birer hayatta kalma performansıydılar. Peki bu nasıl bir mücade? Ne oluyor da bu insanlar akla hayale gelen en zor koşullardan birindeyken bile böylesi bir mücadele verebiliyor? Kısaca buna değinelim.
Esaret altındaki kişinin bu saldırıya vereceği en güçlü cevap hafızasını diri tutma ve bir yeniden hatırlama/hatırlatma çabasıdır. Ancak bu basit bir çaba değildir. Bu eylemin, insani bir refleksin çok ötesinde, kişide manevi bir direnç (yani içsel bir güçlenme) oluşmasını olanaklı kılan, gücünü kişinin kendisinden aldığı içsel bir karşı atak olarak algılanması gerekir. İşte, esaret altında üretilen sanat eserleri, hayatta kalma gücünü diri tutan manevi direnç olarak adlandırdığımız bir alan, bir öz güçlenme aracıdır

DUVARLARIN ÖTESİNE UZANAN YOL: HAFIZA

Terezin Oyunları’nda yazarların toplama kampı koşullarından hiç bahsetmediğini, orada neler yaşadıklarını hiç anlatmadıklarını görürüz. Oyunların bir kısmı savaş öncesinde ve günlük yaşam mekanlarında geçerken bir kısmı savaşın çoktan geride kaldığı gelecekte bir zaman diliminde geçer. Başlangıçta bu durumun benim açımdan şaşırtıcı olduğunu belirtmem gerek. Zira beklentim toplama kampının ağır koşullarını okuyacağım, orada yaşananlara tanıklık edeceğim yönündeydi. Oysa zekice kaleme alınmış komedi ve dramlar ile kabarelerden oluşan bir seçki ile karşılaştım. Ancak direniş de, hayatta kalma mücadelesi de tam olarak yazarların bu tercihleriyle başlıyordu. Buraya biraz yakından bakalım.Toplumlar Nasıl Anımsar adlı çalışmasında Paul Connerton, geçmişin yeniden kurulmasında toplumsal hafızanın önemine dikkat çeker. Totaliter bir devlet yapısının ilk hedefinin toplumsal hafızayı yok etmek olduğunu belirtir ve yurttaşların belleğini silme konusunda sistemli adımlar atıldığının altını çizer: “Bir büyük güç, küçük bir ülkeyi ulusal bilincinden yoksun bırakmak istediğinde, sistemli unutturma yöntemi kullanır. (…) Zamanın yazarları mahkûm edilir, tarihçileri görevden alınır ve susturulup işlerinden uzaklaştırılmış kimseler, göze görünmez duruma düşüp unutturulurlar. Totaliter rejimlerde ürkütücü olan yanı, yalnızca insan onurunun çiğnenmesi değil, aynı zamanda bazen geçmişin dürüst tanıklığını yapacak kimsenin bırakılmamasıdır” der.Esaret altındaki kişinin bu saldırıya vereceği en güçlü cevap hafızasını diri tutma ve bir yeniden hatırlama/hatırlatma çabasıdır. Ancak bu basit bir çaba değildir. Bu eylemin, insani bir refleksin çok ötesinde, kişide manevi bir direnç (yani içsel bir güçlenme) oluşmasını olanaklı kılan, gücünü kişinin kendisinden aldığı içsel bir karşı atak olarak algılanması gerekir. İşte, esaret altında üretilen sanat eserleri, hayatta kalma gücünü diri tutan manevi direnç olarak adlandırdığımız bir alan, bir öz güçlenme aracıdır. Kendisi de bir Holokost kurtulanı olan nörolog ve psikiyatr Victor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı’nda esaret altındaki bir insan için hafızanın geçmişin tüm yaşanmışlığı ile bir anılar denizi olmasının çok ötesinde, sığınılan bir yuvaya dönüştüğünü söyler. Buraya tutunuşun kişide içsel bir güçlenme yaşanmasını sağlayarak böylece kişinin kendisini bekleyen korkuya, uğradığı haksızlıklar karşındaki derin öfkeye katlanmasının mümkün olabildiğini belirtir.Selahattin Demirtaş’ın hapishanede yazdığı kitapların böyle bir çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok kısaca bahsettiğim Terezin Oyunları’nı yazanlar nasıl toplama kampı duvarlarını yıkıp geçerek, duvarların dışında, öncesinde veya sonrasında bir anlatı kuruyorlarsa, Demirtaş da satırlarıyla hapishane duvarlarının dışına çıkmayı başarıyor. Yaklaşık sekiz yıldır hapsolan Demirtaş’ın yaptığı bir diğer şey ise bizi buna tanık kılması. Eş zamanlı olarak yaşadığımız bu tanıklığın son halkası Arafta Düet. Diğer kitaplarından farklı olarak bu sefer Demirtaş’ın yanında eş yazar olarak Yiğit Bener var. Peki bu durum Arafta Düet’i nasıl bir yere konumluyor? Gelin biraz ona bakalım.
Arafta Düet, içeriğinden bağımsız olarak öncelikle Bener’in Demirtaş’ın uğradığı haksızlığın getirdiği vicdani yükle kurduğu iletişimin seneler içinde kitaplar üzerinden gelişen bir yol arkadaşlığına dönüşmesiyle oluşan bir dayanışma hikayesi. Burada mesele biraz da okurun bu dayanışmanın neresinde duracağı ile ilgili.

ARAFTA DÜET

Yiğit Bener, Youtube’da yayın yapan ‘alan’ adlı platformda kendisiyle yapılan söyleşide kitabın yazım sürecinden bahsederken Demirtaş’la ortaklaşa aldıklarını bir kararın altını çiziyor. Yazarlar, kimin hangi bölümleri yazdığının okuyucuya açıklanmaması konusunda ortak bir karar almışlar. Çok anlaşılır olmasının yanı sıra çok da doğru bulduğum bir karar bu. Nasıl ki ortaklaşa kaleme alınan senaryolarda kimin hangi karakterleri yazdığının, hangi replikleri kaleme aldığının seyirci tarafından bilinmesine gerek yoksa Arafta Düet’te de hangi bölümlerin kimin tarafından yazılmış olduğunun bir önemi yok. Bu eşit düzlem bizi yer yer Demirtaş’ın cezaevi duvarlarını yıkıp dışarı çıktığı, yer yer de Bener’in aynı yolla içeri girdiği bir hibrit zemine götürüyor. Her iki yazar tarafından da toplumsal hafızanın kullanıldığı bu zeminin amacıysa yukarıda saydıklarımdan çok farklı değil. Arafta Düet, içeriğinden bağımsız olarak öncelikle Bener’in Demirtaş’ın uğradığı haksızlığın getirdiği vicdani yükle kurduğu iletişimin seneler içinde kitaplar üzerinden gelişen bir yol arkadaşlığına dönüşmesiyle oluşan bir dayanışma hikayesi. Burada mesele biraz da okurun bu dayanışmanın neresinde duracağı ile ilgili.Bener, söyleşisinde ‘bizde siyasette hatta siyasetin belli kesiminde devletin gadrine uğrayanlara biraz zayiat gözüyle bakma alışkanlığı var. Bu ahlaken çok yanlış bulduğum bir şey’ dedikten sonra bu gibi durumlarda toplum olarak gösterilmesi gereken olağan refleksin dayanışma olduğunu ancak bizim toplumumuzda bunun aksine insanların sıklıkla kendi kaderlerine bırakıldıklarının altını çiziyor. Katılmamak mümkün değil. Buraya bir ekleme yaparak okur için de olağan refleksin dayanışma olması gerektiğini ve elinde tuttuğu kitabın diğer kitaplardan farkının idrakine varabilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Zira bu nokta Demirtaş’ın kimliğinden bağımsız olarak buluşmamızın zorunlu olduğu insani bir nokta.Nasıl bugün soykırım kurbanlarına kimlikleri her ne olursa olsun, ayrım yapmaksızın insani değerler üzerinden yaklaşıp haklarını savunmamız gerekiyorsa, nasıl haksızlığa uğrayan tüm canlıların sesi olmak zorundaysak çalışıyorsak, Demirtaş’la da aynı noktada buluşmamız, dayanışmamız yerine getirilmesi gereken insani bir ödev.  Bu satırı Voltaire’den beri sağlanamayan bir ideal politikten bahsettiğimin bilincinde olarak yazıyorum. Zira bunu reel politikte kendiliğinden ve tartışmasız biçimde uygulayabilir olsaydık hiç bunları konuşuyor olmayacaktık. Peki bu durum bizi böylesi yapıtları eleştirmekten alıkoyar mı?
Eleştiri kişisel beğeni beyanlarının çok ötesinde, farklı sosyal alanlardan bilgilerin çağrılarak yapıldığı, neden – sonuç ilişkilerinin nesnel bir çerçevede kurulduğu bir yazın alanı. Feminist eleştiri, Marksist eleştiri, yapılsalcı eleştiri, psikanalitik eleştiri, vb gibi başlıklar altında üretilen eleştiri metinleri de edebiyata dahil, dahası eleştiriye açık metinler. Bir eleştirinin de eleştirisi pekala yapılabilir.

ELEŞTİRİ MESELESİ

Elbette koymaz. Ancak öncelikle eleştirinin ne olduğu ve nasıl yapılması konusunda anlaşmamız gerekiyor. Eleştiri kişisel beğeni beyanlarının çok ötesinde, farklı sosyal alanlardan bilgilerin çağrılarak yapıldığı, neden – sonuç ilişkilerinin nesnel bir çerçevede kurulduğu bir yazın alanı. Feminist eleştiri, Marksist eleştiri, yapılsalcı eleştiri, psikanalitik eleştiri, vb gibi başlıklar altında üretilen eleştiri metinleri de edebiyata dahil, dahası eleştiriye açık metinler. Bir eleştirinin de eleştirisi pekala yapılabilir.Nasıl hiçbir yazar eleştiriden kaçamıyorsa Demirtaş ve Bener de elbette bundan kaçamaz. Dahası ben ne Demirtaş’ın ne de Bener’in bu konuda herhangi bir çekincesi olduğunu düşünmüyorum. Mesele okur olarak böylesi bir dayanışmanın neresinde durduğumuzun farkında olmakla alakalı. Zira bu farkındalığın gelişmediği durumlarda ıskalanan şey bir edebi eserin niteliği değil, dayanışmanın kendisi oluyor. Böylesi bir ülkede ve böylesi bir zamanda bu üzerinde tartışamayacağımız kadar vazgeçilmez bir nokta. Dayanışmak zorundayız. Zira gelinen noktada bu artık bir ‘ya içindesindir çemberin, ya da dışında yer alacaksın’ meselesi.
Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

Yeni Arayış
    Yeni Arayış

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Yeliz’in top atışları: Soğuk Savaş’tan kalma ucuz taktikler
    Reha Çamuroğlu
    Reha Çamuroğlu İktidar medyası 
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Kabilecilikle barış olur mu?
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Çelik Gülersoy’un sıra dışı kamusal alan deneyimi 
    Bekir Ağırsoy
    Bekir Ağırsoy Venüs'e bakmak Zühre'yi görmek
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy Top şimdi iktidarın sahasında
    İlter Turan
    İlter Turan Aşırı seçkin üretimi sorun yaratabilir
    Hakan Tahmaz
    Hakan Tahmaz PKK’nın silah bırakması ve feshi: Siyasetin gerekleri, toplumsal beklentiler
    Fatih Öztürk
    Fatih Öztürk Yargısal Aktivizm: Yargı eliyle siyaseti şekillendirirken Robert Justin Lipkin’i okumak ve Ran Hirschl’i dinlemek
    Serap Mumcu
    Serap Mumcu Yunan Sanatı’na giriş
    Nazlı Akyüz
    Nazlı Akyüz Bir koridordan fazlası: Zengezur hattında Rusya-Azerbaycan gerilimi
    Erdem Bağcı
    Erdem Bağcı 2025 yıl sonu için beklenen riskler
    Burcu Ağca Karakaya
    Burcu Ağca Karakaya PISA 2025 ile Eğitimin yeni rotası: İklim okuryazarlığı ve geleceğin sorumlu vatandaşları
    Betül Özdemir Güran
    Betül Özdemir Güran Büyüyünce ne olacaktın
    Mehmet Akif Koç
    Mehmet Akif Koç Modern İran nesrinin sosyalist-Türk öncüsü: Gulam-Hüseyin Sâedî
    Buğra Gökçe
    Buğra Gökçe Serenad
    SON GELİŞMELER
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    İhraç edilen teğmenlerin avukatlardan açıklama
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yalova'da tersane işçileriyle bir araya geldi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    MSB kararını açıkladı: Teğmenler TSK'dan ihraç edildi
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    DEM Parti İmralı Heyeti’nden Pervin Buldan, DTK Eş Başkanı Leyla Güven’i cezaevinde ziyaret etti
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı