1. Küresel Büyüme
IMF tahminlerine göre küresel ekonomik büyüme 2026 yılında % 3.0–3.2civarında seyretmesi beklenmektedir. OECD özel raporları 2026 yılı için global ekonomik büyümeyi %2.9–3.1 olarak tahmin etmektedir. Bu beklentiler, biraz zayıf bir momentum anlamına gelmektedir. Nitekim, küresel ekonomik büyüme 2025 yılı için yaklaşık %3.2–3.3 olarak tahmin edilmektedir. Goldman Sachs gibi özel kuruluşlar da ABD, Euro Bölgesi ve Çin başta olmak üzere ölçülü ancak pozitif büyüme beklentisini korumaktadır; örneğin ABD ekonomik büyümesi %2,5, Euro Bölgesi %1,2 ve Çin %4,8 olacağı tahmin edilmektedir.
ABD için ekonomik büyüme ivmesinin korunduğu ve istihdamın güçlendiği ve %1.8–2.5 arası orta düzeyde büyüme beklendiği görülmektedir. Euro Bölgesinde %1.1–1.4 aralığında daha düşük ama istikrarlı büyüme beklenmektedir. Çin’de %4’ün üzerinde güçlü bir ekonomik büyüme beklenmektedir. Almanya için %0.9 civarında zayıf bir ekonomik büyüme beklenmektedir.
2. Enflasyon & Para Politikası
Küresel enflasyon 2026’ya doğru genel olarak düşme trendinde; gelişmiş ekonomilerde merkez bankalarının hedeflerine yaklaşması beklenmektedir.
Euro Bölgesi için enflasyonun Avrupa Merkez Bankası hedefi çevresinde stabil kaldığı ve faiz oranlarının 2026 sonuna kadar sabit kalacağı ya da sadece hafif gevşeyebileceği yönünde beklentiler mevcuttur.
ABD için enflasyonun Fed hedefinin biraz üzerinde kalabileceği ve ılımlı faiz düşüşleri muhtemel olabileceğine dair piyasa fiyatlamaları var. Fed tarafından yapılan açıklamalar da dikkate alındığında; 2026’da yılında faiz indirimlerinin sınırlı da olsa devam edeceği anlaşılmaktadır.
3. İşsizlik ve İşgücü Piyasası Dinamikleri
Küresel ölçekte işsizlik oranları birçok gelişmiş ekonomide tarihsel olarak düşük seviyelerini korumaktadır. Ancak 2026’ya doğru büyüme hızının ılımlı biçimde yavaşlaması, işgücü piyasalarında yeni bir denge arayışına yol açmaktadır. Düşük işsizlik oranları, işgücü arzındaki kısıtları ve demografik baskıları görünür hâle getirirken, özellikle gelişmiş ülkelerde nitelikli işgücü açığı belirginleşmektedir. Buna karşın, ekonomik aktivitedeki ivme kaybı, işgücü piyasalarında daha fazla esneklik gerektirmektedir. Uzaktan çalışma, yarı zamanlı istihdam, proje bazlı işler ve otomasyonun hızlanması, işletmelerin istihdam yapısını dönüştürmektedir.
Bölgesel farklılıklar da ön plana çıkmaktadır; Almanya ve bazı Avrupa ülkelerinde sanayi üretiminin zayıf seyretmesi, imalat sektöründe iş talebini düşürürken; hizmet sektörünün büyümesi yeni istihdam alanları yaratmaktadır. ABD’de güçlü tüketim talebi işgücü talebini desteklese de ücret artışlarının yavaşlaması beklenmektedir. Gelişen ekonomilerde ise genç nüfus yoğunluğu işsizlik sorununu yapısal bir karaktere büründürmektedir. Sonuç olarak, küresel işgücü piyasası hem demografik hem teknolojik dönüşüm baskısı altında daha esnek, verimlilik odaklı ve nitelik gerektiren bir yapıya doğru evrilmektedir.
4. Korumacılık & Ticaret Gerilimleri
Küresel ticaret sistemi 2026’ya yaklaşırken artan korumacılık eğilimleri ve jeopolitik gerilimlerle karşı karşıya kalmaktadır. Ülkelerin stratejik sektörlerini korumak için uyguladığı tarifeler, ihracat kısıtlamaları, teknoloji ambargoları ve tedarik zinciri güvenliği politikaları, uluslararası ticareti baskılamakta ve maliyetleri artırmaktadır. IMF, ticaret engellerinin genişlemesinin küresel GSYH üzerinde uzun vadeli bir negatif çarpan etkisi yaratabileceğini, özellikle tedarik zincirlerinde parçalanmanın verimliliği azalttığını vurgulamaktadır. Orta Doğu, Asya-Pasifik ve Doğu Avrupa’daki gerilimler, Enerji ve gıda arzı üzerinde oynaklık ve Teknoloji alanında ABD–Çin rekabetinin yoğunlaşması gibi Jeopolitik riskler de bu tabloyu ağırlaştırmaktadır. Bu unsurlar, iş dünyasının yatırım kararlarında belirsizliği artırmakta, küresel ticaret hacminde büyümenin yavaşlamasına neden olmaktadır.
5. Korunaksız Finansal Koşullar
Finansal piyasalardaki kırılganlıklar, özellikle yüksek borçluluk seviyeleri nedeniyle 2026 görünümünde önemli bir risk unsuru olarak öne çıkmaktadır. Dünya Bankası'nın değerlendirmelerine göre: Kamu ve özel sektör borç stoklarının tarihi zirvelere yaklaşması, sıkı finansal koşullar altında borç çevirme maliyetlerinin artması ve küresel faiz oranlarının halen görece yüksek seyretmesi bu kırılganlığı artırmaktadır.
Gelişmekte olan ekonomiler açısından durum daha çarpıcıdır. Düşen sermaye akımları, zayıf para birimleri ve artan finansman maliyetleri, bu ülkelerin dış borç servis yükümlülüklerini ağırlaştırmaktadır. Bu kırılgan yapı, finansal piyasalarda ani sermaye çıkışı, kur oynaklığı ve likidite yetersizliği gibi riskleri artırarak dalgalanmalara yol açabilir. Bu nedenle, 2026 yılı finansal istikrar açısından dikkatli yönetilmesi gereken bir dönem olarak görülmektedir.
6. Yapısal Dengesizlikler ve Uzun Vadeli Büyüme Sorunları
Küresel ekonominin büyük aktörlerinde görülen yapısal dengesizlikler, 2026 ve sonrası için sürdürülebilir büyüme açısından kritik bir zorluk oluşturmaktadır. Özellikle Çin ekonomisi, ihracata ve yatırımlara aşırı bağımlı büyüme modelini dönüştürme ihtiyacıyla karşı karşıyadır. IMF, Çin’in uzun vadeli istikrar için iç talebi artırması, hanehalkı tüketimini desteklemesi ve verimsiz kamu yatırımlarını azaltması gerektiğini vurgulamaktadır. Benzer şekilde küresel ölçekte: Üretkenlik artışının yavaşlaması, demografik yaşlanma (özellikle Avrupa, Japonya ve Çin’de), teknoloji geçişinin işgücü üzerindeki baskıları ve iklim değişikliği kaynaklı yatırım maliyetleri, uzun vadeli büyümeyi sınırlayan faktörlerdir.
Yapısal reformların gecikmesi durumunda, ülkeler potansiyel büyüme oranlarının altında bir ekonomik performansla karşı karşıya kalabilmektedir. Bu nedenle 2026 sonrası dönemin belirleyici unsuru, ekonomilerin daha dengeli, verimli ve yenilikçi bir yapıya dönüşüm hızları olacaktır.
Sonuç olarak, 2026 küresel ekonomisi, düşük işsizlik oranlarına rağmen yavaşlayan büyüme, artan korumacılık, finansal kırılganlıklar ve derinleşen yapısal dengesizliklerin oluşturduğu çok katmanlı bir baskı altında ilerlemektedir. Ticaret gerilimleri yatırım iştahını törpülerken, yüksek borçluluk seviyeleri özellikle gelişmekte olan ülkeleri hassas hâle getirmekte; demografik değişim ve teknolojik dönüşüm ise işgücü piyasalarını yeniden şekillendirmektedir. Çin başta olmak üzere büyük ekonomilerin sürdürülebilir büyüme için model değişimine zorlandığı bu dönemde, küresel sistemin geleceği belirsizlik ve kırılganlıklarla çevrilidir. Kısacası, 2026 yılı, dünya ekonomisinin hem dayanıklılığının hem de uyum sağlama kapasitesinin gerçek anlamda test edileceği kritik bir dönemeçtir.

























Yorum Yazın