1 Eylül Dünya Barış Günü’nü geride bıraktık. 1993 yılından bu yana daha çok Kürt sorununda barış ve demokratikleşme taleplerinin yükseldiği mitingler, yürüyüşler yapılır; sorunun farklı boyutlarının tartışıldığı paneller ve konferanslar düzenlenir.
Bu yıl, yeni çözüm süreci nedeniyle öne çıkan mesajlar, talepler ve etkinliklere katılım daha da önem arz ediyor. Yeni çözüm sürecine dair toplumsal heyecan ve umudu gözlemleme şansı bakımından da dikkate değerdi. Ancak her yıl olduğu gibi, Kürtlerin yoğun yaşadığı metropoller ve yerleşim yerleri dışında, ayrıca Kürt sorunu konusunda duyarlılığa sahip siyasi çevreler haricinde ciddi bir kıpırdanma ve hareketlilik olmadı. Siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri ve demokratik kurumlar mesaj dahi yayınlamadılar. Bu yıl merkez Türk siyasetinde bazı şahısların iki dilli basın açıklamaları tarihe geçek nitelikte ilk örnektir.
Meclis’te bir parti hariç diğer tüm partilerin katılımıyla kurulan yeni çözüm süreciyle ilgili komisyon çalışmaya başlamasına rağmen, Kürt sorununun çözümü ve barış hâlâ Türkiye’nin bütününün öncelikli gündemi olabilmiş değil. Bunu, İstanbul’dan veya Ankara’dan herhangi bir toplantı için Diyarbakır’a, Van’a uçanlar uçaktan ilk adımı attığı andan itibaren hissederler. Yılda bir gün bile 81 ilin gündemini ortaklaştırmayı başarabilmiş değiliz.
Bu, Türkiye’nin Kürt sorununu eşitlik temelinde çözmeye hâlâ mesafeli oluşunun bir emaresi olsa gerek. Başka bir ifadeyle, barışın toplumsallaşması mücadelesinde bulunduğumuz noktaya ya da almamız gereken yolun uzunluğuna işaret ediyor.
Burada yaşanan şey herhangi bir soruna karşı toplumsal ve siyasal ilgisizlik, duyarsızlık değil. Birleşmiş Milletler’in birçok kararına göre, evrensel temel hakların en başında barış hakkı gelir. BM İnsan Hakları Konseyi’nin 22 Haziran 2017’de kabul ettiği Barış Hakkı ve Halkların Barış Hakkı Bildirgesi’nde, herkesin barış hakkı olduğu; bunun yalnızca silahlı ya da silahsız çatışma yokluğu değil, toplumsal diyalogların güçlendirildiği, çatışmanın kök nedenlerinin ortadan kaldırıldığı, sosyal, ekonomik ve kültürel eşitliğin tanındığı bir durum olduğu vurgulanır. Yani burada siyasal ve toplumsal yaşamın özünü oluşturan bir haktan söz ediyoruz.
Aslında ana akım Türk seçmeni veya toplumu, bu hakkın kullanımını siyaset kurumuna havale etmiş durumda. Siyaset kurumunun yaklaşımına göre dönemsel farklılık gösteren tutumlar alınmakta. Bu nedenle, 40 yılı aşan savaş ve çatışmaya rağmen insan hakları bilincinin yerli yerine oturmadığı ve barış hakkının yeterince toplumsallaşmadığı bir gerçek.
Toplumsal duyarlılık ile hak temelli bilgi ve bilinç gelişmişliği, değişim ve dönüşümün yolunu açar. Salt aidiyet bağına ya da siyasi güvene dayalı davranış ve tavırlar ise kolay, hızlı ve radikal tutum alışlara yol açmakta; bunun sonuçları da çoğu zaman sarsıcı ve yıkıcı olmaktadır.
Siyasetin Keyfiliği, Toplumun Sessizliği
Nitekim 2013–2015 çözüm sürecine verilen yüzde 80’lere varan toplumsal destek, 28 Şubat 2015’teki Dolmabahçe açıklamasından sadece bir ay sonra tam tersine dönmüş, barış arayışından hızla uzaklaşılmış ve bunun hiçbir siyasi sonucu olmamıştır. Bu, yakın dönemde yaşanan en tipik vakadır.
Sanırım siyasi iktidar da tam olarak bu durumdan cesaret alarak, yeni çözüm sürecinde çok rahat ve keyfi davranışlar sergiliyor. PKK’nin fesih kararı ve simgesel silah yakmanın yarattığı umutları, tarihsel fırsatı hakkıyla ve hızla değerlendirmekten uzak, sorumluluğundan kaçan bir konumda.
Yukarıda özetlenen BM kararında ifade edilen barış; özgürlüğün, demokrasinin ve toplumsal adaletin toplumun her alanında yaşam bulmasını gerektiriyor. Yeni çözüm sürecinin gerçek ve tam başarısı da ancak böylesi bir toplumsal dönüşümle mümkün olacaktır. Türkiye’nin önümüzdeki dönem toplumsal sorumluluğu ve temel görevi, bunun hayata geçirilmesidir. Yeni çözüm süreci, böylesine tarihsel bir dönüm noktasında her kesimin omuzlarındaki büyük bir yük ve sorumluluktur.
Barışı inşa etmek, ortaya çıkan her türden en küçük fırsatı değerlendirebilme becerisi ve esnekliğiyle mümkündür. 1990’lardan bu yana defalarca kapımıza gelen barış fırsatını bu kez de kaçırmamak için çoklu ve farklı toplumsal duyarlılıkların barış için, çözüm için harekete geçmesi şarttır.
Çok kimlikli, çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı, demokratik, eşit ve özgür bir Türkiye’nin geleceğinin kilidini açacak olan, Kürt barışıdır.

Yorum Yazın