Tarihin teyit ettiği çıplak gerçek şudur: Kendi dışında herkesi reddeden iktidarların çöküşü kaçınılmaz olmasa bile, yüksek ihtimaldir. Çünkü siyasal sistemlerin devamlılığı sadece güçle değil, aynı zamanda esneklikle mümkündür. Esneklik yoksa, kırılma kaçınılmaz hale gelir
Sovyetler Birliği’nin çöküşü hâlâ tartışılıyor. Vladislav Zubok’un Collapse: The Fall of the Soviet Union adlı kitabı, bu büyük imparatorluğun dağılmasını yalnızca ekonomik krizlerle değil, esasen yanlış yönetilen reformlar ve liderlik zaafı üzerinden açıklıyor. Gorbaçov, bir yandan sistemi reforme etmek, bir yandan da ayakta tutmak için çelişkili adımlar attı. Ne eski düzeni koruyabildi ne de yeni bir sistem kurabildi. Zubok’un ifadesiyle, “Gorbaçov iyi niyetliydi ama strateji üretemeyen bir reformcuydu”.
Bugün Türkiye’de, özellikle AKP içinde yaşanan gelişmelere bakıldığında bu tarihsel örneğin yankılarını görmek mümkün. Sovyetler Birliği “fazla çoğulculuk” yüzünden dağıldı; AKP ise “fazla merkezileşme” ile ayakta kalmaya çalışıyor.
Mücahit Birinci ve Furkan Bölükbaşı gibi isimlerin devre dışı bırakılması, partinin farklı tonlara tahammül göstermediğini ortaya koyuyor. Erdoğan’ın liderlik tarzı Gorbaçov’un tam tersidir: Kararsız değil, fazlasıyla kararlı. Bu kararlılık parti bütünlüğünü kısa vadede koruyabilir. Ancak Zubok’un uyarısı burada kritik: “Liderlik boşluğa düşerse, merkezkaç güçler hızla sahneye çıkar; eğer liderlik çok sertleşirse, aynı güçler yeraltına iner ama kaybolmaz” .
Rezan Epözdemir davası bu gerilimi somutlaştırdı. Eski milletvekili Şamil Tayyar, Mehmet Uçum’u işaret ederek “hatırlı isimlerin devreye girdiğini, Başsavcı Akın Gürlek’in kuşatma altına alındığını” söyledi. AKP içinde bu kadar açık bir çatışma nadiren yaşanır. Uçum iddiaları reddetti, dava açacağını açıkladı. Ancak tartışma burada bitmedi; Metin Külünk ve Mücahit Birinci de Tayyar’a destek verdi. Böylece parti içindeki hizipler, kamuoyu önünde görünür hale geldi.
Bu tablo Sovyetler’in son dönemini hatırlatıyor. Boris Yeltsin’in Gorbaçov’a meydan okuması, merkezi otoritenin çözülmesini hızlandırmıştı. Zubok, bu süreci şöyle anlatır: “Siyasi merkez çöktüğünde, farklı cumhuriyetler ve liderler hızla kendi yollarını seçti. Birliği ayakta tutacak hiçbir bağ kalmamıştı”. AKP’de henüz Yeltsin kadar güçlü bir figür yok. Erdoğan hâlâ rakipsiz. Ama Tayyar–Uçum gerilimi, parti içinde sessizce biriken fay hatlarını ortaya koydu.
Bununla birlikte çatlaklar sadece AKP’nin kendi içinde değil, ittifak ilişkilerinde de kendini gösteriyor. Cumhur İttifakı’nın paydaşı MHP ile AKP arasında, özellikle aday belirleme süreçlerinde ve bürokratik kadrolar üzerindeki nüfuz mücadelesinde sürtüşmeler yaşanıyor. Son dönemde kulislerde MHP’nin, AKP içindeki bazı atamalara mesafeli olduğu, kimi kritik belediyelerde adaylık tartışmalarının ipleri gerdiği konuşuluyor.
Bir diğer rahatsızlık kaynağı da belediye transferleri oldu. Özellikle Aydın’da yolsuzluk iddialarıyla gündeme gelmiş bir belediye başkanının AKP’ye katılması, parti içinde bile homurdanmalara yol açtı. Tabanda, “temiz siyaset” söylemiyle çelişen bu hamle, sadık teşkilat kadroları arasında tepki yarattı. Bu da AKP’nin içeride yalnızca ideolojik değil, pragmatik ve çıkar odaklı gerilimlerle de uğraştığını gösteriyor.
Tarih bize şunu gösteriyor: Büyük ve güçlü görünen yapılar, kendi içlerinde çoğulculuğu bastırıp tek sesliliği kutsadıklarında bir süre için sarsılmaz görünebilirler. Ama bu, gerçek bir güçlenme değil, katılaşmadır. Katılaşan her yapı da kırılgandır.
Sovyetler Birliği tam olarak bu hataya düştü. Zubok’un ifadesiyle, “Sistem farklı görüşleri ya bastırdı ya da görmezden geldi; sonunda liderlik kararsız kalınca bastırılan bütün enerjiler patladı”. Baskıyla ötelenen sorunlar, günü geldiğinde çok daha şiddetli biçimde geri döndü.
Benzer şekilde, kendi fikri dışında herkesi reddeden, farklı sesleri içeriden atan bir iktidar da kısa vadede düzen sağlayabilir. Ama uzun vadede şu riskler birikir: Tabanda kopuş, toplumsal meşruiyetin dar bir çekirdeğe sıkışması, ittifakların kırılganlaşması ve içeride biriken basıncın en zayıf noktadan patlak vermesi.
Bu yüzden tarihin teyit ettiği çıplak gerçek şudur: Kendi dışında herkesi reddeden iktidarların çöküşü kaçınılmaz olmasa bile, yüksek ihtimaldir. Çünkü siyasal sistemlerin devamlılığı sadece güçle değil, aynı zamanda esneklikle mümkündür. Esneklik yoksa, kırılma kaçınılmaz hale gelir.
Peki bu tablo, Erdoğan’ın hâlâ her şeyi kontrol edebildiğinin göstergesi mi? Yoksa aslında kontrolün yavaş yavaş kaybedildiğinin ve yaklaşan bir çöküşün habercisi mi?

Yorum Yazın