Laiklik ve milliyetçilik tartışmaları bağlamında Atatürkçülüğü yeniden inşa etme ihtiyacı
SİYASETTüm bu değerlendirmeler ışığında Atatürkçülüğün eleştiriye kapalı, durağan bir ideolojik alan değil; kendini yenileyebilen, çoğulculuğa açık bir siyasi tutum olması gerektiği söylenebilir.
Atatürkçülüğün eleştiriye kapalı, durağan bir ideolojik alan değil; kendini yenileyebilen, çoğulculuğa açık bir siyasi tutum olması gerektiği söylenebilir. Kemalist mirasın demokratik modernliğe katkısı inkâr edilemez. Ancak bu miras, yerinde saymakla değil; onu çağın gerekleriyle uyumlu hale getirmekle yaşatılabilir.
Türkiye'nin modernleşme serüveni, sadece seküler elitlerin değil, muhafazakâr kesimlerin de katkı sunduğu sosyolojik bir genişliğe ulaştı. Gelinen nokta itibariyle Türkiye’nin kurucu modernleşme vizyonunu temsil eden Atatürkçüler ilerleme serüveninde yalnız değiller. Bu sosyolojik vasata rağmen hala kendini Atatürkçü olarak tanımlayan çevreler, sahip oldukları kültürel birikim, ekonomik olanaklar ve toplumsal itibarları bakımından ülkenin modernleşme çıtasını temsil etmekte. Atatürkçü kitle olmasa Türk modernliği Mısır düzeyine gerilemiş olurdu. İslam dünyasının en seküler ve modern ülkesi Türkiye. Ülkedeki seküler modernliğin düzeyini ise Atatürkçüler belirliyor. Ayrıca son yıllarda sivil toplumda gelişen Atatürkçü duyarlılık, bu ideolojiyi yalnızca bir devlet projesi olmaktan çıkararak geniş toplumsal kesimlerin içselleştirdiği bir yaşama biçimine dönüştürdü. Bu bağlamda kadınların ve gençlerin Atatürkçü vizyona sahip çıkmalarındaki kararlılık dikkat çekici düzeydedir.
Tartışmayı sosyolojiden ideolojiye kaydırdığımızda ise Atatürkçülüğün mevcut konumunda bazı sorunlu alanların olduğu görülmektedir. Post-Kemalist dönemde, Anti-Kemalist eleştirilerin etkisini kaybettiği doğrudur. Artık pek az kesim Türkiye’deki demokrasi eksikliği sorunundan kurucu ideolojiyi sorumlu tutmaktadır. Fakat bu durum, Atatürkçü çevrelerin küresel siyasetin değişen dinamiklerine duyarsız kalmalarını haklılaştırmaz. Atatürkçülük, cumhuriyetçiliği temel alan bir yurtseverlik anlayışına sahiptir ve bu yönüyle ulusal birliği önceleyen bir duruş sergiler. Ancak yurttaşlık merkezli bu yaklaşım, çoğu zaman kimlik taleplerine mesafeli durmakta, özellikle Kürt meselesi gibi sorunların çözümünü geciktiren bir pozisyonda ısrar etmektedir. Oysaki kimlik taleplerini dışlamadan, yurttaşlık idealiyle bu hattı buluşturacak siyasal bir dile ihtiyaç vardır. Her türlü kimlik talebini bölücülük ve gericilik olarak değerlendirmek Atatürkçülüğü zamanda dondurmakta, dogmatik bir siyasi dile mahkum etmektedir.
Laiklik meselesi de benzer şekilde bir yeniden değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de laiklik savunusu çoğu zaman Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar aracılığıyla devlet eliyle din hizmeti sunulmasına itiraz etmeyen, hatta bunu laikliğin gereği olarak gören bir anlayışla yürütülmektedir. Aynı biçimde tarikat ve cemaatler söz konusu olduğunda Atatürkçü çevrelerin refleksi çoğunlukla yasakçılık üzerinden şekillenmektedir. Oysa çağdaş demokrasilerde laiklik, sadece din ile devletin ayrılığı değil, aynı zamanda bireyin inanç özgürlüğünü de güvence altına alan bir ilkedir. Türkiye’de laikliğin bu evrensel formdan sapması, bir istisnacılık söylemiyle meşrulaştırılmakta; bu çevrelerce dinin kontrol altında tutulması gerektiği savunulmaktadır. Fakat laiklik devletin din değil, dinin devlet karşısında özgürleşmesine olanak tanıyan bir ilkedir. Atatürkçülük bu açıdan kendi içindeki çelişkileri sorgulamak ve evrensel normlarla yeniden temas kurmak zorundadır.
Ne yazık ki Atatürkçü ideoloji adına konuşan aydınlarda, bu yönelimi idealleştiren partilerde ve doğrudan doğruya Atatürkçü kamuoyunun kendisinde böylesi bir duyarlılık ön plana çıkmamaktadır. Atatürkçü kesim Diyanet İşleri Başkanlığının kendisini değil, Cuma hutbelerinde Atatürk’ün adının anılmaması ve kurumun yüksek düzey harcamaları gibi onun bazı uygulamalarını tartışma konusu yapmaktadır. Ayrıca Alevilerin din ve vicdan özgürlüğünden tam anlamıyla yararlanması için Türkiye’deki laiklik anlayışının değişmesi gerekmektedir. Alevilerin mağduriyetlerine hassasiyet gösteren pek çok Atatürkçü sorunun asıl nedeninin laikliğin çarpık uygulamasından kaynaklandığı görememektedir. Dahası tarikat yasağının antidemokratik bir uygulama olduğu, tarikatlara yönelik olumsuz yargının toplumsal barışa hizmet etmediği de açıktır.
Tüm bu değerlendirmeler ışığında Atatürkçülüğün eleştiriye kapalı, durağan bir ideolojik alan değil; kendini yenileyebilen, çoğulculuğa açık bir siyasi tutum olması gerektiği söylenebilir. Kemalist mirasın demokratik modernliğe katkısı inkâr edilemez. Ancak bu miras, yerinde saymakla değil; onu çağın gerekleriyle uyumlu hale getirmekle yaşatılabilir. Atatürkçülük, kurucusunun hedef gösterdiği “muasır medeniyet” idealine ulaşmak için sadece geçmişin başarılarına değil, geleceğin ihtiyaçlarına da cevap verecek bir siyasal esnekliğe kavuşmalıdır. Laiklik ve milliyetçilik gibi temel ilkeler, savunulmaya devam edilmelidir; fakat bu savunu, mutlakiyetçi değil, dönüştürücü bir yaklaşımla yapılmalıdır. Kısacası Atatürkçülük, Türkiye'nin hem modernleşme mirası hem de demokratikleşme ihtiyacının kesişim noktası olarak yeniden kurgulanmalıdır.
İlginizi Çekebilir