© Yeni Arayış

“Terörsüz Türkiye”, PKK’nın adımları ve muhalefetin sorumluluğu

Siyasi özne olmak istiyorsa DEM Parti başta olmak üzere, tüm muhalefet partileri ve siyasi aktörler; seçim kazanma hedefinin “maksimize”, parti çıkarlarının “minimize” edildiği biz uzlaşı noktası bulmak zorundalar.  Ülke gerçeklerine rağmen bu yapılmıyorsa; siyasi sahnede olanların bir biçimde kazandığı, siyaset dışında olan bizlerin kaybettiği oyunun bir perdesi daha sona ermiş olacak

Türkiye gerçekten garip bir ülke.

Önceki gün İBB’nin seçilmiş başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte danışmanı Necati Özkan ve Tele1 GYY’ni Merdan Yanardağ hakkında “casusluk” gibi ciddi bir suçlama ile soruşturma açıldı.

Aynı günün akşamında ise sabah başlatılan soruşturmaya iddia olan suçlamalar yargılanıp, mahkum edilmiş gibi, bu suçların işlendiği araç olarak kabul edilen Tele1’e kayyum atandı.

Tek başına Tele1’in bir medya olarak susturulması bile Türkiye’nin demokrasiden bir adım daha uzaklaşmasının göstergesi.

Önceki günün şokunu atlatamadan dün sabah ise “terörsüz Türkiye” sürecinde PKK’nın bazı adımlar atacağı haberi düştü gündeme.

Bu haberi duyunca önceki gün kaybettiğimiz demokratik standarda geleceğimizi düşünmeyin sakın.

Çünkü iktidar iki süreci ayrı ayrı yürütüyor.

“TERÖRSÜZ TÜRKİYE”: NEREDEN NEREYE

Kısa bir hatırlatma ile başlayalım.

Bahçeli’nin ilk adımını attığı “terörsüz Türkiye” hedefinde bir yıl geride kaldı.

Bu sürede, Öcalan’ın çağrısı üzerine PKK kendini feshetme kararı aldı. Sonrasında Süleymaniye’de sembolik bir silah bırakma töreni silahlar yakılarak yapıldı.  

Yine bu süreç içinde Meclis’te PKK’nın tamamen silah bırakmasından sonra izlenecek yol haritasını çıkarmak ve Meclis’e sunmak üzere bir komisyon kuruldu. Bu komisyona İyi Parti katılmadı. Komisyon yaptığı toplantılarda ilgili pek çok kişi ve kurum temsilcisini dinledi.

Komisyondan beklenen, Meclis’e ilgili yasal düzenlemeler konusunda bir yol haritası sunması. Normal şartlarda Komisyon’un bunun için Aralık sonuna kadar süresi var.

Diğer yandan bu süreçte iki önemli tartışma hala sonuçlanmış değil.

İlki Öcalan’ın görüşme notlarına yansıyan komisyonu temsilen bir grubun kendisini ziyaret edip etmeyeceği,

İkincisi ise Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’de Meclis Grup Toplantısı’nda dile getirdiği Öcalan için “umut hakkı” konusunda Meclis’in adım atıp atmayacağı.

İlk konuda MHP lideri Bahçeli ve komisyon üyesi ve Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’dan olumlu çıkış geldi. Ama henüz adım atılmadı.

İkinci konu ise şimdilik rafa kaldırılmış gibi. DEM Partililer ve bazı yorumcular dışında kimse konuyu gündeme getirmiyor çok fazla.

ZİYARET YETMEZ ÖZGÜRLÜK DE GELSİN

Diğer yandan bölgede ve Kürt siyasi hareketine  yakın medya organlarında bu iki tartışma çok daha canlı ve güçlü.

Dahası ülkenin farklı illerinde çözümsüz kalmış iki tartışma konusunda çok daha net çıkış var; komisyon temsilcileri Öcalan’a gitsini aşan bir talep bu; Öcalan serbest bırakılsın.

Bunun için yürüyüşler, toplantılar, kampanyalar düzenleniyor. Uluslararası alanda bilinen akademisyen ve yazarlar bu yönde her gün yeni bir açıklama yapıyor.

Yine Kürt siyasi hareketine yakın medyayı izlediğinizde gördüğünüz bir şey daha var; Öcalan neredeyse Kürt siyasi gruplarının düzenlediği neredeyse her etkinliğe bir mektup yolluyor oluşu. Avukatların adaya gidişinin sınırlı olduğunu düşünürsek bu mesajların devletin kurumları üzerinden ulaştırıldığı söylemek yanlış olmaz.

SINIRDIŞINA ÇEKİLME SÜRPRİZİ

Bütün bunlar olurken medyada dünden bu yana PKK’nın bir iki adım daha atacağı konuşulmaya başlandı. İlki, Türkiye’de sınırları içinde bulunan PKK’lıların sınır dışına çekilmesi, ikincisi de Kuzey Irak’ta PKK’nın bıraktığı silahların görüntüleri.

PKK’nın silah bırakma sürecinin, MİT’in de içinde olduğu uluslararası bir grup tarafından zaten gözetim altında olduğunu biliyorduk.

Ancak Türkiye’deki unsurların –sayısı az olsa da-çekilmesi kuşkusuz önemli bir adım.

Ki ilk çözüm sürecinde 5 Nisan 2013’de bu adım atılmış ve hükümet taahhüt ettiği demokratik adımları atmayınca 9 Eylül 2013’de durdurulmuştu.

Diğer yandan Suriye’nin kuzeyinde Şam ve SDG yönetimi arasında ise karşılıklı güven sorunundan kaynaklı bir belirsizliğin sürdüğünü söylemek mümkün.

Öcalan Rojova, “benim kırmızı çizgim” derken, Bahçeli, Öcalan’ın 27 Şubat çağrısının SDG ve unsurlarını da kapsadığını ve buna uyulmasını yüksek sesle ifade ediyor.

Özetle 1 Ekim 2024’den bu yana nereden nereye geldiğimizin özetini şöyle yapabiliriz.

* Öcalan Kürt siyasi parti ve gruplarıyla canlı bir iletişim içinde,  

* PKK’nın silah bırakma iradesinin arkasında,  

* Komisyon çalışmaları beklenenden ağır yürüyor,

* DEM Parti ve CHP başta olmak üzere kimi muhalefet partileri bu sürecin olmazsa olmaz adımlarının demokratikleşme olduğunu ve bu konuda hiçbir adım atılmasığını ifade ediyor,

* Kürt medyası ve sivil toplum kuruluşları Öcalan’ın özgürlüğünün talep ediyor ve

* Suriye’nin kuzeyinde belirsizlik sürüyor.

Asgari demokratikleşme taleplerinin bile görmezden gelindiği; “devleti” dış tehditlerden korumu kaygısıyla muhalefetin siyaset dışı bırakılacağı ve DEM Parti’nin gönüllü olacağı; içerde ya da dışarda olması fark etmeksizin Öcalan’ın muhalefet temsilcisi olduğu bir Türkiye’ye doğru gitmemiz ihtimal dışı değil. Bu devlet merkezli bir otoriter sistemin kendini iyice konsolide edeceği bir Türkiye’ye demektir. 

DEVLET MERKEZLİ ÇÖZÜM

Peki bütün bunlar hangi Türkiye’de oluyor?

İktidar blokunun CHP’yi hem yerelde hem de genel merkez düzleminde felç etme çabasının yoğunlaştığı, kayyum uygulamalarının belediyelerden iş dünyası ve medyaya uzandığı ve makro düzeyde temel hak ve özgürlüklerin, siyasetin alanının daraldığı bir iklimde oluyor.

Özetle “terörsüz Türkiye”, toplumun ve siyasetin devrede olmadığı, devletin bizatihi Öcalan ile yürüttüğü ve Kürtleri de kurmaya çalıştığı “yeni bir devlet/cumhuriyet”in hukuki olarak eşit parçası yapmaya çalıştığı bir süreç içindeyiz.

Özetle iktidar/devlet bloku, “terörsüz Türkiye” sürecini asgari demokratikleşme taleplerini dahi dikkate almadan ilerletmeye çabalıyor.

İlginç olan ise bu süreçte “demokratikleşme” taleplerini önemseyenler, süreci destekleyenler tarafından romantik bulunuyor neredeyse.

MUHALEFETİN SORUMLULUĞU

İktidar/devlet bloku siyasi gücünü muhalefetin siyasi dağınıklığı ve güçlü devlet karşısındaki siyasetsizliğinden ve asgari müştereklerde dahi uzlaşamamalarından alıyor.

Asgari demokratikleşme taleplerinin bile görmezden gelindiği; “devleti” dış tehditlerden korumu kaygısıyla muhalefetin siyaset dışı bırakılacağı ve DEM Parti’nin gönüllü olacağı; içerde ya da dışarda olması fark etmeksizin Öcalan’ın adı konulmamış temsilcisi olduğu bir Türkiye’ye doğru gitmemiz ihtimal dışı değil. Bu devlet merkezli bir otoriter sistemin kendini iyice konsolide edeceği bir Türkiye’ye demektir. 

Bu Türkiye’de, Kürtlere anayasal olarak haklar verilse bile onlar dahil olmak üzere çoğunluk demokratik ve özgür bir ülkede yaşamadıkça hiçbir sorun çözülmüş sayılmaz.

O yüzden siyasi özne olmak istiyorsa DEM Parti dahil olmak üzere, tüm muhalefet partileri ve siyasi aktörler; seçim kazanma hedefinin “maksimize”, parti/kişisel çıkar/lar/ının “minimize” edildiği biz uzlaşı noktası bulmak zorundalar.

Ülke gerçeklerine rağmen eğer bu yapılamayacaksa; siyasi sahnede olanların bir biçimde kazandığı, siyaset dışında olan bizlerin kaybettiği oyunun bir perdesi daha sona ermiş olacak.

Bu yazı umutsuzluktan çok olabildiği ölçüde gerçekçi perspektiften kaleme alınmıştır.  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER