© Yeni Arayış

Filistin Sorunu’nu paranteze almak

ABD Başkanı Donald Trump’ın övgüsüne mazhar olmayı ve ateşkes sürecinde etkin rol almayı dünya liderliği olarak pazarlamak veya Gazze’nin yeniden inşasında rol kapmak Türkiye’ye insani bir değer kazandırmaz; aksine ülkenin sosyal ve siyasal çürümesini hızlandırır.

ABD, Türkiye, Katar ve Mısır, Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde düzenlenen Barış Zirvesi’nde barış için bir niyet belgesi imzaladı. İmzalanan metin, gerçekten Filistin’e kalıcı barış getirecek ya da Filistin sorununu çözecek bir belge değil. Olsa olsa, CHP lideri Özgür Özel’in ifade ettiği gibi daha çok bir ateşkes metni niteliğinde olabilir. İsrail’in bu tür taahhütlere uyma konusunda sicilinin bozuk olması nedeniyle ateşkese ne derece uyacağı şimdiden merak ediliyor.

ABD Başkanı Donald Trump’ın imza törenindeki “Bu, yeni bir Ortadoğu'nun tarihi şafağı. İsrail ve dünya için inanılmaz bir zafer” sözleri de durumu özetliyor olabilir. Aynı konuşmada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ABD’yi hiçbir zaman yüzüstü bırakmadığını” söylemesi de fazlasıyla dikkat çekiciydi.

Erdoğan, Mısır dönüşü uçakta bu sözlere şu biçimde yanıt verdi: “Başkan Trump'ın Gazze çatışmasını sonlandırmaya ve Orta Doğu'ya kalıcı barış getirmeye yönelik samimi çabalarını destekliyor ve arkasında duruyoruz.”

İsrail’in, başta Gazze olmak üzere Filistin topraklarında son iki yılda sürdürdüğü soykırımın ve bölge ülkelerine karşı gerçekleştirdiği devlet terörünün bir biçimde durdurulmuş olması; ateşkesin sağlanmış olması değerli ve önemli bir gelişmedir.

Ateşkesi sağlayanın ABD lideri Donald Trump veya başka dünya liderleri olduğu yönünde bir algı yaratmaya dönük atraksiyonlara aldırmamak gerekir. Ateşkesi sağlayan; Filistin’in özgürlüğü ve Netanyahu’nun soykırım suçundan yargılanması için mücadele edenlerdir.

Bunun Filistin sorununun çözümüne kapı aralayan bir fırsata dönüştürmesi  ise ateşkesin insanlığın ortak evrensel değerleri gözetilerek gerçekleşmesini gerektirir. Veya ateşkes  arkasında Filistin sorununu çözüme kavuşturacak bir siyasal çerçeve bulunmalıdır.

Farklı değişim sancıları yaşayan dünyada, 1950 sonrasında büyük bedellerle inşa edilmeye çalışılan insan hakları rejiminin evrensel kıstasları norm hâline gelmekte zorlanıyor. Çağımızın otoriter yönetimleri, değersizler rejimlerini dünyaya hâkim kılmaya çalışıyor. Gazze’de ve bölgemizdeki savaşlar, çatışmalar ile siyasi altüst oluşlar bu çarkın dişlilerinden biri. Güvencesizliğin egemen olduğu dünyamızda imzalanan belge, İsrail’i güvence altına alan bir mahiyet taşıyor.

Bu ahval altında, siyasal ve toplumsal güçler dengesizliğinde maksimalist bir yaklaşım sergilemek gerçeklikten uzak kalmak anlamına gelir. Gazze şeridinde 65.000 kişinin öldüğü, 288.000 ailenin evsiz kaldığı; çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere 9.500 kişinin cesedinin kayıp olduğu bir ortamda, ellerin tetikten çekilmesi ve silahların susması insanlık için bir nefes alma imkânı sundu. Ancak sonrasında Filistin sorununun nasıl çözüleceğini küresel aktörlerin ağzına vermek olanaksız; imza töreninde Trump’ın, soykırım suçundan yargılanan Binyamin Netanyahu’nun zaferini ilan edercesine konuşması da bunun göstergesiydi.

Netanyahu, Cezasızlık ve Bölgesel Riskler

Birçok ülkenin Filistin devletini tanıdığı ve Netanyahu’nun soykırım suçundan yargılandığı bir dönemde bu girişim, barış girişiminden ziyade Netanyahu’yu kurtarmaya; Gazze’yi yeniden inşa ederek kent rantına açmaya dönük bir adım olarak görülebilir. İsrail lideri Binyamin Netanyahu’nun cezasızlığını garanti edecek ve Hamas ile birlikte Muhammed Mustafa Başkanlığındaki Filistin yönetiminin tasfiyesini hedefleyen bir yaklaşım, bölge halkları için tehdit olmaya devam edecektir. ABD lideri ve ortakları soykırım suçu işleyen Netanyahu ve arkadaşlarını yargılanmaktan kurtaracak bir proje hayata geçirilmek istendiği çok açık.  Bu yaklaşımla nasıl barış oldukça zor.

Netanyahu’nun bölge ülkelerinin durumunu ve hak temelli beka sorununu artırması kuvvetle muhtemeldir. İsrail içi muhalefetin etkisinin kırıldığı bir dönemde Trump’ın Netanyahu için can simidi olabilecek bir süreç ördüğü söylenebilir. Bu durum şaşırtıcı değildir.

Trump’ın açıkça “Ben iki devletli bir çözümle ilgilenmiyorum; benim derdim Gazze’nin yeniden inşası” gibi ifadeleri olduğu bir ortamda, savunma bakanının adını “savaş bakanı” yapan birini övüp, “Gazze çatışmasını sonlandırmaya ve Orta Doğu'ya kalıcı barış getirmeye yönelik samimi çabalarını destekliyoruz” demek; bu çabalara ortak olmak, Filistin sorununu bir kenara bırakmak anlamına gelir.

Filistinlileri İsrail’in ve emperyalist güç odaklarının insafına terk etmek; çeşitli nedenlerle bu duruma göz yummak başka bir anlama gelmez ve somut sonuçlar doğurur. Bu, Ortadoğu’nun Batı emperyalist güçlerinin “ötekisi” halinin sürmesine rıza göstermek ya da bunu paylaşmak olur.

Mısır’da imzalanan Trump anlaşmasının ne derece uygulanabilir olduğu ciddi tartışma kaldırır niteliktedir. İsrail bugüne kadar hiçbir anlaşmaya tam anlamıyla uymadığı gibi; uluslararası kurumlar ya da Arap ülkeleri dâhil hiçbir ülke, bu tür keyfi tavır ve saldırganlığın hesabını tam olarak sormamıştır.

Bugüne kadar ABD koruması altında birçok meydan okuma gerçekleştiren İsrail, iki yıldır sürdürdüğü soykırım politikalarını sürdüremez bir noktaya geldiğinde ateşkes ile sınırlı bir anlaşma onun için bulunmaz bir fırsat kapısı olabilir. Bunu engelleyebilecek bir aktörün olup olmadığı ise kuşkuludur.

Bu kapsamda, ABD Başkanı Donald Trump’ın övgüsüne mazhar olmayı ve ateşkes sürecinde etkin rol almayı dünya liderliği olarak pazarlamak veya Gazze’nin yeniden inşasında rol kapmak Türkiye’ye insani bir değer kazandırmaz; aksine ülkenin sosyal ve siyasal çürümesini hızlandırır.

Gazze vahşetinin durdurulmasına diplomatik ilişkiler ve siyasi nüfuz kullanarak katkı sunmak takdir edilmesi gereken bir durumdur. Ancak bu, Gazze ve Filistin halkının kaderinin dış aktörlerin eline bırakılmasına rıza göstermek ya da suç ortaklığına mazeret oluşturmak anlamına gelmez.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER