Aşk bir umuttur küçüğüm. Peki, olasılık nedir bilir misin? Aşk olsalık-tır, sevgi ise sonuç. Yaşam ile aramızda olan bu matematik işlemini lütfen, bir sonuca bağlamayalım. Bana yardım et, bu belirsizlik, bu sis her ikimizin de yolunu aydınlatacaktır.
Yüzünü görür gibi oluyorum. Kâğıdın üzerine düşüyor gözlerin. Başta cam gibi aydınlık… Sonra, mektubun başlığını görür görmez cam buğulanıyor, üzerine birkaç damla yaş ve kara gümrah kirpiklerinden üç tane düşüyor. Onlar senden önce dokunuyor kelimelere… Sakin ol bana kızma güzelim, bu kez uzun yazdım sana!
Tatilin henüz yeni başladı. Birbirimizin yüzünü gizlice gördüğümüz bakkal dükkânı, beni utanarak gözetlediğin berber koltuğu, sokaklarımızı ayıran köşe başı, yerdeki kaldırımlar hepsi aynı... Bir tek sen değiştin!
Giderken her şeyi almışsın, annen söyledi. Sana verdiğim kitapları, birlikte aldığımız defterleri... Hemen korkma, çünkü sen ne zaman korksan kolların kısalıp parmakların küçülüyor. İşte o an anlıyorum, benimle olmaktan, bensiz kalmak kadar korkuyorsun! Annene bir şey söylemedim hem ne diyebilirdim ki? Kararlaştırdığımız gibi tek günleri ben aldım, çift günleri sen. Herkes kendi gününde daha çok özlemeye, düşünmeye, daha çok yazmaya ant içti. Aşk her koşulda gizli bir yemin değil mi?
Mektuplarında adayı öyle güzel anlatmışsın ki, seninle kulaç açıyorum her satırda güneşe. “Denizler aşkın cellâdıdır,” diye okumuştum bir yerde. O kadar kıskanç olurmuş ki deniz tanrısı; nerede bir erkek kadınına kavuşmak istese ona giden yol uzar, bulanır, soğur ve canandan uzaklaşırmış. Çünkü Poseidon, bütün güzel kadınları kendine saklarmış. Sırf bunu denemek için bile olsa, bir gece denize bırakasım geliyor kendimi, sonra vazgeçiyorum...
Şimdi saat... Orada da gece olmalı. Benim gecem, lacivert bir gökyüzü, üzerinde uçuşan kırmızı gelincikler, deniz köpük renginde, usulca düşüyor kirpiklerin ellerime. Sonra kalemi, alıyorum elime gökyüzü gökkuşağı renginde oluyor, her renk gözlerin, her renk sözlerin...
Ben seni düşünürken bile ısınıyorum...
Senin geceni merak ediyorum? Mektubumu alınca ayın on ikisini sakın unutma, o en çok sevdiğin Ay görünecek tam tepede... Camdan seyret, ona bakıyor olacağım. Kim bilir belki Ay bir sürpriz yapar seni bana, beni de sana gösterir. Uykulu gözlerini… Gözlerin gücünü biliyor. Hem bilmese bakar mıydı bana her seferinde? Yakar mıydı beni?
Sen gitmeden günleri üleşirken:
“Çocukça değil mi bu şimdi yaptığımız?”
“Niye öyle olsun ki?
“Ne bileyim günlerin üleşilmesi bir garip geldi de?“
“Bu da bir ayrılık değil mi cancağızım?“
dediğimde sevinçle kucağıma atlamış “Döneceğim biliyorsun, hem sen demiyor muydun biraz küçüksün? Uzağında olmak büyütecek belki, bu sefer beni!
“Ben de tam olarak bundan korkuyorum ya!
Sonra bize doğru yaklaşan ayak seslerini duyup, uzaklaşmıştık. Ardımdan seslendin,
“Göksel!” Haykırarak çıktı ağzından, abi ise belli belirsiz. “Anladım ben çift günleri alıyorum, tekler sana kaldı “
Tek sayı sevdiğimi unutmamıştın, ardından küçük ayaklarına bakarken gülümsedim. Oscar Wilde’nin bir söz geldi aklıma: *“Her âşık oluş, umudun kendini bilmişliğe karşı zaferidir “ Gidiyordun. Bana döneceğini bilmek umuttu, adımlarını atarken çıkardığın ses ise zaferim. Bununla yetinemeyecektim hissediyordum.
Can suyum,
Geceler boyu seni düşlerimde sevmeye, gerçekten başladığımdan beri her hareketin daha da anlam kazandı içimde. Her gün ayrı bir renk geliyor dünyama, hepsinde sen varsın. Seni başköşeye oturtunca daha çok okuyor, daha çok yazabiliyorum. Senden bana aşkı anımsatmanı, benim gibi bu aşktan beslenmeni, beni sevmememi istiyorum! Evet, doğru okudun, yanlış yazdığımı ümit ettiğini biliyorum. Beni sevme, beni sarma, benimle sarmalanma… Gözlerinde kocaman bir öfke! Kağıdı delmek üzere. Kızgınsın, buruşturup neredeyse camdan dışarıya atmak, yatağın üzerine kapanıp hıçkırarak ağlamak istiyorsun, anlıyorum.
Seni anlıyorum...
Beni, anlıyorsun...
Senden bu hayatta daha çok yol almış ve aşkı iyi bilen biri olduğum için, yazdıklarıma kulak vermeni istiyorum: “Düşün, gözlerimizin aynı frekansta kesiştiği andan beri hayat daha huzurlu değil mi? Yıldızlar daha parlak, çizdiğin resimler daha güzel, hayat daha... Kolay!“
Aşk bir umuttur küçüğüm. Peki, olasılık nedir bilir misin? Aşk olsalık-tır, sevgi ise sonuç. Yaşam ile aramızda olan bu matematik işlemini lütfen, bir sonuca bağlamayalım. Bana yardım et, bu belirsizlik, bu sis her ikimizin de yolunu aydınlatacaktır. “Sevmek sahiplenmektir cancağızım, adını koymaktır. Ama aşk bir hayaldir, senin olmasını istediğin, uğraştığın, kıyamadığın, renklendirdiğin. Bırak o zirve için, yorulana kadar birlikte yürüyelim.”
Senin küçük ellerini tutuyor, gözlerine doğru yaklaştırıyorum. Bak, cam gibi gözlerinde ellerin bir elmas gibi ışıldıyor. İşte hayatın sırrı bu küçüğüm. Aşk bir gelecektir... “Sen onun sayesinde ressam olacaksın.“ Hırçın gözlerini, sinirli nefes alışlarını duyuyorum. Kulağıma binlerce papatya dökülmüş gibi, sil gözlerini... Senden önce onlarca kadının rengine vuruldum, belki de yüzlercesine.
Minibüse bindim, para uzatılan parmakları beğendim, âşık oldum. Birine yanlışlıkla çarpınca “Önemli değil” dediği ses tonuna vuruldum. Geçen ay sahaftaki kızın gülüşü, güneşin doğuşunu anımsattı. Sen olmasan şu an belki de ona âşıktım. İnsanoğlu bir ışığın kendine iyi geleceğini bildiği an, öncesinden karar veriyor âşık olmaya ki, bundan sonrası çorap söküğü gibi, geliyor.
...
Kendini kötü hissetme; sen de, ben de, herkes de… Aşka ihtiyaç duyduğunu fark eden her insan önce âşık olma fikrine tutulur. Ruhlarımızın özgürleşmesi adına… Bu kadar aşkı yerden yere vurdum ya da bir bakıma yücelttim.
…
Adaya giderken, seninle çoğaldım. Bendeki sen o an doğurmaya başladı. Ellerimde, dudaklarımda, burnumun ucunda, aklımda, ayaklarımın altında, koltuk altımda milyonlarca sen vardın. Hürsel, adını seviyorum, sana ise aşığım! Bir önceki mektubunda şöyle yazmışsın:
“En son okuduğum kitapta yazanlar biraz kafamı karıştırdı. *Aşk bir renk, bir yer, bir kimyasal madde olmadığına, ama tüm bunların birleşimi ve dahası ya da tüm bunların hiçbiri ve eksiği olduğuna göre, gündeme geldiğinde herkes dilediğince söz edemez miydi ondan?
Akademik doğru ve yanlışın ötesine uzanmıyor muydu bu konu? Zamanın dışında (ki o da kendi kendinin yalancısıydı) kim bir şey söyleyebilirdi bu konuda? *
Hatırlıyorum, o kitabı sana ben hediye etmiştim. Bana da senden önceki...
Aşk, olan kişinin dünyası, olunan kişinin ise o dünyalı tarafından kutsal metninin okunma şekli, yaşanma hevesidir Hür-sel’im.
Bir sonraki konumuz aşkın vasiyeti olsun. Bu kadar ödev yeter!
Evet, şimdi adanın tam vaktidir.
Sen gelene kadar kitaplarımla bir olmaya, bana ait günlerde sana yazmaya devam edeceğim. Döndüğün zaman birbirimizin gözlerinde neleri aynı, neleri değişmiş bulacağımızı doğrusu pek merak ediyorum.
Kim bilir ne güzel resimler çizmişsindir. Özlemek bir yandan, okumak bir yandan…
Erguvan kokuları insanın başını mutlaka döndürüyordur güzelim. Sağlığım yerinde, birkaç konu hakkında yazmaya başladım. Mektubumu dikkatlice okursan ne hakkında yazdığımı anlarsın.
Zamanın eski bir yerinde kalan, bütün ruhları özgürleştirmek adına, sana aşkımı e-mail olarak da yazıyorum. Niyetim mektubun bir kopyasının da ben de durması. Çünkü aşk üzerine her zaman düşünemiyorum, ondan önce saçların geliyor aklıma...
O minnacık burnunun hemen altında kırmızı çeyizin duruyor. Onları bana sakladığını biliyorum. Lâl olmasın sakın yokluğumda dilin. Tozlanmasın çeyizim, onları sev. Adımla onları güneşe çıkar.
Biliyorum, mektubumu alıp önce kucağına koyacaksın. İçinde cam kırıkları varmış gibi korkacak, bir yandan da heyecandan titreyeceksin. Ellerin hemen uzanamayacak. Balkona çıkacaksın.
Üzerinde hardal renkli bir elbise, eteklerin uçuşacak. Yavaşça nefesini akort edeceksin.
Güneş altın saçlarının arasından benim yerime usulca sokulacak. Mavi gözlerin düşünce zarfın üstündeki isme “Göksel” defalarca adımı söyleyeceksin güneşe. O an bir Gökkuşağı adayı saracak.
İşte o an oturduğum yerden bileceğim, aşk şimdi mevsiminde...
Sen yazdıklarımda bizi bulacak, beni yitireceksin. Sonra sen alacaksın eline kalemi, ben yeniden doğacağım kelimelerinde, bu kez aşk yitecek içinde.
Bir anda zarfın içindeki notu fark edeceksin, gözlerin cam gibi parlayacak.
“Sen bir sandıksın, içinde çeyizim.
Çeyizimden öperim.”
Küçülen Gök... sel... Büyüyen Hürsel
----
*Alain de Botton, Aşk Üzerine

Yorum Yazın