Türk siyasî tarihinin son çeyrek yüzyılına damgasını vuran AKP, demokratik siyaseti ve hukuku güçlendirme iddiasıyla gelmişti. Milletten aldığı yetkiyle vesayet odaklarına karşı mücadeleyi şiar edinmişti.
Türk halkının bugüne kadar hiçbir siyasî partiye bahşetmediği kadar geniş yetkilere sahip uzun bir iktidar dönemi geçirdi AKP.
Ancak gelinen noktada vaatlerinin tam aksine devlet, rejim ve toplum üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurdu. Buna paralel olarak da otoriterliğini giderek katılaştıran bir iktidarla karşılaştık.
Siyasî iktidar, altındaki koltuğun kaymasından endişelendiği için yargı ve kolluk gibi baskı araçlarını devreye sokmaktan geri durmuyor. Muhalefet saflarının üstüne sürekli bir basınç bindiriyor.
Özellikle Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra ardı arkası kesilmeyen bir yüksek gerilim hattı ortaya çıktı.
Eylül ayına girdiğimizdeyse yeni bir boyut kazandı. Toplum hemen her gün ya meydanlarda ya da ekranları başında nefesini tutmuş;
“acaba bugün kim tutuklanacak?”
“gözaltına alınanlar serbest bırakılır mı?”
“acaba filanca mahkemeden ne karar çıkacak?”
gibi sorulara kafa yoruyor. Bu ciddi anlamda yorucu ve tüketici bir durum.
Üstelik bununla da kalmıyor. İstanbul’da bir mahkeme çıkıp CHP’nin İstanbul il örgütüne kayyum atıyor. Ankara’da başka bir mahkeme, ilgili kararı bozuyor.
Kayyuma artık il teşkilatında bir işi kalmadığı söylenince de “olur mu? Bize tebliğ edilen bir şey yok, iki ay daha buradayız” minvalinde cevap veriyor.
Daha durun bu da yetmiyor.
CHP’ye kayyum atanabileceği konuşuluyor. Bir yandan herkes nefeslerini tutmuş mahkeme kararını beklerken CHP önlem olarak olağanüstü kurultaya gitme kararı alıyor. Bazı usulsüzlükler gerekçe gösterilerek kurultay iptal edilmeye çalışılıyor.
Rejimin tehdit algısı tamamen iktidardan düşme risklerini bertaraf etme üzerine kurulduğu için arka planda neler neler oluyor. Yenidoğan çetesi, sahte diploma çetesi, asrın yolsuzlukları, ekonomik kriz, orman yangınları, nepotizm, liyakatsizlik ve daha pek çok sorun gırla gidiyor.
Çünkü Yeni Türkiye’de rejimin tehdit algısı bunları engellemek üzere değil mevcut iktidarın koltuğunu sağlamlaştırmak üstüne kuruludur.
Türkiye’nin mevcut rejimi için “rekabetçi otoriterlik” değerlendirmeleri yapılıyordu. Rekabetçi otoriterliğin en belirgin özelliği demokrasinin asgari koşullarının sağlanmasıydı.
İktidar ve muhalefet ilişkilerinde gene bir asimetri söz konusuydu ama hiç değilse sandıktan çıkan sonuca indirgenmiş bir demokrasi anlayışı vardı. Seçim süreçlerinin çok da adil ilerlediği söylenemezdi. Fakat, muhalifleri içeri atan bir rejim de mevzubahis değildi.
Şimdilerde muhalefetin potansiyel cumhurbaşkanı adayları kamuoyunun ikna edilemediği gerekçelerle hapiste tutuluyor, bir sonraki seçimde iktidara gelmesi muhtemel ana muhalefet yargı eliyle dizayn edilmeye çalışılıyor ve kolluk marifetiyle siyasî örgütlenme hakkı engelleniyor. Her hafta başka muhalif belediye başkanı Silivri’nin yolunu tutuyor.
CHP, baskılara daha ne kadar göğüs gerebilir, ciddi bir soru işareti benim için.
Türkiye’deki rejim, halen otoriter, hatta bu konuda giderek şiddetini artıyor fakat artık rekabetçi mi emin değilim. Muhalefetin nefes alamaz hale getirildiği mevcut sistemde, zannediyorum geriye tüm çıplaklığıyla otoriter bir rejim kalıyor.

Yorum Yazın