Mutluluk endekslerinde hep aynı ülkeler üst sıralarda. Peki bu gerçekten onların daha mutlu olduğu anlamına mı geliyor, yoksa tarihsel ayrıcalıkların hâlâ sürmekte olduğunun bir göstergesi mi?
Geçtiğimiz günlerde Parayla Saadet Olur Mu? başlıklı yazımda, kişi başına gelir artarken neden daha mutsuz olduğumuzu sorgulamıştım. Buna karşılık bazı okuyucular “Parasız da saadet olmuyor. Nitekim mutluluk endeksinin üst sıralarında hep en zengin ülkeler var.” diyerek karşı görüşlerini paylaştı.
Elbette bu tespitlerde haklılık payı var. Ancak, resmin tamamı bu değil.
Her çocuk bilir: Bir oyun parkında en kıymetli oyuncak salıncaktır. Uzun kuyruklar olur, bazen kavgalar bile çıkar.
Dünya Mutluluk Raporu (WHR) işte bize o salıncakta keyifle sallananları gösteriyor; Batı’nın gelişmiş ülkelerini. Bu ülkelerdeki yüksek gelir düzeyi, güçlü kurumsal ve ekonomik altyapı, kaliteli sağlık ve eğitim sistemleri gibi faktörler mutluluğun temel taşlarını oluşturuyor.
Ancak “birileri” o salıncakta sallanırken, sırasını bekleyen “diğerleri” de var. Üstelik ya o “birileri” salıncakta nesillerdir sallanıyor ve “diğerleri” de hep sırabekliyorsa? Ve “diğerleri” bunu dile getirdiğinde “birileri” ya bunu duymuyor ya da sadece şunu söylüyorsa: “Bekle!”
Nitekim WHR verileri de bunu teyit ediyor. Son 20 yılda refah — ve dolayısıyla mutluluk — ülkeler arasında büyük bir değişiklik göstermemiş. Yani salıncaktakiler hep aynı kalmış. Bu arada, salıncaktakiler dahil bütün ülkelerde refah eşitsizliği de büyümüş.
Kaynak: Dünya Mutluluk Raporu 2025
Salıncağı Kim Kurdu? Oxfam’dan Bir Yanıt
Oxfam’ın “Takers Not Makers” raporu, bu görünürdeki mutluluk tablosunun ardındaki dinamiklere ışık tutuyor. Bir anlamda küresel oyun parkının gerçek hikayesini anlatıyor.
Raporda vurgulandığı üzere, Batılı zengin ülkelerin sahip olduğu refah ve dolayısıyla WHR’deki üst sıralardaki “mutluluk”, büyük ölçüde emperyal dönemlerden kalma bir mirasın, kaynakların sömürülmesinin ve adaletsiz ticaretin bir sonucu. Yani, kendi elleriyle ürettiklerinden çok, başkalarından “alınmış” veya “edinilmiş” servetle bu güzel oyun parkları inşa edilmiş durumda. Dolayısıyla, bu oyun parklarının inşasında kullanılan malzemeler ve emek, aslında dünyanın diğer köşelerinden ve özellikle de gelişmekte olan ülkelerden “alınmış”.
Kaynak: Takers Not Makers Raporu
Oxfam’a göre, küresel eşitsizliğin temelinde sömürgecilikten miras kalan adaletsizlikler, kaynak sömürüsü ve “kazanılmamış” servet birikimi yatıyor. Yani, milyarderlerin ve zengin ülkelerin refahının önemli bir kısmı, doğrudan üretkenlikten değil, sistemsel avantajlardan, vergi kaçakçılığından ve küresel Güney’deki emek ve kaynakların sömürülmesinden kaynaklanıyor.
Eskimeye Başlayan Oyuncaklar: OECD Uyarıyor
Gelişmiş Batı ülkeleri salıncakta keyif sürerken , OECD’nin “How’s Life? 2024”raporu son dönemdeki krizlerin de etkisiyle bu ülkelerin önemli kırılganlıklara sahip olduklarına dikkat çekiyor. Yani, Batı’nın refah parkındaki oyuncaklar eskimeye, bir anlamda sinyal vermeye başlamış durumda.
Refahın çok boyutlu kaynakları (gelir, sağlık, eğitim, sosyal bağlantılar vb.) ekonomik dirençlilik sağlasa da yaşlanan nüfus, artan borçlar ve durgunlaşan ekonomiler, gelişmiş ülkelerdeki gelecek endişesini körüklüyor. Yaş ve cinsiyet gibi farklı demografik gruplar arasındaki refah eşitsizlikleri derinliğini devam ettirirken, bazı grupların durumu daha da kötüleşiyor. Üstüne, iklim değişikliğiyle mücadelede yetersiz kalınması gelecek nesillerin refahını ciddi ölçüde tehdit ediyor ve genç nüfusun gelecek endişesini artırıyor.
Özetle, mutluluk liginin üst sıralarındaki ülkeler gelecekteki yerlerinden emin değiller.
Sonuç olarak, küresel oyun parkında daha adil, daha eşit ve daha şeffaf bir yapı inşa edilemezse oyuncaklar kırılmadan salıncak kavgası da bitmeyecek. Ve bizler daha kırılgan, daha rekabetçi, daha korumacı ve güvenlik odaklı bir dünya düzeninde, büyüyen mutsuzluğumuzla yaşamaya çalışacağız.
Yeni Jeopolitik Dengeler ve Artan Gerilim: Salıncak Kavgası
Küreselleşmenin yavaşlaması ve hatta tersine dönmesi, tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi ve kısmen yerelleşmesi, enflasyonun geri dönüşüyle birlikte merkez bankalarının yürüttüğü zorlu denge politikaları, kamu borçlarındaki patlama ve özellikle Ukrayna savaşı sonrasında enerji güvenliğinin öncelik haline gelmesi ekonomik koşulları önemli ölçüde değiştirmişti.
Öteyandan çok kutupluluğun belirginleşmesi, milliyetçilik akımlarının güçlenmesi, otoriter yönetimlerin artması, Birleşmiş Milletler ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumların etkinliğinin azalması, bölgesel güçlerin rolünün artması, siber savaş ve dezenformasyonun yeni cepheler haline gelmesi ve iklim değişikliği tehditinin yükselişi jeopolitik dengeleri de etkiledi.
Bu ekonomik ve jeopolitik konjonktürde salıncak sırası bekleyenler (özellikle Çin ve bazı yükselen piyasa ekonomileri)salıncaklarını, kaydıraklarını ve dahası yeni oyun alanlarını inşa etmeye giriştiler.
Buna karşılık, “Önce Amerika” veya “MAGA” gibi sloganlarla yeniden iktidara gelen Trump’ın ekonomik ve politik eylem ve kararları bir anlamda tarihsel avantajları ve “edinilmiş” refahı koruma mücadelesi olarak görülebilir.
Yeni Bir İmparatorluk Mu, Yoksa Güç Paylaşımı mı?
ABD — İsrail ittifakının enerji kaynaklarının kontrolü, bölgesel dengelerin korunması yönündeki hamleleri “Önce Amerika” ya da “Önce İsrail” söyleminin slogandan ibaret olmadığını gösteriyor. Belki de “MAGA” sloganıyla birlikte yeniden bir “imparatorluk” olma çabasını.
Öte yandan, şurası açık; sömürgeciliğin doğrudan, bilindik biçimleriyle sona ermiş olduğu koşullarda, artık yeni bir emperyal dönemin dayatılamayacağı ortada. Ancak, Oxfam’ın ifasiyle, “sömürgeciliğin” ruhu ve mekanizmaları (kaynak sömürüsü, adaletsiz ticaret, finansal dominasyon) başka biçimlerde devam edebilir. Bunun nasıl devam edeceği ise salıncak kavgasının ne ölçüde büyüyeceğine ve yeni güç dengesinin nasıl olacağına bağlı.
Meselenin Sermaye Boyutu da Var
Peki, bu salıncak kavgası sürerken sermaye nasıl hareket eder?
- Kısa Vadede: Küresel siyasi tansiyon, sermayenin güvenli limanlara, yani altına ve daha “istikrarlı” görünen Batılı ülkelere kaçmasına neden olabilir. Bu, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyümeyi ve refah artışını sekteye uğratır.
- Orta Vadede: Çatışmaların uzaması ve küresel belirsizliğin büyümesi durumunda ABD’nin “ana ülkeye dön” baskıları ve korumacı politikaları diğer batılı ülkelere de yayılırsa, gelişmekte olan ülkeler yabancı yatırım çekmek adına daha da büyük ödünler vermekle durumunda kalabilir. Bu da “dibe doğru yarış”ı tetikleyerek Oxfam’ın eleştirdiği eşitsizliği daha da derinleştirebilir.
- Uzun Vadede: Küresel sistemdeki yapısal adaletsizlikler giderilmezse, OECD’nin bahsettiği “uyarı işaretleri” küresel çapta bir refah krizine dönüşebilir. Böyle bir durumda WHR’deki mutluluk pastası hem daha küçük olacak hem de Oxfam’ın işaret ettiğinden çok daha eşitsiz dağılacaktır. Bu senaryoda yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi istikrarsızlık ve daha fazla çatışmayı bekleyebiliriz.
Son Söz: Oyun Parkını Yeniden Tasarlamak
Gelinen noktada veriler tek başına ekonomik gidişatı öngörmek için yeterli değil. Zira artan jeopolitik gerilimler ve ticaret savaşları küresel pastanın yeniden paylaşımına yönelik sert bir mücadelenin içinde olduğumuzu gösteriyor.
Birleşmiş Milletler, OECD, G20 gibi yapıların kutuplaşmanın azaldığı, refahın daha adil paylaşıldığı yeni bir parkın planlarını ve bu parkta geçerli olacak kuralları ortaya koyması gerekiyor. Oxfam’ın önerdiği gibi, süper zenginleri vergilendirmek, şirketlerin gücünü kısıtlamak, finansı ve ticareti sömürgecilikten arındırmak gibi radikal adımlar atmaktan da kaçınmamalı.
Sonuç olarak, küresel oyun parkında daha adil, daha eşit ve daha şeffaf bir yapı inşa edilemezse oyuncaklar kırılmadan salıncak kavgası da bitmeyecek. Ve bizler daha kırılgan, daha rekabetçi, daha korumacı ve güvenlik odaklı bir dünya düzeninde, büyüyen mutsuzluğumuzla yaşamaya çalışacağız.

Yorum Yazın