CHP 71. Miting/Eylemini Sultangazi’de gerçekleştirdi. Eylemin gerçekleştiği alanda bulunan Cemeviden dolayı olsa gerek Özel konuşmasında Alevilere, Aleviliğe değindi.
Özel konuşmasında 1994’de yaşanan Gazi Olaylarını da anarak; “Yıllardır mecliste de söyledim. Bu ülkede Alevilerin eşitlik sorunu vardır. Bu sorunu görmeyen ahmaktır, alçaktır. Cami ne kadar ibadethaneyse, cemevi o kadar ibadethanedir, nokta! Alevilik kültür değildir, inançtır. İnanç olduğu için saygındır, saygı duyulacaktır.
Aleviler eşit yurttaştır, haklarını alana kadar mücadele sürecektir. Açıkça söylüyorum. Madımak utanç müzesi yapılacak. Cemevi ibadethane yapılacak.” dedi.
Özel bu satırları ifade ederken Sünni kimlikli bir vatandaş olduğunu da özellikle belirtti.
Neredeyse hiç gündemde yokken Alevilerin CHP lideri Özal tarafından anılması kuşkusuz alışıldık değil. En azından bu konuşmaya gerektirecek özel bir durum yok.
Geçtiğimiz günlerde CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, idam edilişinin 80. yılında Alevi kimliği, kültürüne referansla Seyit Rıza ve oğlunu anmış ve bu anma parti içi ve çeperinde CHP, partinin kuruluşu ve Aleviliği de içine alan bir tartışma başlamıştı
Ancak Türkiye’ye özgü bir durum olsa gerek; siyasi gündem o kadar hızlı değişiyor ki, hiç bir tartışma, başladığı andan bir adım ileri gitmeden unutulup, yenisi başlıyor. Bu yüzden olsa gerek sürekli aynı şeyleri konuşuyor, aynı şeyleri yazıyor hissi veriyor çoğu zaman.
Mesela Alevilerin CHP’ye olan ilişkisini bu bağlamda ele almak mümkündür. CHP mi Alevilere mecbur, Aleviler mi CHP’ye; ya da Alevilerin Atatürk’e olan bağlılıkları, CHP’nin özellikle önceki başkan Kılıçdaroğlu döneminde Alevi Partisi’ne dönüştürüldüğü eleştirisi vs. Bunların her biri ayrı tartışma konusu.
Ama gerçek şu ki, genel olarak Aleviler, CHP’ye “nesnel” bakma konusunda yeterince cesur değiller. Bunun kendileri açısından haklı nedenleri de olabilir.
DEVLET ALEVİLERİ DE DIŞLAMIŞTIR
18. yüzyılın sonuna kadar Anadolu’da Kızılbaş olarak tanımlanan Aleviler, Cumhuriyet’le gelen tebaadan vatandaşlığa geçişle; tarihsel bir eşitlenme yaşayarak 400 yıldan fazla zaman süren dışlanma son ermiştir. Sadece bu eşitlenmenin kendisi bile sonrasında yaşanan bilinçli dışlanma ve ötekileştirilmeyi yok saymaya yeterli görülmüştür. Alevilerin genel olarak Atatürk’e olan yakınlıkları; O’na atfedilen Bektaşilik kadar, bu eşitlenme ile doğrudan bağlantılıdır.
Sonuçta şunu unutmamak gerekiyor. Cumhuriyet’in ilanından sonra kurumsallaşma adımları içinde Alevilik ne kamusal alanda ne de kurumsal düzlemde kabul edilmemiş ve dışlanan kültürel kimliklerden birisi olmuştur.
3 Mart 1924’de kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı ile devlet, İslam’ın bir yorumunu meşru kabul ederek bunu tüm Sünni topluma yukarıdan aşağıya empoze etmeye girişmiştir. O yüzden bugünkü DİB’in siyaseten üstlendiği işlev geçmişten farklı değildir. Sadece şimdi sahiplenilen yorum farklıdır.
Sonuçta Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden yıllarda kamusal alanda, “laik/Türk” vatandaşlığı sahiplenmeyen Alevilerin, Kürtlerin, muhafazakarların tüm görünürlükleri ile özel alana itilmesi ile sonuçlanmıştır. Dahası baskı altına alınmıştır. Büyüklerin “jandarma kadri” sözü olarak bize kalan anlatı esas olarak bu dışlanmanın sembolik bir ifadesidir.
Dergahların kapatılması, dini sembollerin kullanılmasını yasaklanması hatta Dersim’de yaşanan acılar da bunun bir parçasıdır.
Nitekim, tek parti dönemi bittiğinde iktidar olan Demokrat Parti, Alevilerden de hayli oy almıştır.
DEVLET AYNI ‘ÖTEKİSİ’ HEP FARKLI
Tarihsel olarak Alevileri CHP’yle bir araya getiren siyasi tercihlerden çok; kadın-erkek eşitliği başta olmak üzere gündelik hayatın seküler özellikleri olmuştur. Ancak bu bağ, zaman içinde siyaseti dışlayan apolitik pozisyona dönüşmüş ve CHP’yle ilişki sorgulanmaz hale gelmiştir.
Ancak bu ilişkiyi sadece CHP açısından değil Devlet açısından da ele almak gereklidir.
Her zaman otoriter bir özü sahiplenen devlet için aslolan; kendi ideolojik sürekliliği olmuştur. Ve o noktadan sonra devletin hangi kültürel kimlik tarafından yönetildiği ikincildir. Bunu son yıllarda açık biçimde görüyoruz.
Ancak devletin bu iktidar halini sürdürmesinin bir koşulu da; toplumda var olan farklı kültürel, siyasal ve etnik kimliklerle ittifaklarını sürekli değiştirmesindedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında dışlanan toplumsal kesimlerle sonraki on yıllarda işbirliği yapmaktan, o kimliği sahiplenmekten kaçınmamıştır.
1950-60’lada Kominist kimliği tehlike gören devlet sonraki yıllarda İslamı/İslamcı kimliği tehlike görmüş ve “tehlike gördüğü kimliğe” karşı toplumda var olan farklı kültürel, siysal, etnik kimliklerin kamusal ideolojik taşıyıcıları ilişki kurmuş ve bu kimliklere devlet içinde alan açarak; ideolojik ortak haline getirmiş ve kullanmıştır. Bir dönem Alevi hakim ve savcıların devlet içinde bu kadar yükselmesine bir parça da bu gözle bakmak gerekmektedir.
Ki, bu bağlamda en açık örnek de sıkça yazdığım üzere siyaseten devletin tanımladığı “yasaklı çocukların”ın değişimidir. 2000’lere kadar devletin yasaklı çocukları İslamcı ve Kürt siyasi hareketinin temsilcisi kimlik/partiler iken; bugün devleti kurmakla övünen CHP, adeta yeni yasaklı çocuktur. CHP, bunu kabul etmese de ideolojik düzlemde gerçek budur.
HERKES KENDİ KEMALİZMİ İLE YÜZLEŞMELİ
Tekrar Alevilerin CHP ile kurdukları ilişkiye gelirsek.
Özek konuşmasında Alevilerin bir eşitlik sorunu yaşadığını ifade etti. Ancak beni kalırsa Alevilerin kamusal alanda yaşadığı en temel sorun uzunca bir süredir karşıya kaldığı ayrımcılıktır. Alevilerin kamusal alanda yaşadıkları ayrımcılık, dışlanma ve kamusal alanın iktidar/devlet eliyle Sünni/Türk vatandaşlık prototipinin dışında bırakılarak bir kez daha yok sayılmasıdır.
Bu kendileri gibi devletin yeni yasaklı çocuğu hale gelen CHP’ye olan bağlarının güçlenmesini sağlıyor.
Burada parantez açarak şu notu düşelim. Aleviler, Atatürk’ün Hacı Bektaş’ı ziyareti, Atatürk’ün Bektaşi olduğu varsayımı üzerinen Cumhuriyet döneminde kendileri için karşılığı olmayan bir "altın çağ" hayali yaratmışlardı. Aynı hata, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliği üzerinden tekrar edildi. Ki, Kılıçdaroğlu, 13 yıllık genel başkanlık döneminde bu kimliği, farklı bağlamlarda toplam 6-7 kez anmıştır.
Her iki dönemde de beklentilere temel dayanak olan Alevilerin kendi varlıklarını tehlikede gördükleri için kaçınılmaz olarak savruldukları “güvenlik” duygusudur. Sadece Gezi protestoları sürecinde değil son yıllarda kendi yaşam/hayat tarzlarına yönelik hissettikleri korku, endişe ve kaygı bu duygunun bir yansımasıdır. CHP’ye olan bağda bu duygu hala önemlidir.
Alevilerin bu duygularını gerçekçi bulan ve paylaşanlar kadar gerçekçi bulmayanlar da olabilir. Ama her halükarda çözüm bu endişelerin inkar edilerek değil; Alevileri ikna ederek onların kendilerini eşit vatandaş hissettirilmesindedir.
Alevilerden, “CHP” ya da “Kemalizm’le yüzleşmelerini” bekleyenler, bu yüzleşmeyi önce kendileri, Aleviler konusunda yapmalılar. Hem de devletten başlayarak.
Ve bu yüzleşme, ancak Alevi’yi ötekileştirmeden, farklı ve eşit kabul ederek başlayabilir.
Unutmamalıdır ki, Aleviler bu ülkede her daim ve herkesin ötekisi olmuştur.






















Yorum Yazın