MENU
  • ÇEVİRİ
  • YORUM
  • YARGI KRİZİ
  • PİYASALAR
  • GÜNDEM
  • DÜNYA
  • EDİTÖRDEN
  • SPOR
  • KÖŞE YAZILARI
  • DOSYA>Seçimin Ardından
  • GENEL
  • KİTAP
  • DOSYA>Avrupa'nın Seçimi
  • DOSYA>Emekliler
  • YAZARLAR
  • FOTO GALERİ
  • WEB TV
  • ASTROLOJİ
  • RÜYA TABİRLERİ
  • HABER ARŞİVİ
  • YOL TRAFIK DURUMU
  • RÖPORTAJLAR
  • Künye
  • Gizlilik Politikası
  • E-Bülten
Yeni Arayış
Yeni Arayış
Yeni Arayış
  • ANA SAYFA
  • KÖŞE & YORUM YAZILARI
  • KATEGORİLER
    • SİYASET
    • EKONOMİ
    • DIŞ POLİTİKA
    • KÜLTÜR SANAT
    • HUKUK
    • TEKNOLOJİ
    • PSİKOLOJİ
    • FELSEFE
    • KENT
    • EDEBİYAT
    • SAĞLIK
    • ASTROLOJİ
    • GEZİ
    • SÖYLEŞİ
    • EKOLOJİ
    • MEDYA
    • EĞİTİM
  • KÜNYE & İLETİŞİM
Kapat

Ekonomide akıldışılık sona erdi mi?

ANA SAYFAEKONOMİEkonomide akıldışılık sona erdi mi?
Ekonomide akıldışılık sona erdi mi?

Şimşek OVP’nin ve dezenflasyon sürecinin başarılı olduğunu söylüyor olsa da enflasyon hedefine hala uzak kaldığı ortada. Şimşek, hala orta sınıf dahil tüm sabit gelirli kesimden, maaşlarının düşük tutulmasına ve vergi yüklerinin arttırılmasına, iki yıl sonra tutturulması kuşkulu tek haneli enflasyon vaadiyle rıza göstermelerini istiyor

06 Ekim, 2025, Pazartesi 00:10
  • yazdıryorum yazfont küçültfont büyüt
Akın Özçer
Akın Özçer
yazı içi reklam

4 Haziran 2023 tarihinde Hazine ve Maliye Bakanı koltuğuna oturan Sayın Mehmet Şimşek, devir teslim töreninde yaptığı açıklamada, “Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” cümlesini kurmuştu. Bu cümle, selefi Nureddin Nebati’ nin izlediği, kendi deyimiyle “heterodoks” ekonomi politikasının bir bakıma akıldışı (irrasyonel) olduğu anlamına geliyordu. Enflasyonu faiz indirimleriyle düşürmeyi amaçlayan “faiz sebep, enflasyon sonuç” politikası, Mahfi Eğilmez’in sürekli vurguladığı gibi, bilimsel gerçekle bağdaşmıyordu: “enflasyon yükselirken talebi kısarak enflasyonu denetim altına almak yerine, faizi düşürerek talebi iyice artırma yoluna sapılınca enflasyon rayından çıkmıştı”. Faiz düşürüldükçe sadece enflasyon değil, ayrıca döviz kuru da patlamıştı.  Kurdaki artışın ithal girdi maliyetlerini ve dolayısıyla enflasyonu körüklediğini bilen ekonomi yönetimi, çare olarak Hazine’ye faturası çok ağır olan KKM’yi (kur korumalı mevduat) bulmuştu. Bu da yetmemiş ayrıca Merkez Bankası ve kamu bankaları aracılığıyla piyasaya döviz satarak kurları baskı altına almaya girişmişti. Dolayısıyla Şimşek’in Lütfü Elvan’ın istifası sonrası 2 Aralık 2021’de başlayan 18 aylık Nebati dönemine “akıldışılık dönemi” olarak bakması, bilimselliğe dönüş olarak algılanmış ve herkesi umutlandırmıştı.

Bir bakanın selefinin politikasını irrasyonel olarak eleştirmesine genel olarak iktidar değişikliklerinde rastlanılır. Oysa her iki bakan da AK Parti iktidarının mensuplarıydı. Nebati’ nin eleştirilen ekonomi politikası yanlıştı ama Cumhur İttifakı’nın seçimi kazanmasına engel olmamıştı. Bunda Sayın Cumhurbaşkanı’nın EYT düzenlemesini Meclis’ten geçirdikten sonra diğer emekliler dahil sabit gelirlilere cömert vaatlerde bulunmasının rolü vardı. Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun ideolojik söylemler dışında seçmene tutarlı bir hükümet programı sunamamış olması, tüm yanlışlarına karşın Cumhur İttifakı’na bir dönem daha iktidar yolunu açmıştı.

Şimşek’in temel politikası

Mehmet Şimşek, önceki ekonomi politikasını akıldışı olarak nitelediği konuşmasında, “orta vadede enflasyonun yeniden tek haneye düşürülmesi, öngörülebilirliğin arttırılması, yapısal dönüşümün hızlandırılması, ülkemiz için hayati önem taşımaktadır. Uygulanacak maliye politikası ve yapısal reformlarla, Merkez Bankamıza enflasyonla mücadelede destek olmak temel politikamız olacaktır” demişti. Bu açıklamadan öncelikle kamu harcamalarının gereken oranda kısılmasını ve gelirlerinin arttırılması suretiyle bütçe açığının azaltılmasını hedefleyen bir maliye politikası izleneceği anlaşılıyordu. Bu bağlamda, kamu gelirlerini oluşturan vergiler arttırılırken adaletin sağlanması da büyük önem taşıyordu. Aksi takdirde sabit ve düşük gelirlilerin bu mücadeleden zarar görmeleri kaçınılmazdı. Bunun bilinciyle Şimşek “vergi adaletinin sağlanması için “az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınacak” mesajını sık, sık dile getirmeye özen gösteriyordu. 

Enflasyonla mücadelede esas olan toplumda tüketimin kısılması olduğuna göre, para politikası da önem arz eder kuşkusuz. Enflasyonla mücadele kapsamında, Merkez Bankası’nın para arzını kısması ve faiz oranlarını arttırarak borçlanma maliyetini yükseltmek suretiyle tüketimi kontrol altına alması beklenir. Ancak para arzının kısılabilmesi için KKM’ye son verilmesi gerekiyordu. Çünkü KKM’de faiz ödemesine ilave olarak kur farkı da ödeniyordu. Rasyonel politikaya geçildiğinde, faizler artacağı ve enflasyon oranının üstüne çıkacağı gibi, döviz üzerindeki baskı da kalkacağından kur farkı da olasılıkla artacaktı. Hemen kaldırılamadığı takdirde, kur korumalı mevduat sahiplerine yapılacak ödemeler para arzının artması sonucunu doğuracaktı ki bu da dövizin değerlenmesi gibi, enflasyonla mücadele bakımından negatif bir unsurdu. Devir teslim tarihi itibariyle, yıllık enflasyon yüzde 39,59, baskılanan dolar da 20,85 liraydı. Şimşek ile birlikte, Ağustos başında enflasyon yüzde 47,83’e fırlamıştı. Bu sıçramada Temmuz ayı başında Sayın Şimşek’in söylemlerinin aksine sadece dolaylı vergilere yaptığı büyük oranda zamlar etkili olmuştu. Dolar da üzerindeki baskı kalkınca 27 liraya dayanmıştı. Nebati politikasından kaynaklanan nedenlerle enflasyonun önce yükselerek tavan yapması, ardından dezenflasyon sürecinin başlaması öngörülüyordu.

Sayın Bakan’ın sözünü ettiği tasarrufun görülebilir kısmı memur maaşları ve SGK harcama kaleminden. O zaman insanın aklına kamuda tasarruf denince milyonlarca insanın geçim koşullarını ağırlaştırmak mı geliyor sorusu takılıyor. Bu sorunun yanıtı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’dan geliyor:  “tasarrufu nereden sağlayacaksınız? Sosyal yardımlardan, emekliler ve asgari ücretlilerden keseceksiniz ki bütçenizi dengeleyebilesiniz”.

Temel yanlışlar 

Ne var ki bu yol haritasının, maaşları baskılandığı takdirde doğrudan sabit gelirlileri yoksullaştıracağı açıktı. Varlıklı kesim KKM’den zaten yararlanageliyordu. Şimşek, bu kesime doğrudan vergi uygulayacağına, başka bir deyişle söz verdiği gibi az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi toplayacağına, bütçe açığını kapatabilmek için dolaylı vergilere yüklenmişti. Varlıklı kesimi etkileyebilecek tek uygulama belki özel araçlardan bir kereye mahsus iki katı MTV alınmasıydı. Ama bu çifte vergiden asıl darbeyi yiyen iyi kötü bir araba sahibi olan orta sınıftı. Adil bir vergi sistemine geçilmemesi halinde bu politika kuşkusuz varlıklı kesimden yana siyasi bir tercih olacaktı.  

Bu siyasi tercih hükümetin ücret politikasıyla daha da belirginleşmişti. Artan enflasyon karşısında, seçim öncesi söz verildiği gibi, asgari ücrete ara zam yapılmış, en düşük memur (lise mezunu hizmetli) maaşı 22 bin liraya, asgari ücretin yaklaşık iki katına (!) çıkarılmış ama emeklilere negatif ayrımcılık yapılması yeğlenmişti. Memur emeklileri mevcut yasaya karşın memura yapılan seyyanenden yararlandırılmamış, kazanılmış hakları yok sayılmıştı. Oysa yasada memurlar ve emeklileri aleyhine bir düzenleme yapılacak olsa bile o değişiklikler o tarihte memuriyette olanları hukuken bağlamazdı. 5510 sayılı yasaya tabi SSK emeklileri ise, 2008’deki yasal düzenlemeyle aylık bağlama oranı düşürülmüş olduğu için artan enflasyon karşısında alım gücünü büyük ölçüde kaybetmişti. Bu nedenle Şimşek’in teorik olarak ekonomistlerce desteklenen politikası ilk darbeyi ayrımcılık yaptığı emeklilere vurmuştu. Anayasa’nın kanun önünde eşitlik başlıklı 10. maddesine aykırı olarak negatif ayrımcılığa uğrayan emekliler de on ay sonraki belediye seçimlerinde faturayı haklı olarak Cumhur İttifakı’na kesmişlerdi.

Aradan geçen 27 ayda Orta Vadeli Program (OVP) hedeflerinden büyük oranda sapılmış olmasının (yüzde 39,59’dan alınan enflasyonun ancak 33,29’a indirebilmesi) başlıca nedeni kamu harcamalarındaki savurganlığın önüne geçilememesiydi. Şimşek her ne kadar Eylül başında kamuda üçte bir oranında tasarruf sağlandığını söylemiş olsa da bürokraside 2001 yılındaki tasarruf önlemlerini yaşamış biri olarak son iki yıllık bütçe rakamlarını incelendiğimde, kamuda yeterli tasarrufun yapılmadığını görüyorum.  Profesör Emre Alkin’in de altını çizdiği gibi, Türkiye’de bugün “kamunun hem yaptığı harcamalar hem de yatırımlarla açıklara neden olduğu, bu açıkları iç borçlanma ve artan vergilerle kapatmaya çalıştığı” gözleniyor.

Sayın Bakan’ın sözünü ettiği tasarrufun görülebilir kısmı memur maaşları ve SGK harcama kaleminden. O zaman insanın aklına kamuda tasarruf denince milyonlarca insanın geçim koşullarını ağırlaştırmak mı geliyor sorusu takılıyor. Bu sorunun yanıtı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’dan geliyor:  “tasarrufu nereden sağlayacaksınız? Sosyal yardımlardan, emekliler ve asgari ücretlilerden keseceksiniz ki bütçenizi dengeleyebilesiniz”. Bu arkaik düşünce tarzını ayrıca değerlendirmeye gerek yok. Cevabı olasılıkla ilk sandıktan çıkar.

Kamuda tasarrufu SGK bütçesinden yapmayı uygun gördüğü anlaşılan bu yaklaşım kamu gelirlerini de 27 aydır enflasyon oranının üstünde arttırdığı dolaylı vergilerden sağlıyor. Sayın Şimşek’in ara sıra çıkıp “az kazanandan az, çok kazanandan çok” vergi alınacağını yinelemesine karşın değişen hiçbir şey yok. Türkiye’nin öteden beri adil olmayan vergi sistemi, kamuda aşırı harcamadan kaynaklanan bütçe açığını yüksek oranlı dolaylı vergilerle dengeleme zorunluluğuyla artık daha da bozulmuş durumda. Bu vergilerle ayrıca enflasyon da sürekli olarak tetiklenmiş oluyor. Bu nedenle enflasyon hedefi sürekli şaşıyor.

Aslında bu konuda bir sorunumuz daha var. O da Sayın Şimşek’in haklı olarak akıldışı bulduğu dövizin baskılanmasının sürdürülüyor olması. Bunda yapısal reformların yapılamaması bir yana, ayrı bir tartışma gerektiren hukuksuzluklar nedeniyle ülkeye sadece “carry trade” yöntemiyle yabancı sermaye girişi olmasının rolü var. Kısa sürede TL cinsinden kazandığı yüksek oranda faizi aşağı yukarı aynı oranda dövize aktarmak isteyen “carry trader” Türkiye’ye gelmek için dövizin baskılanmasını arıyor. Mahfi Eğilmez’in altını çizdiği gibi, Türkiye kısır döngüye girmiş durumda: “Merkez Bankası faizi düşürse, carry trade ile gelen para geri gidecek, insanlar tekrar dövize dönecek, bu da kuru yükseltecek; “carry trade” ile gelen paralar geri giderse Merkez Bankası’nın rezervlerinde düşüş başlayacak.” Sonuç olarak Şimşek’in başlangıçta Ortodoks görünen yaklaşımı “yüksek faiz, düşük kur” politikasına dönüşmüş durumda. 

Uzmanlara göre döviz halen en az yüzde 35 oranında reel değerinin altında. Bu durum ilk başta önemli döviz kaynaklarımız olan ihracatı ve turizmi olumsuz yönde etkiliyor. Fiyat karşılaştırmaları yapıldığında bu gerçek açıkça ortaya çıkıyor. Örneğin dünya fındık üretiminin yüzde 70 ine sahip olan Türkiye’de bir kilo fındık nasıl oluyor da 1200 liraya (24 avro) satılırken, Fransa’da sadece 1100 lira (21,75 avro). Olasılıkla ihracatçı dışarıya iç piyasaya verdiğinden çok daha düşük fiyat uygulamak zorunda kalıyor. Aynı uygulamanın turizm sektöründe de olduğu görülüyor. Bu durum sürdürülebilir değil kuşkusuz ama dövizin reel değerine gelmesi halinde, TÜİK verileriyle yüzde 33, 29 olan enflasyon Şimşek’in devraldığı oranın üzerine çıkmaz mı?

Her ne kadar Şimşek OVP’nin ve dezenflasyon sürecinin başarılı olduğunu söylüyor olsa da enflasyon hedefine hala uzak kaldığı ortada. Sayın Bakan Eylül ayı enflasyonu beklentilerin üzerinde çıkıp yıllık enflasyonda artış olunca bunu geçen bahardaki don olayına ve beklenmedik bir gelişmeymiş gibi okulların açılmasına bağlamayı yeğledi. Oysa 27 aydır yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapan politikasına inanan kaldı mı soru işareti.  27 ay dile kolay, enflasyonu 5-6 puan düşürmek için çok uzun bir süre değil mi?  

Ne var ki Sayın Şimşek, hala orta sınıf dahil tüm sabit gelirli kesimden, maaşlarının düşük tutulmasına ve vergi yüklerinin arttırılmasına, iki yıl sonra tutturulması kuşkulu tek haneli enflasyon vaadiyle rıza göstermelerini istiyor. Sanki tek haneli enflasyon milyonlarca sabit gelirlinin otomatik olarak alım gücünü arttıracakmış gibi konuşuyor. Oysa tek haneli enflasyon, açlık veya yoksulluk sınırı altında yaşamaya mecbur kalmış milyonlarca yurttaş için mevcut yoksulluk düzeyinde kalacaklarının ötesinde bir anlam taşımıyor. Bu politika ne kadar rasyonel, yurttaşlar ilk sandıkta değerlendirir kuşkusuz.     

 

Yazarlar sayfasını izyeret ettiniz mi?

Yorum Yazın

yazı altı ebülten
Akın Özçer
    Akın Özçer

    Bizi Takip Edin
    Facebook
    X (Twitter)
    Instagram
    Linkedin
    Mastodon
    Bluesky
    Köşe Yazarları
    Akın Özçer
    Akın Özçer Ekonomide akıldışılık sona erdi mi?
    Eser Karakaş
    Eser Karakaş Enflasyon, bir temel hak olan mülkiyet hakkının ihlali ve öneriler
    Çağhan Uyar
    Çağhan Uyar Rekabetçi otoriterlikten Çıplak otoriterliğe
    Yüksel Işık
    Yüksel Işık Türkiye’yi Aşık Veysel üzerinden okumak
    Murat Kartalkaya
    Murat Kartalkaya Enflasyon! Yan yattı, çamura battı
    Murat Paker
    Murat Paker “Süreçte” Üç Farklı Söylem Dairesi
    Tunay Şendal
    Tunay Şendal CHP’nin Meclis Boykotu
    Fatih Öztürk
    Fatih Öztürk Hakikat Komisyonlarına doğru (1)
    Murat Aksoy
    Murat Aksoy "Yerli ve Miili" muhalefet karşı “Demokrasi, Özgürlük ve Adalet” Koalisyonu
    Korhan Gümüş
    Korhan Gümüş Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ABD Başkanı Trump’a verilen bir ödün mü?
    Bahar Akpınar
    Bahar Akpınar Osmanlı–İngiltere ilişkileri (3): Sultan Abdülaziz’in İngiltere Günleri (1867)
    Bahattin Yücel
    Bahattin Yücel Bir zamanlar foto-romanlar vardı...
    Herkül Millas
    Herkül Millas Doğu’da kültürel miras
    Bilal Sambur
    Bilal Sambur Kitlesel afyon olarak kin ve nefret
    Evrim Rızvanoğlu
    Evrim Rızvanoğlu AKP'nin siyasi sinizm tuzağı
    Çağatay Arslan
    Çağatay Arslan Vahşi kapitalizm ve demokrasinin reklam çekimleri
    instagram gel gel
    Yeni Arayış
    KünyeGizlilik PolitikasıE-BültenRSSSitemapSitene EkleArşiv
    SOSYAL MEDYA BAĞLANTILARI
    FACEBOOKTWITTERINSTAGRAMLINKEDIN

    Yeni Arayış | Onemsoft Haber Yazılımı