Bilimkurgu yazarlarının kafayı çok taktığı alanlardan biri de zamanda yolculuk kavramıdır. Bir kapıdan geçersiniz ve kendinizi zamanın başka bir boyutunda bulursunuz. En popüler zamanda yolculuk hikâyesi Back to the Future serisiydi.
Zaman zaman sadece eğlence dünyasında değil, politik ekonominin dünyasında da zamanda yolculuğa dair izleri bulabilirsiniz. Yakın zamanda bu konuda gördüğümüz en unutulmaz örnek, hiç kuşkusuz Şimşek’in selefi Nebati’nin “6 ay uyanıp uyanmama” repliğiydi. Buna benzer şekilde, Berat Albayrak ve Süleyman Soylu ise her ayın bir öncekinden iyi olacağına ikna olmamızı bekliyordu.
AKP’nin dar kadrosunda sıkışan ekonomi yönetimi için geleceğe yolculuk hayalleri uzun süre iş gördü, ama sonunda tam tersini, yani geçmişe yolculuğu elde ettik.“Türkiye ekonomi modeli” olarak lanse edilen, ama Şimşek tarafından “irrasyonel” diyerek çöpe atılan uygulamaların başladığı tarihten bu yana tam 4 yıl geçti. Bu 4 yılı başımız dönerek izledik. Ortalama bir demokraside hiçbir iktidarın dayanamayacağı iktisadi altüst oluşu, aynı iktidarın yönetiminde atlatmaya çalışıyoruz.
Türkiye, Nebati’nin ya da Berat Bey’in geleceğe yolculuk davetlerinin tam tersine, geçmişe yolculuk yapıyor.Aşağıdaki grafik, bize toplam kredilerin GSMH’ye oranında 2008’e, bireysel kredilerin GSMH’ye oranında ise 2005’e geri döndüğümüzü gösteriyor.
Türkiye’nin 2000’lerin ilk 10 yılında sağladığı yapısal dönüşümün, 2. 10 yılında nasıl eridiğini gösteren bu grafiği yabancı ekonomistlere gösterdiğinizde, size kredi daralmasının yapısal sonuçları üzerinde uzun söylevler vereceklerdir. Kredi daralması, bir ülkenin fiilen nasıl sıkıştığını gösterir. Ve tabii ki James Brady’den atıfla aslında ülkeler batmaz, ülkede yaşayanlar batar.
Türkiye’de 2000’lerin başında, mevduatın krediye dönüşmediği, bankaların halkı değil devleti fonladığı şeklinde eleştirileri görürdük. Bugün mevduatın krediye dönüş oranı 2010’a dönerken, bütçenin bir parçası olan kamu bankalarının ise devleti fonlamadaki rolünü izliyoruz. (https://x.com/iriscibre/status/1971123521779892704)
Bu grafiğe enflasyonu, döviz kuru artışını ve faizleri de ekleyebiliriz. Eklediğimizde de ulaşacağımız tarihler, 2000’lerin ilk 10 yılının başlangıç dönemi olacaktır. Türkiye’de enflasyon 2002’ler düzeyinde, faizler 1990’ları aratıyor, kur artışı ise hızı kesilse de, paradan 2004’te atılan sıfırlardan en az 2’sini ekledi.
Barrack’ın meşruiyet konusundaki cüretli açıklamalarını ve zamanda geri giden bir ekonomiyi yan yana koyduğunuzda, olan biteni çok daha iyi anlayabilirsiniz.
Bu “kendin pişir kendin ye” ekonomisinde seyirci konumunda olan ise halk oluyor. Peki, bu nasıl mümkün oluyor? Ekonomide ipleri elinden kaçırmış, zaman yolculuğunda yıllar öncesine seyahat eden bir iktidar, nasıl oluyor da gücü tartışmasız elinde tutuyor? Lanetlenen askeri darbe dönemlerini bir kenara koyduğumuzda, seçilmişlere sivil bir iktidar döneminde eşi benzeri görülmemiş bir baskının uygulanmasına karşılık, nasıl oluyor da iktidar meşruiyet krizi yaşamıyor?
Aynı zamanda İktidarların halktan onay almalarına dayalı meşruiyetin fikir babalarının kurduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin büyükelçisi, Türkiye’de meşruiyetin kaynağının Amerikan Başkanı olduğunu söyleyecek cüreti buluyor. Amerika, bir ödün demokrasisi ve halk egemenliğinin en fazla öne çıkarılmasını savunmasıyla bilinir. Siyasal meşruiyetin kitabı, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucu felsefesidir.
Trump’un büyükelçisi de olsa, bir ABD siyaset adamının meşruiyeti bu denli ters çevirmesi akla ziyan geliyor. Olayların gelişimi ise “Adam haklı olabilir mi?” sorusunu akla getiriyor.
Barrack’ın meşruiyet konusundaki cüretli açıklamalarını ve zamanda geri giden bir ekonomiyi yan yana koyduğunuzda, olan biteni çok daha iyi anlayabilirsiniz. (https://x.com/cakir_rusen/status/1971118436760654051)
Türkiye, makroekonomik istikrar kaybının aynı zamanda kaybedilen yıllar olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. Ekonomik istikrarsızlığı bu düzeyde yaşarken, iktidarın kendini bu denli güçlü hissetmesi, aslında bir çelişki olarak görülecektir. Bu çelişkinin anahtarında nelerin olduğu üzerine uzun konuşmalar yapılabilirdi. Ama Tom Barrack buna gerek bırakmıyor ve iktidarın meşruiyet sağlaması konusunda başkanının rolünü açık sözle ifade ediyor.
Mercuria firmasıyla yapılan doğal gaz anlaşmasıyla açığa çıkan 4 Milyar Metreküp gaz ise bizi çok da şaşırtmıyor. Bu motora bu gaz az bile. Bu arada hani Karadeniz’de asrın rezervini bulmuştuk!
Türkiye, ekonomik ve siyasal bir zaman makinesinde geçmişe hapsolmuş durumda. Kredi daralması, yüksek enflasyon ve devalüasyon, bizi 2000’lerin başına, hatta 1990’lara geri sürüklüyor. Halk, bu “kendin pişir kendin ye” düzeninde seyirciyken, iktidar dış güçlerin açık sözlü onayıyla meşruiyetini koruyor. Ancak bu saadet zinciri kırılgan. Zaman makinesinden çıkmak için halkın iradesine dayalı, rasyonel ve adil bir yönetim şart. Aksi takdirde, geçmişin gölgesinde kaybolmaya devam edeceğiz.

Yorum Yazın