Türk-Amerikan ilişkilerinde son durum
DIŞ POLİTİKAABD’yi yok saymak imkansız. Eski gücünden çok şey kaybetse de hala bir süper güç Amerikan Devleti. Ama ABD’ye tavır koymadan İsrail’i durdurmak da imkansız. Türkiye’nin bu ikilemi aşacak ve (veya) yumuşatacak bir formül bulması gerek.
Geçen hafta dış politika iç politikanın önüne geçti. BM Genel Kurulu ve Trump-Erdoğan görüşmesi bir dizi siyasi sonuç, tartışma ve olasılığı gündeme getirdi. Önce Trump’ın BM’de yaptığı konuşma üzerine birkaç şey söyleyip, nasıl bir siyasetçiyle karşı karşıya olduğumuzu hatırlayalım. Trump, BM’de kısaca “ben varsam ABD var, ABD varsa dünya var” şeklinde özetleyebileceğimiz bir tezi savundu. Devletler ve halklar arasında eşitliğe inanmayan, ırkçı, İslamofobik, yalancı, hukuk ve doğa düşmanı bir dil kullandı ABD başkanı. Onda temsil edilen şeyin sağ popülizm sınırını çoktan aştığını, Trump ve çevresindeki siyasetçilerin koşar adım faşizme ilerlediklerini vurgulamak gerekli.
Trump’ın zirve öncesi ve zirvede verdiği mesajlar nedeniyle Erdoğan’la yapacağı ikili görüşme daha da dikkat çekici bir nitelik kazandı. Şu temel gerçeğin herkes farkında: Türk-Amerikan ilişkileri asimetrik. ABD ekonomik, askeri ve siyasi gücünü kullanarak Türkiye’nin ulus devlet çıkarlarını sınırlayıp yönlendirebiliyor. Bu arada bahsi geçen dezavantajlı durum sadece bize özgü değil. Rusya ve Çin gibi diğer büyük devletleri bir kenara bırakırsak ABD’nin aldığı tek taraflı kararlar özel olarak ülkeleri, genel olarak ise dünya siyasetini güçlü bir şekilde etkiliyor.
Zirve söylem düzeyinde pozitif geçti. Her iki taraf da kriz istemediğinden kriz yaratacak, tarafların birbirinden tümüyle farklı düşündüğü konular ya gündeme alınmadı ya da basın toplantısına yansıtılmadı. Bu nedenle Gazze ve Suriye kelimelerini sıklıkla duymadık. Geriye kalan konu başlıklarında ise Türk tarafı daha istekli ve somut adım peşinde, ABD ise temkinliydi. Bu bakış açısı farkı siyasi iktidar ve onun organik aydınlarını hayal kırıklığıyla baş başa bıraktı. Görüşme Türkiye’nin istediğini alamadığı, ABD’nin olumlu adımlar atmaktan kaçındığı bir geçiştirme toplantısına dönüştü.
Ankara’yı zor duruma sokan, onu muhalefet karşısında eleştiriye açık haline getiren asıl mesele ise askeri konular. ABD bir süreden beri üstü örtük bir silah ambargosu koymuş durumda Türkiye’ye. F-16 satmıyor, F-35 projesine dönüşe izin vermiyor. Ayrıca Caatsa yaptırımları devam ettiğinden Türk silah sanayisinin ihtiyacı olan pek çok yüksek teknoloji ürünü ABD’den ithal edilememekte. Bu arada Hakan Fidan’ın Kaan uçaklarının motorunun asılında ABD malı olduğu, Kongre izin vermediği için motorların Türkiye’ye gelmediği ve Kaan projesinin çıkmaza girdiğine dair açıklaması Türk kamuoyunu sarstı. Fidan’ı düzeltmek için çok sayıda alternatif beyan verilse de Kaan’ın motorlarının yerli ve milli olmadığı, muharip yerli uçağımızın o kadar da yerli olmadığı yönünde yaygın bir kanaat oluştu. Bu durum siyasi iktidarın “silah sanayisinde atılım yaptık” algısını zora sokan bir negatif psikolojiye yol açmış durumda.
ABD’nin Türkiye için öngördüğü gündemi ise ayrıca değerlendirmek gerekli. Rusya-Ukrayna sürecinin çıkmaza girmesiyle ABD’nin Rusya politikası bir kez daha değişti. ABD, Avrupa’nın sertlik yanlısı çizgisine yaklaştı. Ukrayna’ya silah sevkiyatını artırma kararı alan Birleşik Devletler Rusya’nın çevrelenmesi yönünde bir dizi adımı hayata geçiriyor. Nükleer enerji, doğalgaz anlaşması, petrol temini ve Ruhban Okulu gibi başlıklar bu sertleşen Rusya politikasıyla ilgili. Türkiye’nin ABD’den gaz tedariki ve bir süredir kapalı olan Kerkük-Yumartalık boru hattının açılması Türkiye’nin Rusya’dan daha az petrol ve doğalgaz almasına yönelik bir stratejinin parçası. Ayrıca Ruhban Okulunun yeniden açılmasının Fener Rum Patrikhanesiyle Rus Ortodoks Kilisesi arasındaki rekabette İstanbul’a avantaj sağlayacağı umuluyor. Nükleer enerji konusundaki işbirliği nükleer santral yapım sürecindeki Rus tekelini kırmaya ve Türkiye’nin elini rahatlatmaya yönelik olduğu da açık. Bu anlaşma ve taleplerinin hiçbiri Türkiye’nin aleyhine değil. Ancak Türkiye’nin Ukrayna ile Rusya arasındaki denge politikasından vazgeçmesi kendisi açısından yanlış olacaktır.
Tartışmayı bitirirken iki hususun altı ayrıca çizilebilir: ABD’yi yok saymak imkansız. Eski gücünden çok şey kaybetse de hala bir süper güç Amerikan Devleti. Ama ABD’ye tavır koymadan İsrail’i durdurmak da imkansız. Türkiye’nin bu ikilemi aşacak ve (veya) yumuşatacak bir formül bulması gerek. Bu sorun bizi çok kutuplu dünya konusunda yeni adımlar atmaya itmeli. Bütün yumurtaları aynı sepete koymamak, ekonomik, askeri ve siyasi ilişkileri belli bir kompozisyon içinde dağıtmak en makul yol. Tabii bu yönde atılacak adımların zamanla sonuç vereceği, hemen veya akut bir şekilde sorunları çözmenin imkansız olduğu da akılda tutulmalı.
İlginizi Çekebilir