© Yeni Arayış

Trump’ın Gazze Barış Planı’nda AB: Normatif gücün reel-politik ile imtihanı

Gerçek bir Zeitenwende için AB’nin yekvücut biçimde hareket ederek ekonomik kozlarını kullanma iradesi göstermesi ve değer söyleminin ötesine geçen bir siyasi kararlılık sergilemesi gerekecek. Aksi takdirde Avrupa, Gazze barışı sonrasında da Filistin-İsrail denkleminde yardımları finanse eden fakat kritik kararları başkalarınca verilen bir figüran olarak kalma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

İki yıldır devam eden yıkıcı Gazze savaşını sona erdirmek için ABD Başkanı Donald Trump’ın devreye girmesi belirleyici oldu. Ancak çatışmanın kalıcı olarak sonlandırılması ve barış planının uygulanmasında Avrupa Birliği (AB) de aslında kritik kartlara sahipti. Diplomasiden insani yardıma ve ticari nüfuza uzanan bu araçlara rağmen AB, Ortadoğu barış çabalarında giderek kenara itiliyor. Bu durum, Birlik içindeki görüş ayrılıkları ve özellikle Almanya’nın tutumuyla yakından ilgili olduğu gibi, sahada Türkiye, Mısır, Katar ve Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörlerin arabulucu rolü üstlenmesinin de bir sonucu. AB’nin “normatif güç” (değer temelli güç) modeli, Gazze’deki reel-politik dengelerle çelişirken, Avrupa’nın stratejik bir yön değişikliğinin tartışma konusu.

AB’nin Diplomatik ve İnsani Araçları: Kâğıt Üstündeki Güç

AB, İsrail-Filistin ihtilafında kağıt üstünde kayda değer etki imkanlarına sahip bir aktör. Birlik, Filistin Yönetimi ve İsrail’le uzun yıllara dayanan resmi ilişkilere sahip; Filistin halkına en büyük mali desteği sağlayan taraf ve aynı zamanda İsrail ekonomisinin en büyük ticaret ortağı konumunda. Bu avantajlar AB’ye ciddi ekonomik ve diplomatik baskı unsurları sunuyor. Örneğin Brüksel, gerekirse AB-İsrail Ortaklık Anlaşması’nın ticaret ayrıcalıklarını askıya alma tehdidiyle İsrail üzerinde önemli bir ekonomik koz kullanabilir – öyle ki bu ticari yaptırım kartının etkisi, ABD’nin İsrail’e sağladığı yıllık askeri yardımla boy ölçüşebilecek düzeyde görülüyor. Nitekim AB, İsrail’in en büyük dış pazarı olarak iki yıllık savaşın yıprattığı İsrail ekonomisini böyle bir adımla sarsabileceğinin farkında.

Ne var ki Brüksel, elindeki bu potansiyeli şimdiye dek hayata geçirmekte zorlandı. AB’nin Ortadoğu’da yıllardır “söylem-eylem uçurumu” yaşadığı ve ancak “ödeyen, fakat oynayamayan” bir güç olarak kaldığı yönündeki eleştiriler yeni değil. Gazze savaşında da Birlik, sahip olduğu araçları etkin bir stratejiye dönüştüremedi. Bunun başlıca nedeni, üye ülkeler arasındaki derin görüş ayrılıklarıydı.

Bölgesel Arabulucular: Avrupa’nın Boşluğunu Dolduran Aktörler

AB’nin aktif bir siyasi rol üstlenemediği ortamda, çatışmanın çözümünde inisiyatifi bölgesel güçler ve ABD birlikte üstlendi. Özellikle Katar ve Mısır, İsrail-Hamas arasında arabuluculuğun merkezine yerleşti. Katar, Hamas siyasi büro liderlerine ev sahipliği yapması ve aynı zamanda ABD’nin bölgede yakın müttefiki olması sayesinde rehine takasları dahil kritik müzakerelerde aracılık rolü oynadı. Mısır ise Gazze’ye komşu olmasının getirdiği avantajla ateşkes görüşmelerine ev sahipliği yapıp taraflar arasında mesajları ileten ülke konumunda. Trump yönetimi de barış planının ilk aşamasında Hamas’ı ikna etmek için en çok Katar ve Türkiye’nin nüfuzundan yararlandı. Washington, Doha’nın desteğini kazanmak amacıyla Eylül sonunda İsrail’in Katar’daki Hamas yetkililerine yönelik izinsiz hava saldırısından ötürü Başbakan Netanyahu’ya Katar Emiri’nden özür diletirken, Ankara ile savunma iş birliğini derinleştirerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan Hamas’a barış planını kabul etmesi yönünde baskı yapmasını istedi.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de diplomasi trafiğinde önemli rol oynadılar. Eylül’de New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında BAE’nin organize ettiği bir toplantıda bir araya gelen Trump ve önde gelen Arap liderler, Gazze’de kalıcı barış için Filistinlilere siyasi bir perspektif (örneğin bağımsız bir devlet umudu) sunulması gerektiği konusunda mutabık kaldılar. Bu sayede Arap başkentleri, Hamas’a “geri çekilme ve silah bırakma” yönünde ortak baskı yapabildi. Özellikle Riyad, barış planının Gazze’nin geleceğinde Filistin yönetimine yeniden rol verilmesi ve iki devletli çözüm hedefinden bütünüyle vazgeçilmemesi koşuluyla sürece destek verdi.

Tüm bu diplomatik çabalarda AB kenarda kalmış görünüyordu. Yeni AB dış politika şefi , ateşkesin ardından Gazze’nin geçiş döneminde oluşturulacak uluslararası yönetimde Avrupa’ya da yer verilmesi için Körfez ülkeleriyle temaslara başladı. “Artık Avrupa’nın sadece ‘çek yazan’ değil, sahada ‘oyun kuran’ taraf da olması gerektiğini” vurgulayan bu sözler, AB’nin bugüne dek bölge diplomasisinde geri planda kaldığının üst düzey bir itirafı niteliğindeydi. Gerçekten de, Gazze konusunda ABD, Katar, Mısır gibi aktörlerin birincil müdahil, AB’nin ise daha çok mali destek sağlayan ikincil aktör konumunda olduğu bir tablo ortaya çıktı.

Almanya’nın böylesi temel bir politika değişikliği, AB’nin de ilkeleriyle çelişmeden elindeki sivil nüfuz araçlarını gerçekten kullanabilen bir aktöre dönüşmesinin kapısını aralayabilir. Bu aslında, Avrupa için Ortadoğu’da bir Zeitenwende anlamına gelecektir.

Normatif Güç vs. Realpolitik: Avrupa Modelinin Sınavı

AB’nin Gazze krizindeki etkisiz görüntüsü, özünde Birlik’in “normatif güç” modeli ile bölgedeki reel-politik dinamiklerin çatışmasını yansıtıyor. Avrupa kendini on yıllardır insan hakları, uluslararası hukuk ve barışçıl çözüm idealleriyle tanımlayan bir aktör olarak konumlandırdı. Ne var ki sahadaki aktörler güç ve güvenlik öncelikleriyle hareket ederken, AB’nin değer temelli çağrıları ve kınamaları somut sonuç getirmedi

Son gelişmeler, AB’ye acı bir gerçeği hatırlattı: Sadece değerleri dile getirmek ve finansal destek sağlamak, çatışma çözümünde tek başına yeterli olmuyor. Trump yönetiminin ve bölge ülkelerinin güç unsurlarını devreye sokarak elde ettiği ilerlemeler karşısında, AB’nin “yumuşak güç” diplomasisi etkisiz kaldı. Carnegie Europe platformunda vurgulandığı gibi, artık uluslararası alanda “yalnızca sözler yeterli değil; etkili bir oyuncu olmak için sert güç unsurlarına ve bunları kullanacak siyasi iradeye sahip olmak gerekiyor” – ki Orta Doğu bağlamında AB politikasında bu unsur eksik kalmış durumda. Gazze krizi, Avrupa’ya çağımız dünyasında normatif gücün tek başına sonuç getirmeyeceğini gösteren bir ders oldu.

Zeitenwende: Avrupa İçin Stratejik Dönüş Mümkün mü?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında Almanya için kullanılan Zeitenwende (dönüm noktası) kavramı, şimdi Avrupa’nın Ortadoğu politikası için de gündemde. AB, Gazze deneyiminden çıkardığı dersle stratejisini değiştirebilir mi? Böyle bir stratejik dönüşüm, öncelikle Berlin’in geleneksel doktrininde revizyon yapmasını gerektiriyor. Carnegie Europe analizine göre Almanya, Holokost’un yüklediği tarihi sorumluluğu dar bir “İsrail’e koşulsuz destek” yorumuyla sınırlandırmak yerine, İsrail’i Gazze’deki çıkmazdan kurtarmayı da bu sorumluluğun parçası sayacak bir bakış açısına geçmeli; ayrıca yakın müttefiklerine karşı elindeki güç araçlarını kullanmaktan imtina eden tutumunu terk etmeli. Almanya’nın böylesi temel bir politika değişikliği, AB’nin de ilkeleriyle çelişmeden elindeki sivil nüfuz araçlarını gerçekten kullanabilen bir aktöre dönüşmesinin kapısını aralayabilir. Bu aslında, Avrupa için Ortadoğu’da bir Zeitenwende anlamına gelecektir.

Nitekim Eylül ayında Komisyon Başkanı von der Leyen’in gündeme getirdiği plan, AB’nin değerlerini koruyarak İsrail’e baskı unsurlarını devreye sokabileceğini gösteren önemli bir adımdı. Von der Leyen, AB’nin İsrail’e ikili desteğini askıya alma, aşırı uç İsrailli bakan ve yerleşimcilere yaptırım uygulama, Ortaklık Anlaşması’nın ticaret bölümünü kısmen dondurma ve Filistin’e yeni bir bağışçı fonu oluşturma önerileriyle Birliği ilk kez somut yaptırım kartları masasına yaklaştırdı. İtalya gibi retçi üyelerin dahi bu önerilere destek vereceklerini duyurması, Avrupa içindeki tablonun değişmeye başladığına işaret ediyordu.

Yine de on yıllardır süregelen temkinli diplomasi alışkanlığının bir çırpıda değişmesi kolay değil. Gerçek bir Zeitenwende için AB’nin yekvücut biçimde hareket ederek ekonomik kozlarını kullanma iradesi göstermesi ve değer söyleminin ötesine geçen bir siyasi kararlılık sergilemesi gerekecek. Aksi takdirde Avrupa, Gazze barışı sonrasında da Filistin-İsrail denkleminde yardımları finanse eden fakat kritik kararları başkalarınca verilen bir figüran olarak kalma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER