Şu meşhur “İznik Konsili”
KÜLTÜR SANATHer ne kadar günümüzde “barış” ve “birliğin” sembolü olarak sunulsa da, bundan 1700 sene önceki Konsey aslında Kilise için hiç de öyle kusursuz bir birlik anı değildi. Aksine, toplantı tutanaklarına bakıldığında görüleceği üzere, değil büyük bir ekümenik birlik anı yaşanması; neredeyse ve belki de, yumruklar havada uçuştu.
Bu yıl, İznik Konsili’nin 1700. yıldönümü. Dünya çapındaki kiliseler, bu günü çeşitli kutlamalarla kutluyor. Papa XIV. Leo da, bu yıldönümü için Türkiye’yi ziyaret ediyor ve İznik’te kutlamalara katılıp, İstanbul’da da binlerce kişinin katılacağı bir “stadyum ayini” düzenleyecek. Vatikan, bu ziyaretin “dünya barışı” ve elbette, “Hıristiyanların birliği” için büyük bir önem taşıdığını söylüyor. Öncelikle, bu yeni bir proje değil; 2000’lerin başından beri, İznik Konsili’nin böyle birleştirici kutlamanın odağı olması fikri var. Papa Francis de, ölmeden önce bu fikri gündeme getirmişti ve ömrü yetseydi, geçtiğimiz sene İznik ziyaretini gerçekleştirecekti.
Her ne kadar günümüzde “barış” ve “birliğin” sembolü olarak sunulsa da, bundan 1700 sene önceki Konsey aslında Kilise için hiç de öyle kusursuz bir birlik anı değildi. Aksine, toplantı tutanaklarına bakıldığında görüleceği üzere, değil büyük bir ekümenik birlik anı yaşanması; neredeyse ve belki de, yumruklar havada uçuştu.
Konsey, Bizans; Doğu Roma İmparatoru Konstantin tarafından toplandı. Daha önce yalnızca antik Roma topraklarının batısında imparator olan Konstantin, 324 yılında Doğu’da imparator olan kayınbiraderi Licinius’u alt ederek Roma İmparatorluğu'nu kendi yönetimi altında yeniden birleştirmişti. Diğer bir dönüm noktası da yaşanmış ve Konstantin 312 yılında Hristiyanlığa geçmişti. Dolayısıyla, Yeni Doğu topraklarında yaşayan Hristiyanların inançlarını uyumlu hale getirmek Konstantin için siyasi bir öncelikti.
Fakat, bu hedefin gerçekleşmesi oldukça zor gözüküyordu zira, 318’den itibaren Hıristiyanların fikir birliğinin önünde “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” Üçlemesi ile üzerine, tabana da fazlasıyla yansıyan büyük bir tartışma başlamıştı.
Bunun sebebi de, Arius’un yükselişi idi. Arius, İskenderiye bölgesindeki bir Hristiyan topluluğunun münzevi bir ahlaki lideriydi. İlahiyat’ın mutlak birliğini,“en yüce mükemmellik” olarak vurgulayan Yeni-Platonculuğu, Yeni Ahit metinlerine gerçekçi ve akılcı bir yaklaşımla bütünleştirerek, sayısı giderek artan kitlelere hitap ediyordu. Arius, yaklaşık 323 yılında en önemli eseri Thalia’nın (Ziyafet) şiirsel dizeleriyle etkisini iyice arttırdı; ve hatta, işçiler ve seyyahlaryoluyla yayılan şarkılarla bu dizeler, halka maloldu. Kendisi oldukça derbeder görünülümlü, ezber bozan ve otoriteye meydan okuyan Arius, Mesih'in Tanrısal bir varlık olmaktan ziyade, Tanrı Baba’dan aşağı, yaratılmış bir varlık olduğu fikrinin simgesi haline de gelmişti.
Haziran 325’te Birinci İznik Konsili toplanmasına, Hıristiyanlar arasındaAriusçuluğa atıfla “Aryan İtilafı” derin çatlak sebep oldu. Konsey’in gündemi,Üçlü Birlik'in kişileri arasındaki ilişki konusundaki anlaşmazlığı çözmekti.
“Spoiler” verip, İznik’te, Mesih’in Tanrı ile aynı ilahi tabiata sahip olduğunu belirten inanç formülünü reddeden Arius’un “sapkın” ilan edildiğini söyleyeyim. Konsey’in “ekümenik” kararı sonrası İmparator Konstantin, Arius’u sürgüne gönderdi; bu eylemle, “kilise” ve “devlet” arasında bir dayanışmayı oluştu. İnancı, politika şekillendirmiş oldu ve din işlerinde, “siyasi çözümü” ön plana çıktı. Bunun da, elbette günümüzden bu yana uzanan etkileri var.
Konsey’deki zıt kutuplar
Bulunan “çözümün” sonradan “tarihi” nasıl etkilediğine döneceğiz.
Ama önce, şu İznik Konsili’nde neler olup bittiğini; nasıl çekişmeler yaşandığını ele alalım.
Öncelikle, İznik’ten önce 325 başında, Antakya’da bir hazırlık konseyi topladı. Kayıtların çoğu kaybolmuş olsa da, geriye kalanlara ve sonrasında yaşananlara bakarak, Antakya’daki konseyde işlerin hiç de iyi gitmediğini söyleyebiliriz. Öncelikle Antakya Piskoposu Filogonius, 322’te ölüverince, Antakya’nın kendisinde işler karışmıştı. 324’te yerine geçen halefi, kariyerinin ilk yıllarını Halep’teki kiliseyi düzene sokmakla geçiren ve kabadayı tavırlarıyla bilinen Eustathius’tu. Tartışmalardaki sabırsızlığı ve öfke patlamaları ile bilinen Eustathius, fanatikçe Arius karşıtı idi. Özetle, hiç de uzlaşmacı bir isim değildi ve Antakya’daki hazırlık konseyinin “barış” ve “birlikten” çok çatışma içinde geçmesine de bizzat katkıda bulundu.
Hristiyanlığın teolojik krizi de, İmparatoır Konstantin’i iyice telaştıran biçimde Antakya’da derinleşti. İmparatorluk iktidarının merkezi olan Nicaea, yani günümüzün İznik’indeki konseyin düzenlenmesi böyle bir ortamda söz konusu olacaktı. İnatçı, hırslı ve birbirilerini neredeyse bir kaşık suda boğacak din adamlarının arasını bulmak için imparatorun kendisi de şahsen müzakerelere nezaret edecekti.
İznik Konsili öncesi, taraflar hemen manevralarla birbirinin kuyusunu kazmaya başladı. Bir tarafta, imparatorun uzaktan akrabası ve “vicdansız bir entrikacı”olarak tanımlanan Nikomedialı Eusebius ve onun daha sessiz, bilgili ve kendisinden daha çok hayranlık duyulan yardımcısı Sezariyeli Eusebius’un oluşturduğu iki Ariusçu grup vardı.
Diğer tarafta ise, Arius’a karşı çıkan ve Mesih İsa’nın tam teşekküllü tanrısallığını güçlü bir şekilde savunan İskenderiyeli Piskopos İskender ile öğrencisi Athanasius vardı. Arius’tan nefret ediyorlardı ve onun çoktan Mısır’dan Filistin’e sürülmesini sağlamışlardı. İmparator Konstantin’i, İsa’nın “tanrısal” mı, “insani” mi olduğu sorusunu, İznik’teki ana gündem maddesi olarak ele almaya ikna eden de Piskopos İskender oldu. Amacı, bu tartışmayı kazanarak rakiplerini alt etmekti.
Konstantin'in bu iki grubu uzlaştırmakla görevlendirdiği kişi, kurnaz ve yaşlı Kurtuba Piskoposu Hoseus’tu. Hoseus, İmparator Konstantin’in gençliğinde, Batı’daki yardımcısı olarak görev yapmış ve şimdi Konsey’in toplayıcısı olarak görev yapmak üzere Doğu’ya gelmişti.
Konsey, İmparator’un bizzat yaptığı bir birliki barış ve iyi niyet çağrılarıylabaşladı. Piskoposlar bu temennilere “canı gönülden” katıldıktan sonra, birbirlerine çamur atmaya giriştiler. İlk tartışmalar, teoloji değil; kişisel çekememezlikler üzerine şekillendi. Gündem teolojik çıkarsamalara kayınca tartışmalar o kadar kızıştı ki; Myra Piskoposu Aziz Nikolaos’un Arius’un yüzüne yumruk atacak kadar ileri gittiğine dair kayda geçmiş “kulis haberleri” bile var.
Son söz alan İmparator oldu. Konstantinos, Ariusçulara da hak verir gözükse de, Mesih’in “Baba ile aynı özden” olduğunun açıkça ifade edilmesi ve bunun kayda geçmnesi gerektiğini söyledi. Kimse, İmparator’la doğrudan tartışmaya cesaret edemediği için, “fikir birliği” doğmuş gibi gözüktü.
İskenderiyeli Psikopos İskender ve onunla güç birliği yapanlar, son ortaya çıkanmetne çeşitli ek maddeler eklemeyi de başardılar. En önemli madde de, “aykırı şeyler” öğretenlerin lanetlenip ve aforoz edilmesi idi. Ve tabii, Arius da bu karardan ilk nasibini alan oldu.
Nikomedialı Eusebius bile sonunda inanç bildirisini imzalamayı kabul etti, ancak Arius’la son bir dayanışma eylemi olarak aforozları onaylamayı reddetti.
İznik’te varılan konsensüs Konstantin için yeterliydi: düzen yeniden sağlanmıştı. Konsey, Paskalya tarihinin hesaplanma yöntemini de belirleyip “grand final” yaparak sona erdi. Piskoposların İznik’ten ayrılmadan önceki “son yemeğinde”, varılan “birliğin” bozulmaması için, İmparatorluğun silahlı muhafızlarının da onlara nezaret ettiği tarihi kayıtlara geçmiştir.
“Düzeni bozan” gene Konstantin’in kendisi oldu
Ne var ki, sağlanan dirlik ve düzen İmparator Konstantin’in ailesinin nevrotik halleri sayesinde tuzla buz oldu. Herşeyden önce, İmparator’un karısı ve oğlu, ikisinin de idamı ile sonuçlanan skandal bir ilişki yaşadı. İmparator’un kendisi, ölüm döşeğindeyken Ariusçular yeniden sahneye çıkıp yeniden güç kazandılar. Konstantin, öteki dünyada yargılanmamak için, son nefesini vereceği noktaya kadar vaftiz olmayı reddetmişti. Ölümününden hemen önce vaftiz olarak, bütün günahlarından arınmayı istiyordu zira…İmparator’u, 337’de son anlarında vaftiz eden de, Ariusçu Nikomedialı Eusebius oldu. Ve bu son manevrasıyla, Konstantin’in ölümünden sonra sahne ona kaldı ve İznik’te kendini alt eden piskoposlardan da bol bol intikam aldı.
Yine de, 381’deki Konstantinopolis Konsilinde ve en önemlisi 451’deki Kalkedon/Kadıköy Konsili’nde benimsenen, Ariusçu olmayan bir inanç formülasyonu oldu. Arius’un kendisi ne oldu derseniz; 336’da dönemin Konstantinopolis’inde resmen içi dışına çıkarak öldü; zehirlenmiş olması çok mümkün.
“İznik İtikadı” olarak bilinen bu yazılı metin, dünya çapında Hristiyan ibadetlerinde, ayinlerde kullanılmaya devam ediyor. Ancak, İznik ile başlayan ve günümüzde de devam eden asıl konu, din ve siyaset arasındaki işbirliği; birbirlerini şekillendirmeye devam etmeleri.
1700 yıldır Ortodoks ve Katolik Kiliseleri, tüm Hıristiyan mezheplerinin ortaklaştığı “İznik İtikadı”nın metniyle bitirelim:
“Görünen ve görünmeyen varlıkların Yaradanı, yeri ve göğü yaratan Her şeye Kadir Tanrı Baba’ya inanıyorum. Tanrı’nın biricik Oğlu tek Rab ve ezelde Baba’dan doğmuş olan Mesih İsa’ya inanıyorum. O Tanrı’dan gelen Tanrı, Nur’dan Nur, Gerçek Tanrı’dan Gerçek Tanrı’dır. Yaratılmış olmayıp Baba ile aynı özdedir ve her şey O’nun aracılığıyla yaratılmıştır. Biz insanlar ve bizim kurtuluşumuz için gökten inmiş, Kutsal Ruh’un kudretiyle vücut bulmuş Bakire Meryem’den doğmuştur.
Pontius Pilatus döneminde bizler uğruna çarmıha gerilmiş, acı çekerek ölmüş, gömülmüş ve Kutsal Kitaplarda yazıldığı gibi üç gün sonra dirilmiş ve göğe çıkmıştır. Baba’nın sağında oturmaktadır. Dirileri ve ölüleri yargılamak amacıyla şanla yeniden gelecek ve hükümdarlığının sonu gelmeyecektir.
Peygamberlerin ağzıyla konuşmuş olan Baba ve Oğul’dan çıkıp, Baba ve Oğul ile birlikte tapılan ve yüceltilen, hayatın kaynağı ve Rab olan Kutsal Ruh’a inanıyoruz. Havarilere dayanan, Evrensel ve Kutsal olan tek Kilise’ye inanıyoruz. Vaftiz olunarak günahların bağışlanacağını kabul ediyoruz.
Ölülerin dirilişini ve ebedi hayatı umutla bekliyoruz.”
Amin!
İlginizi Çekebilir