Sıdkı Sıyrılmış Kozalak
KÜLTÜR SANATOdadan çıktım. Hemşirenin gözleri hâlâ eldivenlerimdeydi. Gülümsedim. Ellerimi birbirine kenetledim. Avuçlarımda bir kaplanın gözünü varmış gibi hissettim. Adeta hafiflemiştim. Koridorda camdan dışarı baktım; kar başlamıştı. Sulusepken! Avucumdaki göz hareket ediyor gibiydi. Kaçacak sandım. Gözümü ağzıma atıp yuttum.
“Hiç suçu yoktu. Sol yanımdı o… Gömdüğüm. Bir Salı günüydü, önce pamuk şekeri, ardından bir kalem. Sonra fren sesi… Ateş… Parmakları… Hiç suçu yoktu.”
Yazmasam olmazdı. Yazdım.
Hastanenin soğuk camına, ilk kez eldivensiz dokundum. Sonunda kurtuldum sandım onlardan. Parmaklarımı o günden beri hiç kullanmadım; kimseler fark etmedi. İlk defa soğuğu duydum, kara dokundum. Kar, camın üzerinde tane tane duruyordu. Bir kadının sırtına dokunur gibi usulca değdim. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Kaçar gibi uzaklaştım camdan. Polikliniğin kapısına geldim. Koridor boştu.
Hemşire adımla üç kere seslendi, beni çağırdı: Sıtkı Sıyrılmış Kozalak.
Sesi, içimi parçaladı. Doktorun odasına girdim. Ekranı açtı. “Sıtkı Bey” dedi. Oda ağır bir sessizliğe gömüldü; ben de onun içine. Hemşire kırmızı eldivenlerime baktı. Bakışı eldivenlerimde asılı kaldı; ben de ona baktım. İşte o an bir kadının alnında soluklanıyormuşum gibi hissettim; saçlarını okşar gibiydim. Bu duyguda bir süre kaldım. Huzuru hatırladım ve senin saçlarını!
Sonra aynaya baktım; yüzümdeki ifadeyi tanıyamadım. Sıtkı Sıyrılmış Kozalak olarak hiçbir kadına… Dokunmamıştım. Hemen gözlerimi ve ellerimi hemşireden çektim. Eldivenlerime baktım; parmaklarım içerideydi.
“İyi misiniz Sıtkı Bey?”
“Evet.”
Tek kelime odanın ortasına ağır bir taş gibi düştü.
“Gayet iyisiniz. Gelecek ay yirmi dördünde daha kapsamlı bir tarama yapalım.”
Hemşirenin değişip değişmeyeceğini düşündüm. Yine bakar mıydı ellerime?
Odadan çıktım. Hemşirenin gözleri hâlâ eldivenlerimdeydi. Gülümsedim. Ellerimi birbirine kenetledim. Avuçlarımda bir kaplanın gözünü varmış gibi hissettim. Adeta hafiflemiştim. Koridorda camdan dışarı baktım; kar başlamıştı. Sulusepken! Avucumdaki göz hareket ediyor gibiydi. Kaçacak sandım. Gözümü ağzıma atıp yuttum.
Artık bir kaplanın—bir kadının—gözü içimdeydi. Benimdi.
Hastanenin bahçesine çıktım. Gelirken yazdığım duvarın yanına gittim. Duvar da cam da yerli yerindeydi. Kelimelerim kar altında kalmıştı. Eldivenimin tersiyle karı sıyırdım. Yazı yeniden göründü. Belli belirsiz gülümsedi:
“Hiç suçu yoktu. Sol yanımdı o… Gömdüğüm. Bir Salı günüydü, önce pamuk şekeri, ardından bir kalem. Sonra fren sesi…Ateş… Parmakları… Hiç suçu yoktu.”
Bir kere, bir kere daha okudum. Sesim titriyordu. O sırada bir serçe omzuma kondu. Kahverengi gözleri ‘devam et’ der gibiydi. Kahverengi… Senin en sevdiğin renk.
Sen hiç büyümedin anne.
Bir Salı günüydü.
Ne zaman sıkılsan beni dışarı çıkarırdın. Sokak sokak dolaşır, saçlarını rüzgâra bırakırsın. Rüzgâr alır, sonra gelip benim omzuma bırakırdın. Akşamları arkadaşlarım çağırırdı, gitmezdim. Piyano saatlerimizi kaçırmak istemezdim. Parmaklarının tuşların üzerinde dans edişi… Her bir dokunuşun leylak kokardı.
Sen gittikten sonra kırk gün boyunca sokaklardaki kadınları seyrettim. Yüzlerine senin yüzünü yerleştirdim; ama senin ellerin gibi el bulamadım. Bende hepsini unuttum.
Bugün ilk defa kara dokundum. Tane taneydi; bir kadının sırtı gibi.
O gün birlikte yürümüştük. Akşam yaklaşıyordu. Panayır alanına gitmek istedin. Ben ısrarla eve dönmek istiyordum. Bir pamuk şekeri ve bir kaleme kandırdın beni. “Peki,” dedim. Beni sevinçle arabanın yanında bıraktın. Gittin. Bekledim. Bekledim… Sonra seni uzaktan gördüm. El salladım; gör diye zıpladım. Rüzgâr, kokunu getirdi; leylaktı…
Caddenin karşısındaydın. Çok yakındık. Elindeki pamuk şekeri ve kalemi sallıyordun. Bir adım attın. Her şey o anda oldu. Köşeden hızla çıkan arabanın camında parçalandın. Koştum. Pamuk şekeri ezilmiş, kalem kaybolmuştu. Yüzün kan içindeydi. Parmaklarını aldım; serçeler gibi topladım yerden. Kendi parmaklarıma taktım. Ateştin; beni hep yaktın.
Bu kırmızı eldivenler… O gün arabadan inerken bana vermiştin.
Karın üzerine yeniden yazdım:
“Hiç suçu yoktu. Sol yanımdı o… Gömdüğüm. Bir Salı günüydü, önce pamuk şekeri, ardından bir kalem. Sonra fren sesi, sonra ateş ve parmakları… Hiç suçu yoktu.”
Bugün ilk defa kara dokundum. Tane taneydi; bir kadının sırtı gibi.
İlginizi Çekebilir