Osman Kavala ve şiddetsizliğin gücü
SİYASETJudith Butler “Şiddetsizliğin Gücü” başlıklı kitabında; Şiddet yanlısı gerçekte mevcut düzeni muhafaza etme, asıl sorunu gizleme işlevi görüyorlar. Çatışma içindeymiş gibi olsalar da bu üzerinde anlaştıkları bir durum. Bu düzenin devamlılığını sağlıyor. Birbirlerini silmeye çalışsalar da kamusal alanı iktidar gücüyle tasarlama amacında anlaşıyorlar. Bu nedenle Kavala’nın özgürlüğüne kavuşmasının düzenin bu sırrının ortaya çıkarılması ile -ve yeni bir başlangıç ile- mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Geçtiğimiz hafta Osman Kavala’nın tutukluluğunun sekizinci yılı geride kalırken içlerinde eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski TBMM Başkanı ve eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek, yazar Orhan Pamuk, Avrupa Parlamentosu Türkiye Daimi Raportörü Nacho Sánchez Amor’un da bulunduğu çok sayıda siyasetçi, akademisyen, gazeteci ve sivil toplum temsilcileri dayanışma mesajları paylaştılar. Kavala'nın cezaevinde tutulmasının "hukuksuz" olduğunu ifade ederek, yetkilileri AİHM kararlarına uyma çağrısı yaptılar.
11'inci Cumhurbaşkanı Gül mesajında kendi döneminde yakından tanıma imkanı bulduğu Kavala’nın -ona isnat edilen suçlamaların ne kadar anlamsız olduğunu vurgulayacak bir biçimde- hükümetlerinin gerçekleştirdiği demokratikleşme adımlarının yanında durduğuna işaret etti. Ona yapılan haksızlığın AİHM kararının uygulanmasıyla giderilmesini istedi. 2017'de Gaziantep’te gözaltına alınan Kavala 2022 yılında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edildi ve sekiz yıldır Silivri'deki Marmara Cezaevi'nde tutuluyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) verdiği hak ihlali kararı yapılan çağrılara rağmen uygulanmıyor.
Kavala ile Dink’in durumu ile şaşırtıcı bir benzerlik taşıyor
Kavala gözaltına alındığında benim gibi bir çok kişi “birkaç gün içinde suçsuz olduğu anlaşılır, salıverilir” diye düşünüyordu. Kavala da göz altı ve uzun tutukluluk sürecinde neyle suçlandığını, bunların neden başına geldiğini bilmiyordu. Önce casuslukla, sonra bu tutmayınca “T.C. Hükümeti’ni cebir yoluyla devirmeye teşebbüs”le suçlandı.
Eğer açıkça ifade etmek gerekirse bugün hala Kavala’nın cezalandırılmasındaki bu ısrarın asıl nedeni hala tam anlaşılmış değil.
Bana kalırsa Kavala’nın başına gelenlerle Hrant Dink’in durumu ile şaşırtıcı bir benzerlik taşıyor. Dink de yargılanıp hüküm giydiğinde aynı Kavala gibi yaptığının –söylediklerinin, amaçladıklarının- tam karşıtı ithamlarla suçlanmıştı. O tarihte bu çelişkiye dikkat çeken bir yazı yazdığımı hatırlıyorum.
Taksim meydanının bir otoyol kavşağına dönüştürülmesini, Gezi’ye de –önce- cami, sonra kışla replikası AVM- inşaat yapılmasını öngören projeleri 90’lı yıllardan beri tartışmaya açmaya çalıştığından beri ortada iki ayrı itiraz biçiminin olduğu görüldü.
Birincisi -Kavala’nın da dahil olduğunu bildiğim- müşterekler için farklı bir yaklaşım öneren yaklaşımdı. Sivillerin söyledikleri şuydu: “Bugüne kadar iktidarlar meydanı, kamusal alanı merkeziyetçi bir yaklaşımla kendi temsil sahneleri olarak gördüler. Bu müzakere özürlü müdahaleler ile kamusal alan iki karşıt milli akımın bir temsil sahnesi olarak şekillendirilmeye, kontrol altına alınmaya çalışıldı. Bu toplumsal çatışmalara neden oldu, barışa, refaha darbe vurdu, haksızlıklar, eşitsizlikler yarattı. Gelin bu defa farklı bir şey yapalım, çok amaçlı, çok katmanlı bir hafızası olan bir müşterek alanın birlikte nasıl korunacağını, nasıl kullanılacağını birlikte düşünelim.”
28 Şubat süreci ve Taksim’in iki karşıt merkeziyetçi hareketin temsil sahnesi halini alması
Taksim Platformu’nun bu açıklamasına şöyle tepkiler aldığını hatırlıyorum:
“Siz Taksim’deki ulaşım projesine karşı çıkıyorsunuz. Oysa ulaşım bilimsel bir konudur, tartışılamaz. Biz bu koltuğa bilim adına oturuyoruz. Karşı çıkılması gereken tek şey buraya yapılmak istenen cami projesidir.”
90’lı yıllarda Recep Tayyip Erdoğan Büyükşehir’de yönetime geldiğinde Nurettin Sözen zamanında İTÜ hocalarının hazırladıkları ve Taksim’i ve ona bağlanan Gümüşsuyu, Sıraselviler, Mete ve Cumhuriyet caddelerini dalış tüneline çeviren ulaşım uygulama projesini kucağında hazır bulmuştu. Bu hazır projenin üzerine mimar olan Bakorköy belediye başkanına bir kaç basit çember çizdirmişti. Bunlar Taksim Platformu’nun The Marmara Oteli salonunda düzenlediği basın toplantısında açıkladığı proje ertesi gün “Taksim’e cami yapılıyor” başlığıyla büyük basının manşet konusu olmuştu. Böylece Taksim projesi 28 Şubat sürecinin en gerilimli konularından biri halini almıştı. Gazeteler meydanın otoyol kavşağı gibi düzenlenmesine karşı çıkan Taksim Platformu’nun 90’lı yıllardan beri düzenlediği toplantılarla ilgili haberleri çarpıtarak “Taksim’e cami yapılıyor” manşetiyle veriyorlardı.
Bu nedenle Tayyip Erdoğan merkezi yönetime geldiğinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Kadir Topbaş’a ilk iş olarak Taksim’i düzenleme görevini verdi.
İlginç bir şekilde Gezi’yi tetikleyen, kitleleri harekete geçiren olayın cami ya da kışla replikası-AVM inşası nedeniyle değil, Divan Oteli tarafındaki dalış rampasının üzerindeki dönüş kurbunun parka tecavüz etmesi nedeniyle çıktığını hatırlayalım. Taksim Platformu Gezi’den bu dalış rampalarının meydanla bağlantılarındaki soruna işaret etmek için yıllarca kamuoyuna bilgi vermeye hatta yerleştirmeler, maketler yaparak yarıkların nasıl bir soruna yol açacağına dikkat çekmeye çalışmıştı.
Kavala -kendisi bile farkında olmadan- Gezi’nin simgesi haline geldi
Gezi gibi sivil hareketlerin kamusal alana şiddet yoluyla damgasına vurmaya çalışan her iki tarafla da bir kopuş yarattıkları, müşterek bir kamusal alan tahayyülünü hayata geçirdikleri söylenebilir. Bu tür hareketlerin yarattığı dalga her zaman o kadar güçlü oldu ki, Türkiye’nin uluslararası platformlardaki itibarını restore etti. Çok sayıda ülke yöneticisi bu girişimle ilişki kurmaya, muhatap almaya çalıştı.
Kavala evet, suç işlemedi. Ama bağımsız bir alanda uğraşıp, didinerek daha radikal bir iş yaptı. Her iki tarafın da ezberlerini bozdu. Kendisine sıfatlar yakıştırıldı, hatta infaz edilmeye çalışıldı. Bu nedenle Kavala -kendisi bile farkında olmadan- Gezi’nin simgesi haline geldi.
Judith Butler “Şiddetsizliğin Gücü” başlıklı kitabında bu durumu gayet güzel açıklıyor(*). Şiddet yanlısı gerçekte mevcut düzeni muhafaza etme, asıl sorunu gizleme işlevi görüyorlar. Çatışma içindeymiş gibi olsalar da bu üzerinde anlaştıkları bir durum. Bu düzenin devamlılığını sağlıyor. Birbirlerini silmeye çalışsalar da kamusal alanı iktidar gücüyle tasarlama amacında anlaşıyorlar. Bu kurguyu bozan, onun maskelediği gerçeği ifşa eden, öngöremedikleri eylemselliklere karşı düzenin aktörleri ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bu yüzden bir kafa karışıklığı yaşıyorlar ve bu tür bağımsız girişimleri çarpıtmaya, onlara amaçları ile ilgisi olmayan paranoyak biçimler kazandırmaya çalışıyorlar.
Bu nedenle Kavala’nın özgürlüğüne kavuşmasının düzenin bu sırrının ortaya çıkarılması ile -ve yeni bir başlangıç ile- mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Bunun nedenlerini bir sonraki yazıda açıklamaya çalışacağım.
* Judith Butler, “Şiddetsizliğin Gücü”, Metis Yayınları, 2021
İlginizi Çekebilir