© Yeni Arayış

Meltem Arıkan oyunlarına feminist bakış

Arıkan’ın kadın öznesinin önemini anlamak için kadının popüler kültür içinde geleneksel olarak temsiline kısaca bakmakta yarar vardır.

Arıkan tiyatrosunda kadının temsili önemlidir. Meltem Arıkan oyunlarında kadın, mağduriyetten başkaldırıya doğru bir yolculuk içinde ele alınmaktadır. Bütün oyunların ana kahramanı kadın öznedir. Kadın bedeni ve yaşamı üzerinde patriarkal toplum tarafından yaratılan sistematik baskı, taciz ve kısıtlamalar bu ana kahraman tarafından eleştirilir ve dillendirilir.

Meltem Arıkan oyunlarında kadın sorunu birçok yönüyle ele alınıyor. Çoğunlukla hiçbir dolayıma başvurulmadan yani doğrudan ve keskin bir dil kullanmaktan kaçınılmaksızın izleyicinin yüzüne bir tokat gibi vurularak izleyiciye adeta yüzleşmekten ya da inkârdan yani tiyatro salonunu terk etmekten başka bir seçenek bırakılmıyor. Bu anlamda Erwin Piscator’un politik tiyatro ya da Dario Fo’nun ajit-prop drama/komedya anlayışının kadın hali olarak düşünülebilir. Bunu ifade etmekle birlikte, toplumsal sorunlar bağlamında bu oyunları problematize etmek de mümkün ve gereklidir.

Toplumsal sorunlar terimini başlığına taşımış bir metin kaçınılmaz olarak sosyoloji disiplininin alanından söz etmektedir. Raymond Aron’u referans alırsak, özellikle Emile Durkheim, Karl Marx ve Max Weber gibi 19. ve erken 20. Yüzyıl’ın dev düşünürlerinin başlıca kuramsal kaygılarını (modernleşme, toplumsal katmanlaşma, toplumsal/tarihsel dinamikler, vb.) atlayarak bu terimi kullanmak yanlış olur. Bu kaygılar açısından Türkiye toplumuna baktığımızda uzun bir toplumsal sorunlar listesi çıkarmak mümkündür. Bu sorunların başında, toplumsal katmanlaşma perspektifi ile sınıfsal bölünme ve bu bölünmeye dayalı yoksulluk, yoksunluk ve adaletsizlikler gelecektir. Sonra, modernleşme penceresinden bakıldığında, sanayileşme/sanayileşememe ve kentleşme/göç gibi sorunlar öne çıkmak durumundadır. Toplumsal/ tarihsel dinamikler bağlamında ise Türkiye’nin ekonomik gelişmişlik/ azgelişmişlik düzeyi, globalleşme ve bunlara bağlı olarak siyasal gelişme/demokratikleşme gibi sorunlar gündeme gelmek durumundadır. Günümüz Türkiye’sinde büyük ölçüde devletin şiddet aygıtları devreye sokularak yürütülmekte olan ekolojik yıkım da önemli bir toplumsal sorun halini almış bulunuyor. Dezavantajlı toplumsal gruplar açısından bakıldığında ise kadınların hemen yanında LGBTİ bireyleri, Kürtleri, Alevileri ve diğer birçok azınlığı görmezden gelmek mümkün değildir.

Bu liste içinde kadın sorunu yanında birçok soruna Arıkan’ın oyunlarında, özellikle de Mi Minör’de değinildiğini görebiliriz. Örneğin “siyasal sistemin otoriterleşmesi”, “kadınlar üzerindeki baskılar”, “özel ve kamusal yaşama siyasal otoritenin müdahaleleri” başlıkları altında kategorize ettiğimiz birçok sorun Türkiye’nin modernleşme ve laikleşme serüveni ile yakından ilgilidir. Günümüz itibarıyla bu serüvende gelinen aşama özellikle laiklik açısından “geri vitese takma” yani devlet tarafından zor yoluyla modernleştirilip laikleştirilen bir toplumdan, toplumunu muhafazakarlaşmaya ve Müslümanlaşmaya zorlayan bir devlet portresine geçiş olarak özetlenebilir.  Yine işsiz ve aç olan adamın ağzına ekmek tepilerek öldürülmesi ve ardından Başkan’ın yaptığı refah toplumu açıklaması yoluyla, sınıfsal katmanlaşma temelinde toplumsal adaletsizlik ve yoksulluk olgusuna değinilir. Öte yandan, Türkiye’yi temellerinden sarsan birçok toplumsal sorun da bu oyunlarda ele alınmamıştır. Örneğin ekolojik yıkım ve Kürt “sorunu”.  Bu eksikliğin bir eleştiri nedeni olmaması gerekir. Çünkü politik tiyatronun işlevi sahneden ülkenin bütün sorunlarını sayıp dökmek olmamalıdır. Bu durum özellikle 1970’li yılların politik tiyatro anlayışında ya da ‘sosyal içerikli’ filmlerinde gözlemlenebilir.

Arıkan oyunlarına doğru eleştirel bir yaklaşım, bir toplumsal sorun olarak kitle medyasının problematize edilişi ve buna getirilen çözüm ile ilgili olmalıdır. Şöyle ki, kitle medyası eleştirisi Türkiye için yerindedir. Medya kuruluşları üzerinde siyasal iktidarın giderek artan baskıları ve kontrolü sonucu ülkede haberciliğin, televizyonculuğun vb. bütünüyle monoton bir ses haline getirilme yolunda olduğu doğrudur. Ama bu sıkı kontrol ve baskıların olmadığı durumda da evrensel ölçekte kitle medyası geniş yelpazeli de olsa son kertede “anaakım” sınırlarını asla ihlal etmeyen geniş bir hipnoz makinası gibi hareket etmektedir. Adorno ve Horkheimer’ın kitle kültürü eleştirileri içinden geliştirdikleri ‘kültür endüstrileri’ kavramı, habercilik sınırlarının çok ötesinde bütün bir kültür üretimi ve tüketiminin giderek standartlaştığı toplumlardan oluşan bir dünya imgesini bize izah etmektedir. Yine Noam Chomsky, “rızanın imalatı” (manufacturing consent) tezi ile günümüzde medyanın nasıl bütün anaakım bileşenleriyle birlikte devasa bir tek sesli propaganda makinesi olarak çalıştığını ve özellikle batılı demokratik ülkelerde kamuoyunun kitle medyası aracılığıyla nasıl manipüle edildiğini göstermiştir. Bu eleştirel bakış açısı genişletildiğinde demokratik olmayan pratiklerin ‘demokrasi’ diye sunulmasının yerel ya da diktatoryal rejimlere özgü bir sorun değil Batı demokrasilerini de kapsayan evrensel bir sorun olduğu anlaşılacaktır.

Medya bağlamında bir başka eleştiri de Arıkan’ın bu toplumsal soruna karşı sunduğu çözüm ile ilgilidir. Yine özellikle Mi Minör’de ustream, twitter gibi sosyal medya araçları yaşananları ülkeye ve dünyaya göstermenin, kentleri ve sınırları aşabilen politik interaktivitenin özgürleştirici araçları olarak görülmektedir. ABD’deki Occupy eyleminden Moldovya’ya oradan Arap Baharı’na kadar 2000’li yılların birçok toplumsal protesto olayında (bunlara Gezi de dahildir) sosyal medyanın kitleleri örgütleyici ve kitle medyasının bloke ettiği haberleri topluma yayıcı bir alternatif etkileşim aracı işlevi gördüğü doğrudur. Ne var ki, gerek sosyal medya üzerinde siyasal otoriteler tarafından geliştirilen kısıtlamalar, gerekse de ekonomik ve siyasal iktidar odakları tarafından internet ve sosyal medyanın bir kontrol, izleme ve hatta manipülasyon aracı olarak da kullanılıyor olması gerçeği, bu ‘özgürlük’ alanının da sanıldığı kadar özgür olmadığının göstergeleridir. 

Arıkan’ın kadın öznesinin önemini anlamak için kadının popüler kültür içinde geleneksel olarak temsiline kısaca bakmakta yarar vardır. Laura Mulvey’in 1975 tarihli Visual Pleasure and Narrative Cinema (Görsel Zevk ve Anlatı Sineması) makalesi feminist psikanaliz alanında yapılmış en önemli çalışmalardan biridir.

Bu eleştirel yorumlar bir yana, Meltem Arıkan oyunlarının önemi, kendinden önce Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir biçimde kadın sorununu merkezine almak olmuştur. Ülkemizde feminist hareketin izleğini bilenler için bunlar aslında geç kalmış yapıtlardır. Feminist hareket 1980’lerden bu yana gerek radikal gerekse de sosyalist feminist ekoller olarak hızlı bir gelişme kaydetmiş bulunuyor. Kadın cinayetlerine, tacize, tecavüze, kadın bedeni üzerinden siyaset yapılmasına vb. karşı sesini yükseltiyor, çözümler üretiyor. Muhafazakar normların zorla hakim kılınmaya çalışıldığı bir toplumda özgürlükçü değerleri ısrarla savunuyor ve bu konuda adım atılmasını sağlıyor. 1980’li ve 1990’lı yılların meclisindeki kadın milletvekili sayısı ile 2000’li yılların kadın milletvekili sayısı arasında yapılacak bir karşılaştırma, feminist hareketin kazanımlarının en somut göstergesi olarak okunmalıdır. Bu nedenle, Arıkan gibi bir oyun yazarının ortaya çıkması şaşırtıcı ya da erken görünse de aslında oldukça geç bir ortaya çıkış olmuştur.

Meltem Arıkan’ın oyunlarındaki kadın temsilinin Türkiye tiyatrosuna getirdiği yeniliği, politik tiyatro ya da ajit-prop tiyatro ekollerinin kadın versiyonunu üretmek olarak tanımlamak haksızlık olacaktır. Bu oyunların tarz olarak da klasik tiyatrodan nasıl bir kopuş anlamına geldiğini anlamak için belki Brecht’in politik tiyatroya katkısı üzerinden düşünmek doğru olur. Sahnede devrim yapmak yerine, katharsisi sürekli bozmak ve bu yolla izleyiciyi tokatlayarak uyandıran ya da yabancılaştıran bir tarz olarak yorumlayabiliriz.

Meltem Arıkan’ı konvensiyonel Türkiye tiyatrosu anlayışı için deyim yerindeyse yapıbozumcu kılan, oyunlarında kadın sorunlarını anlatının merkezine koymasından ibaret değildir. Bunun ötesinde, kadın özneyi de alışılmadık biçimde oyunlarının ana karakteri yaparak yerleşik normları altüst etmiştir.

Arıkan’ın kadın öznesinin önemini anlamak için kadının popüler kültür içinde geleneksel olarak temsiline kısaca bakmakta yarar vardır. Laura Mulvey’in 1975 tarihli Visual Pleasure and Narrative Cinema (Görsel Zevk ve Anlatı Sineması) makalesi feminist psikanaliz alanında yapılmış en önemli çalışmalardan biridir. Mulvey, sinemanın erkek bakışı üzerine kurulu olduğunu gösterir. Bu bakış, kadının erkeğin arzu nesnesinden öteye gidememesini patriarkal toplumda garanti altına alan bakıştır. Erkek bakışı, izleyici için iki katmanlıdır: Birincisi sahnedeki kadın anlatılan hikaye içinde ana karakter olan erkeğin arzu objesi olarak mevcuttur. Dolayısıyla izleyici, erkek kahramanla özdeşleşmeye ve olaylara onun gözüyle bakarken kadını arzu objesi olarak kurmaya davet edilir. Bu, sinemada kameranın erkek kahramanın gözüyle işlemesi yoluyla sağlanır. Öte yandan izleyici de erkek kahramandan bağımsız olarak aynı kadını kendi arzu objesi haline getirebilmelidir. Bu da kadının erkek kahramanın sahnede göründüğü ya da görünmediği durumda doğrudan izleyici karşısında erotize edilişiyle sağlanır .  

Mulvey bu duruma radikal bir çözüm olarak sahnede alınan zevklerin imhasını önerir. Bu zevkler scopophilia (“görüntü sevicilik”, ki ileri aşaması vouyerism yani röntgenciliktir) ve narsizmdir. Görüntü sevicilik, erotik nesneyi izleyicinin bakışından tamamen ayırmayı sağlar. Kadının sahnede teşhirciliğe teşvik edilmesi bu dinamiği güçlendirir. Öte yandan narsizm ise yine aynı izleyicinin kendisiyle en çok benzettiği karakterle özdeşleşme dinamiği oluşturur. Böylelikle aktif erkek, pasif kadın ikilemi de sürekli yeniden üretilir.

Mulvey, bir anlamda Brecht’in tiyatroda yaptığı devrimi, kadın perspektifini merkeze alarak sinemada gerçekleştirmeyi önerir: “Adeta bir takıntı halinde erkek egosunun nevrotik ihtiyaçlarına hizmet etmeyi reddeden bir sinema üretmek ”.

Arıkan tiyatrosunda kadının bir başkaldıran özne olarak kuruluşunun temsili Mulvey’in çağrısına tiyatro alanından bir yanıttır diyebiliriz. Erkek bakışına ve erkek izleyicinin iki temel zevkine bir başkaldırıyı da içerdiği için Arıkan tiyatrosunda kadının temsili önemlidir.

Meltem Arıkan oyunlarında kadın, mağduriyetten başkaldırıya doğru bir yolculuk içinde ele alınmaktadır. Bütün oyunların ana kahramanı kadın öznedir. Kadın bedeni ve yaşamı üzerinde patriarkal toplum tarafından yaratılan sistematik baskı, taciz ve kısıtlamalar bu ana kahraman tarafından eleştirilir ve dillendirilir. Böylelikle kadın sahnede bir nesne olmaktan çıkarak bir başkaldırı yolculuğu içindeki özne olarak temsil edilecektir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER