Korkunun krallığında Adalet sürgündür
SİYASETSiyaset, sandıkta yapılır. Sandıktan çıkan iradeye saygı duymayan bir iktidar, demokratik meşruiyetini yitirir. Bu
Bütün bu karanlık tabloya rağmen umut var. Çünkü tarih bize gösterdi: Baskı, direnç doğurur. Susturulan her ses, başka bir yerden daha gür çıkar. İfade özgürlüğünü, hukuku, siyaseti savunmak hâlâ elimizde. Korkuya teslim olmadan konuşabiliriz. Soru sorabiliriz. Ve belki de en önemlisi: Hatırlayabiliriz.
Bazen bir ülkenin kaderi, her sabah okuduğun bir haberin içinde saklıdır. Bir gün bir siyasi liderin tutuklandığını duyarsın. Ertesi gün, oyla gelen bir belediye başkanının görevden alındığını. Sonra, bir televizyon kanalının yayın lisansı iptal edilir, bir gazeteci daha ülkeyi terk eder. Farkında olmadan korkuyu solumaya başlarsın. Ve bir sabah, aynaya bakarken şu soruyla karşı karşıya kalırsın:
“Biz nasıl bir memleket olduk?”
Bugün bu soruyu sormak bir lüks değil, bir zorunluluktur. Çünkü Türkiye artık bir eşiğin ucunda. O eşik, demokrasiden otoriterliğe uzanan bir hattın tam ortasında duruyor. Her geçen gün bir adım daha ileri atılıyor. Ve bu gidişata “olağan” gözüyle bakmamız isteniyor. Hatta, alışmamız.
Ama alışamayız.
Çünkü bu “yeni normal” bir yıkımın habercisidir.
Bir siyasi partinin genel başkanı, hukuki değil, siyasi sebeplerle tutukluysa; o ülkenin hukuk düzeni sadece yara almamıştır, adalete olan inanç da çökmüştür. Bir başka partinin seçilmiş belediye başkanları ardı ardına görevden alınıyor, yerine kayyumlar atanıyorsa; bu sadece o partinin değil, o partiyi seçen milyonların iradesine bir müdahaledir.
Siyaset, sandıkta yapılır. Sandıktan çıkan iradeye saygı duymayan bir iktidar, demokratik meşruiyetini yitirir. Bu ülkede artık bir yandan iktidar var, bir yandansa fiilen siyaseti yasaklı hale getirme çabası. Bu ikisi bir arada yürümez.
Bir ülkenin basını, o ülkenin aynasıdır. Ama o ayna paramparça. En çok satan, yazarları en çok okunan gazetelerin sahipleri sürgünde, haber kanallarının sahipleri kaçak ilan edilmiş, özgür medyanın büyük kısmı ekonomik baskı, RTÜK cezaları ve mahkemelerle kuşatılmış durumda.
Basının sustuğu yerde gerçek susar, ama yalan bağırarak konuşur. Bir toplumun hafızasını, vicdanını, sesini elinden almak demektir bu. Ve bilin ki: Basının sustuğu bir ülkede halk sadece sessizleşmez, körleşir.
Bugün yaşadığımız bu sistemin arkasında basit bir mantık yatıyor: Korku. Korkuyla yönetmek, kısa vadede etkilidir. Sessizlik yaratır. İnsanlar itiraz etmez. Başlarını öne eğer. Ama uzun vadede korku, yerini öfkeye bırakır. Ve o öfke birikir, birikir… sonunda patlar.
Machiavelli “Prens” adlı eserinde söylediği gibi:
“Bir hükümdar, korkulmakla sevilmek arasında bir seçim yapmak zorundaysa, korkulmayı tercih etmelidir. Ancak nefret edilmekten mutlaka kaçınmalıdır.”
Bugünkü iktidar, sevilmeyi değil korkulmayı seçti. Ama unutulmasın: İnsanlar korktukları için susar, nefret ettikleri için değiştirir. O yüzden bu baskı düzeni sürdürülebilir değil. Tarih, bunun örnekleriyle dolu.
Memleket dediğin; farklılıkların bir arada yaşadığı yerdir. Aynı şarkının hem türkü hem rock versiyonunun çalabildiği, aynı sokakta başörtülüyle başı açık kadının yan yana yürüyebildiği yerdir. Memleket, muhalefetin hapse atılmadığı, gazetecinin soru sorduğu için sürgüne gitmediği, halkın oyunun anlamını yitirmediği yerdir.
Bugünkü Türkiye bu tanıma uymuyor. Bugünkü Türkiye; korkuyla yönetilen, suskunlukla büyüyen, iradelerin bastırıldığı bir ülke.
Ve tekrar soralım:
Böyle memleket olur mu?
Bütün bu karanlık tabloya rağmen umut var. Çünkü tarih bize gösterdi: Baskı, direnç doğurur. Susturulan her ses, başka bir yerden daha gür çıkar. İfade özgürlüğünü, hukuku, siyaseti savunmak hâlâ elimizde. Korkuya teslim olmadan konuşabiliriz. Soru sorabiliriz. Ve belki de en önemlisi: Hatırlayabiliriz.
Hatırlamalıyız ki biz bu ülkeyi, birlikte kurduk.
Bize düşen, onu birlikte savunmaktır.
Çünkü bu topraklarda adalet için susmayanlar hep vardı, yine olacak.
Ve o gün geldiğinde, bu yazdıklarımız birer tanıklık olarak kalacak.
Demokrasi bitmiştir. Çünkü halkın değil, korkunun sesi duyuluyor.
Hukuk bitmiştir. Çünkü adalet, artık sarayın gölgesinde dağıtılıyor.
Özgürlük bitmiştir. Çünkü konuşan cezalandırılıyor, susan ödüllendiriliyor.
Bunlar birbirinden ayrı değil.
Demokrasi olmadan hukuk olmaz.
Hukuk olmadan özgürlük yaşanmaz.
Ve bunlar yoksa, geriye sadece baskı kalır.
Böyle memleket olunmaz.
Ama hâlâ geç değil.
Belki yine memleket olabiliriz.
İlginizi Çekebilir