© Yeni Arayış

Kırgızistan’ın jeopolitik yol ayrımı

Aytmatov’un ülkesinde dağlar konuşmaz; ama tarihe şahitlik eder. Şimdi o şahitliğe kulak verme, ve yeni bir anlatı yazma zamanıdır.

Kırgızistan, eğer bir gün kendi “asra bedel gününü” yaşamak istiyorsa, önce hafızasını korumalı, sonra da özgün bir kalkınma vizyonunu inşa etmelidir. Bu vizyonun temelinde demokrasi, eğitimde reform ve bölgesel işbirliğine dayalı bir dış politika olmalıdır. Ne tamamen Moskova’nın uydusu, ne de yalnızca bir Batı vitrini…

Yüzünü Tanrı Dağları’na yaslamış, elleri Issık Gölü’nün ılık sularında geçmişiyle konuşan, geleceğiyle hesaplaşan bir ülke: Kırgızistan. Dışarıdan bakıldığında mütevazı bir Orta Asya cumhuriyeti; ancak içeriden hissedildiğinde bir ruh iklimi, bir vicdan coğrafyasıdır. Tıpkı o ülkenin büyük ozanı Cengiz Aytmatov gibi… 

Bişkek sokaklarında dolaşırken, aklımda bir yanda Tanrı Dağları’nın görkemi, öte yanda Issık Gölü’nün sonsuz maviliği canlanıyor. Bu kadim coğrafyanın ruhunu kelimelere döken büyük anlatıcılar geliyor gözümün önüne. Manas Destanı’nın efsanevi sözcüsü Sayakbai Karalayev’in güçlü sesi, yüzyılların derinliklerinden yükselirken, Cengiz Aytmatov’un satırlarında bu toprakların acısı, umudu ve insanı bir nakış gibi işleniyor. Sanki her sokak, her bakış, her rüzgâr onların anlattıklarını fısıldıyor.

Aytmatov, yalnızca büyük bir edebiyatçı değil, aynı zamanda Kırgız halkının içsel belleğini taşımış bir düşünce adamıydı. “Gün Olur Asra Bedel” romanında anlatılan mankurt metaforu, bugün de bölgesel strateji analizlerine ışık tutabilecek bir uyarı niteliğindedir. Hafızasını kaybeden insanın, köklerinden koparılan toplumun nasıl teslim alınabileceğini anlatan bu evrensel anlatı, Kırgızistan’ın bugünkü yolculuğuna dair de güçlü bir eleştirel bakış sunar. 

RUSYA GERÇEĞİ: BAĞIMLILIKTAN KURTULAMAYAN YARIM BAĞIMSIZLIK

Kırgızistan’ın Sovyet sonrası bağımsızlık serüveni, tam anlamıyla bir “post-imparatorluk” travmasıdır. Bugün dahi ekonomik yardımlar, işçi göçleri ve güvenlik işbirlikleri bağlamında Rusya’nın ağır gölgesi ülkenin üzerine düşmekte. Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) ve Avrasya Ekonomik Birliği üyelikleri, Kırgızistan’ın Moskova merkezli bir güvenlik ve ekonomi şemsiyesi altında tutulduğunun somut göstergesidir.

Ancak bu bağlılık, çoğu zaman halkın iradesiyle çelişen bir tablo ortaya koymaktadır. Ukrayna savaşı sonrası değişen küresel güç dengeleri, Kırgız toplumunun bir kesiminde Rusya’ya karşı mesafe arayışını da beraberinde getirmiştir. Kremlin’in bölgesel hamilik iddiası, yeni nesil Kırgızistanlılar nezdinde sorgulanır hale gelmiştir. Bugün Bişkek sokaklarında konuşulanlar ile resmi diplomatik söylemler arasındaki uçurum giderek büyümektedir.

TÜRKİYE VE AB PERSPEKTİFİ: FIRSATLAR VE TEREDDÜTLER

Türkiye, 1991’den bu yana “akraba topluluklarla dayanışma” ekseninde Kırgızistan’a büyük yatırımlar yaptı. Eğitim, kültür, sağlık ve ticaret alanlarında kurulan köprüler sayesinde Türkiye, halk nezdinde saygı uyandıran bir ortak konumundadır. Ancak diplomatik düzeyde zaman zaman yaşanan gelgitler, bu olumlu algının stratejik sonuçlara dönüşmesini engellemektedir.

Avrupa Birliği ise Kırgızistan’ı “Orta Asya’daki demokratik deney” olarak tanımlasa da, siyasi istikrarsızlık ve yolsuzluk sorunları nedeniyle temkinli bir tutum izlemektedir. Geçtiğimiz ay Semerkand’da düzenlenen AB-Orta Asya Zirvesi ile birlikte Avrupa, bölgedeki yeni denge arayışının bir parçası olma iradesi gösterdi. Ancak bu ilgi, henüz Kırgızistan’ın iç siyasal mimarisinde güçlü bir etkide bulunabilmiş değil.

AYTMATOV’UN MİRASIYLA GELECEĞİ OKUMAK

Bugün Kırgızistan, Çin’in ekonomik baskısı, Rusya’nın siyasal etkisi ve Batı’nın ihtiyatlı yaklaşımı arasında sıkışmış bir ülkedir. Ancak halkı hâlâ Tanrı Dağları gibi dimdik ve suskun. Çözüm, ne bütünüyle Batı’dan ne de doğrudan ithal edilecek bir modelden geçiyor. Çözüm, Aytmatov’un bıraktığı izleri yeniden okumaktan, o izleri çağdaş bir kalkınma ve kimlik politikasıyla buluşturmaktan geçiyor.

Kırgızistan, eğer bir gün kendi “asra bedel gününü” yaşamak istiyorsa, önce hafızasını korumalı, sonra da özgün bir kalkınma vizyonunu inşa etmelidir. Bu vizyonun temelinde demokrasi, eğitimde reform ve bölgesel işbirliğine dayalı bir dış politika olmalıdır. Ne tamamen Moskova’nın uydusu, ne de yalnızca bir Batı vitrini…

Aytmatov’un ülkesinde dağlar konuşmaz; ama tarihe şahitlik eder. Şimdi o şahitliğe kulak verme, ve yeni bir anlatı yazma zamanıdır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER