Kamusal alandan sonra sıra vatandaşlık tanımında mı?
SİYASETİktidar bloku, kamusal alanda kimlerin siyaset yapmasını ve hangi sınırlar içinde siyaset yapacağını da belirlemek istiyor.
Erdoğan/Devlet bloku Yerli ve Milli söylemi üzerinden yeni bir kamusal alanı inşa çabasından sonra şimdi de yeni bir “makbul vatandaş” inşa girişimine soyunuyorlar. Bu yeni vatandaşlığın temeli, Cumhuriyet döneminin referansı olan aydınlanmış ve cemaatsel bağlardan kurtulmuş “laik/Türk” birey değil, etnik kimliği ikincilleştiren, kültürel kimlik olan “Sünni Müslüman/Türk/iyeli” üst kimlik varsayan yeni bir vatandaşlık söylemine meşruiyet kazandırma girişimidir. Türk-Kürt-Arap söylemi yeni “makbul vatandaş”ı mı ima ediyor göreceğiz.
Terörsüz Türkiye sürecinde 11 Temmuz’da PKK’nın silah bırakmasında sonra gözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP Genel Başkanı sıfatıyla Kızılcahamam’da yaptı konuşmada sarf ettiği “Türk-Kürt-Arap” birliği söylemi tartışılmaya devam ediyor.
Özellikle “Arap” kimliğinin ne olduğu, neyi ima ettiği belirsizliğini koruyor. Bir bakış, bunun ülkedeki Suriyeli Arapları kastettiğini, bir başka bakış ise bunun bölgesel bir emperyal söyleme denk düştüğünü ima ediyor.
Peki gerçekten Erdoğan ne demek istedi?
Türk-Kürt- Arap birlikteliği rast gele söylenen kimlikler mi yoksa bilinçli bir tercihi mi ima ediyor?
Ben bunun tesadüfi değil bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorum. Ve Erdoğan için bu kimlik kombinasyonu esas olarak, kültürel kimlik olarak “Müslüman”lık üst kimliği şemsiyesinde Sünni ümmet liderliği ve bir bölgesel güç merkezi olma hedefini ima etmektedir.
Bu açıdan Erdoğan-Devlet eklemlenmesinde yeni bir aşama demektir.
Daha önceki pek çok yazımda ifade ettiğim gibi bugün karşımızda Cumhur İttifakı olarak duran AKP-MHP birlikteliği 15 Temmuz 2016’daki kanlı darbe girişimi sonrasında değil 7 Haziran seçimleri öncesinde muhtemelen Nisan-Mayıs 2015’de başlamış ve Bahçeli üzerinden Erdoğan, siyaseten devlete eklemlenme süreci başlamıştır.
Nihayet, 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonrasında yaşanan her şey Erdoğan’ın adım adım devletle iç içe geçme süreci olarak gerçekleşmiştir. Bahçeli’nin fiili olanı meşru hale getirme amaçlı yeni sistem önerisi bütün bu sürecin hukuki meşruiyetini sağlamıştır.
Tabii bütün bu sürecin bir sonucu da AKP’nin hukuki olarak parti olmasına rağmen siyasi işleyiş açısından bir kurumsal şirkete dönüşmesidir.
***
Bütün bu süreçte devlet için öncelik, kendi ideolojik özünü ve kurumsal varlığını korumak olduğu andan itibaren bunu gerçekleştirdiği siyasi partinin, siyasi partinin kimliğinin bir önemi olmamıştır. Bunu geçmişte laik/Türk kimliği önceleyen CHP, DP, AP, DYP, ANAP’la yapması ile Sünni/Türk AKP’yle yapması arasında bir fark yoktur.
Devletin geçmişten bu yana bu toplumda kutsanan bir “değer” olduğunu eklersek, durum daha açık biçimde karşımıza çıkar.
“Beka” söylemi, “Yerli ve Milli” söylemi esas olarak, TRT’de yayınlanan büyük bütçeli tarihsel kahramanlık anlatıları bu “Devlet”in sadece korunması değil sahiplenilmesi ve onun gücünün de ilanıdır.
Ben bu ortaklığı, “Erdoğan/Devlet Bloku” olarak tanımlıyorum.
2022’den itibaren kullanıma giren “Yerli ve Milli Muhalefet” talebi esas olarak Erdoğan/Devlet Bloku’nun kendi çizdiği alana, kendi siyasal tercihlerine uyma talebidir. Bu bir anlamda yeni bir kamusal alan çizme talebidir.
İktidar bloku, kamusal alanda kimlerin siyaset yapmasını ve hangi sınırlar içinde siyaset yapacağını da belirlemek istiyor. Bu kamusal alanda var olabilecek sanatçısından gazetecisine, edebiyatçısından akademisyenine, STK’sından sanayicisine hepsinin temel referansı yerli ve milli yani iktidar blokunu desteklemekten geçiyor.
Kendini bu kimliğin dışında tanımlayan herkes bu yeni düzen için bir anlamda öteki, meşru olmayan ve gayri millidir. Bunu siyasi muhalefet de dahildir.
Bugün iktidar ile muhalefet arasında var olan gerginliğin özü de, bu siyasal alanının sınırlarının belirleme mücadelesidir. Erdoğan/Devlet bloku bu sınırı devlet adına genişletmek; muhalefet ise toplum adına genişletmek istemektedir.
YENİ VATANDAŞLIK TANIMINA GİRİŞ
İşte “Türk-Kürt-Arap” kimliği söylemi tam bu noktada devreye girmektedir.
Sonuç olarak Erdoğan/Devlet bloku sadece kimlerin siyaseti girebileceği yani kamusal alanı tanımlamakla kalmıyor bir adım daha atarak; hangi siyasal kimlikle siyaset yapacağını da yani kamusal alana çıkabileceğini de belirlemek istemektedir. Bu, bir anlamda vatandaşlık kimliğinin de yeniden inşa girişimidir. Yani yeni bir “makbul vatandaş” inşa girişimi.
Bu yeni vatandaşlığın temeli, Cumhuriyet döneminin referansı olan aydınlanmış ve cemaatsel bağlardan kurtulmuş “laik/Türk” birey değil, etnik kimliği ikincilleştiren, kültürel kimlik olan “Sünni Müslüman/Türk/iyeli” üst kimlik varsayan yeni bir vatandaşlık söylemine meşruiyet kazandırma girişimidir.
Açıkçası 2015 sonrası yaşanan tüm süreç, siyasal tercih ve pratikleriyle büyük ölçüde Cumhuriyetin kuruluş dönemini referans alıyor.
Sonuç olarak Erdoğan/Devlet iktidarının siyasal dönüşümü ve tercihleri Kemalizm’in dayandığı otoriter zihniyetin pratiklerinin devamından başka bir şey değildir. Devlet sadece Türkiye’de tüm dünyada özünü korumak üzere otoriterdir. Devletin demokratikleştirmesi ve denetlenmesi ancak toplumun gerek siyasi partiler gerekse sivil alandaki siyasi kanallar üzerinden siyasete katılımı ile mümkündür.
İlginizi Çekebilir