© Yeni Arayış

İmtiyaz psikolojisi bağlamında Türk-Kürt meselesi

Okullarda okutulan resmi Türk Tarihi, “ne mutlu Türküm” dese bile etnik olarak Türk olmayanların kendilerini içinde görebilecekleri, özdeşim kurabilecekleri bir tarih değildir, tamamen etnik olarak Türk sayılan toplulukların ve devletlerin tarihi kapsanmaktadır.

İmtiyazlarla yüzleşmek, imtiyazları dert etmek, imtiyaz sahibi olmayanlarla hemhal olmak, demokratik-eşitlikçi bir toplumun en önemli ve sürekli uğraşı olmalıdır. Ama aynı zamanda bu uğraş oldukça zor ve karmaşıktır.

AKP-MHP iktidarının “terörsüz Türkiye”, Kürt Siyasi Hareketi’nin (KSH) “barış ve demokrasi” olarak adlandırmayı tercih ettiği süreç, ister istemez herkesi öyle ya da böyle bu meseleye dair bir söz üretmeye, değerlendirme yapmaya zorluyor. Aşırı iyimser-umutlu değerlendirmelerden, korku-hezeyan-reddiye yüklü değerlendirmelere kadar oldukça geniş bir yelpazede birçok söz duyuyoruz. Nadir görebildiğimiz serinkanlı, derinlikli ve çok-katmanlı değerlendirmelere çok daha fazla ihtiyacımız var. Bu sürecin ne tür faktörlere bağlı olarak başlamış olabileceğini ve hangi ihtimaller çerçevesinde seyredebileceğini daha önce ayrıntılı olarak tartışmıştım (Paker, 2025, 6 Mayıs). Özetle, bu sürecin en iyi ihtimalle negatif bir barışa ulaşabileceğini (ve bunun da önemli-değerli olduğunu, ama bunun bile kolay olmadığını), ancak ciddi bir demokratikleşme gerektiren pozitif barışa (yani Kürt meselesinin barışçıl-eşitlikçi-demokratik çözümüne) mevcut otokratik iktidar değişmeden ve sistematik bir yüzleşme-toplumsallaştırma programı uygulamadan ulaşmanın mümkün görünmediğini, hatta tepkisel neo-faşist kabarma ihtimali olabileceğini ileri sürmüştüm. Bu makalede ise, Türk-Kürt meselesinin bam teli olarak gördüğüm imtiyaz-eşitlik meselesine psiko-politik açıdan yaklaşmak istiyorum.

Türk-Kürt meselesinin bam teli olarak imtiyaz-eşitlik meselesi

Bu imtiyaz-eşitlik konusunu neden Türk-Kürt meselesinin bam teli olarak gördüğümü anlatabilmek için küçük bir zihinsel deney yapalım. Kendisini “Türk” olarak tanımlayan temsili 100 kişi ve kendisini “Kürt” olarak tanımlayan temsili 100 kişi seçelim. Hepsi yetişkin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun. Ve hepsine şu iki soruyu soralım:

1. “Türkiye’de kendisini Türk olarak tanımlayanlarla, Türk olarak tanımlamayanlar, mesela Kürtler, arasında eşit vatandaşlık hukuku olduğunu düşünüyor musunuz? Eşit vatandaşlık sizce nedir?

2. Sizce bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kapsayabilecek, bütün vatandaşların aidiyet hissedebilecekleri isimlendirme ne olabilir? A) Türk, B) Türkiyeli, C) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, D) Müslüman, E) Yoktur ve olamaz.

Mayıs 2025 itibarıyla, kendisini Türk olarak tanımlayan vatandaşların büyük çoğunluğu bu sorulara şu şekilde cevap verecektir: “Tabii ki zaten eşitiz. Anayasamızda yazdığı gibi T.C.’ye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür. Dolayısıyla vatandaşımız olan Kürtler de Türktür. Atamız “ne mutlu Türk olana” değil, “ne mutlu Türküm diyene” demiştir, yani Türküm diyen herkes Türk olabilir. Kürtler Cumhurbaşkanı dahil her şey olabilmektedir, onlar da aynı yasalara tabidir, onlar da diğer vatandaşlar gibi benzer sorunlara sahiptir. Eşit olduğumuz halde, fazladan hak istemek imtiyaz istemek anlamına gelir ve uygun olmaz.”

Faşizan-ırkçı zihniyetle iyice zehirlenmiş daha az sayıda Türk, buradan devamla “ya sev ya terket” noktasına ulaşabilmektedir. Büyük çoğunluk ise bu aşırı noktaya kolayca varmasa, varmak istemese de faşizan propagandanın tehdit-korku kışkırtmasına dayalı hamlelerine karşı güçlü bir bağışıklık gösterememektedir.

Türklerin büyük çoğunluğuna göre, Türklükte zaten eşitlenmişizdir, ayrılık çıkarmanın alemi yoktur. İslami eğilimleri daha güçlü olan Türklerin bir kısmı ortak payda olarak Müslümanlığı da işaret edebilirler. Ancak ortak üst-kimlik olarak “Türkiyeli” tanımlaması çoğu Türk için sanki Türklükten vazgeçmeyi (hatta kimileri bunun için “Türklükten utanmamızı istiyorlar” bile demektedirler) gerektiren bir durum olarak görülmektedir.

Aynı sorulara Kürtlerin çoğunluğu ise şu şekilde cevap verecektir: “Tabii ki eşit değiliz. Daha yakın zamanlara kadar Kürtlerin ve Kürtçenin varlığı bile kabul edilmiyordu, çocuklarımıza Kürtçe isim bile veremiyorduk. Bunca şey olduktan, on binlerce insan öldükten sonra artık varlığımız ve dilimiz inkâr edilmiyor, ama hala Türk olmadığımız halde Türk sayılıyoruz; anadilimizi eğitim dili olarak kullanamıyoruz; çocuklarımız ilkokula gittiğinde önce Türkçe öğrenmek zorunda kaldıkları için eğitim sisteminde geri kalıyorlar ve özgüvenleri zedeleniyor; Kürtçe kamu hizmeti alamıyoruz; Cumhuriyet tarihi boyunca bütün Kürtçe coğrafi isimler değiştirilmiş durumda; okul tarih ders kitaplarında Kürtlerden ve tarihlerinden hiç bahsedilmiyor, sadece etnik Türklerden bahsediliyor; “soydaş” derken sadece etnik Türk halklar kastediliyor; sosyal ve ekonomik hayatın bir çok boyutunda Kürt olduğumuz Kürtçe konuştuğumuz anlaşıldığında ayrımcılığa uğruyoruz; bize biz olarak saygı gösterilmiyor, ancak Kürtlüğümüzden vazgeçip Türkleşirsek bu toplumun asli parçası gibi kabul ediliyoruz, vb.”

Kürtlerin büyük çoğunluğu Türk olarak tanımlanmayı kabul etmezken “Türkiyeli Kürt” veya “T.C. vatandaşı Kürt” olarak tanımlanmayı kabul edebilmektedir. Bu grupta da İslami eğilimleri daha yüksek olanlardan bazıları ortak kimlik olarak Müslümanlığı işaret edebilmektedirler. 

Türkler ise Türkiye’de sadece çoğunluk etnik grup değildir, devletin ve toplumsal hayatın bütün temel ayarları Türklük ve Türkçe üzerinden yapılmış, diğer etnik kimlikler (Lozan’da kabul edilen “gayrimüslim azınlıklar” hariç) görünmezleştirilmiş ve Türklüğe asimile edilmeye çalışılmıştır.

Kimlik tanımlamaları açısından Türklerle Kürtler arasında büyük fark

Bu iki soruya verilen cevaplar açısından Türklerle Kürtler arasındaki fark mevcut durumda çok büyüktür ve iddiam odur ki bu fark önemli ölçüde azaltılmadan “Türk-Kürt meselesinde” demokratik çözüme (pozitif barışa) ulaşılması mümkün değildir. Bu farkı biraz basitleştirme pahasına özetlersek: T.C. vatandaşı Kürtlerin çoğu “Türkiyeli Kürt” olmaya rıza gösterirken, T.C. vatandaşı Türklerin çoğu “Türkiyeli Türk” olmaya rıza göstermemekte, T.C. vatandaşı olan herkesin Türklüğü kabul etmesi gerektiği konusunda ısrar etmektedir.[1]

Peki bu fark nereden kaynaklanmaktadır?

T.C. vatandaşlarının etnik kimliklerini nasıl tanımladıklarına baktığımızda, %77 Türk, %19 Kürt,[2] %2 Arap, %2 diğer etnik kimlikler olduğunu görüyoruz (KONDA, 2021).[3] Cumhuriyetin başından beri sürdürülen Türkleştirme-baskı-asimilasyon politikalarını, bu politikaların kısmen başarılı olduğunu, bir miktar Kürt nüfusun birkaç kuşak içinde Türkleştirildiğini ve bazı Kürtlerin araştırmacılara etnik kimliklerini açıklamaktan çekinebileceklerini dikkate aldığımızda, Türkiye’de yaşayan Kürt nüfusun Cumhuriyetin ilk yıllarında daha yüksek olması muhtemeldir (Dündar, 1999; Van Bruniessen, 1992). Bugün ise Türkiye’deki en azından her beş kişiden biri kendisini Kürt olarak tanımlamaktadır. Bu sayısal durum, ülkede Türklerin net bir çoğunluk olduğunu, Kürtlerin oldukça büyük (muhtemelen 15-20 milyon) ikinci büyük etnik grup olduğunu, Türk ve Kürt olmayanların nüfusun sadece %4’ünü oluşturduğunu gösteriyor. Kürtlerin bu nüfus büyüklüğüne ek olarak, 1) diğer etnik gruplara göre belli bölgelerde ciddi çoğunluk olacak şekilde yoğunlaşmış olmalarını, 2) örneğin Balkan-Kafkas göçmeni etnik grupların aksine bu toprakların Türklerden de eski yerlileri olmalarını, 3) Osmanlı döneminde yüzyıllarca geniş yerel özerklik deneyimi ve hafızasına sahip olmalarını ve 4) dünyada dört ülkeye bölünmüş ve devleti olmayan en kalabalık halk olmasını[4] eklediğimizde, neden tamamen asimile edilemediklerini ve neden diğer etnik gruplardan çok daha fazla hak mücadelesi verdiklerini anlayabiliriz.

Türkler ise Türkiye’de sadece çoğunluk etnik grup değildir, devletin ve toplumsal hayatın bütün temel ayarları Türklük ve Türkçe üzerinden yapılmış, diğer etnik kimlikler (Lozan’da kabul edilen “gayrimüslim azınlıklar” hariç) görünmezleştirilmiş ve Türklüğe asimile edilmeye çalışılmıştır. Türkiye’de Türk olmanın imtiyazlarını kısaca sıralarsak (Minority Rights Group International. 2024; Human Rights Watch, 2002; Ünlü, 2018):

* Devletin ismi Türkiye’dir, yani “Türklerin ülkesi.” Nüfusun %77’sinin kendilerini tanımlama halleri ile vatandaşı oldukları ülkenin ismi arasında tam bir uyum varken, %23 için böyle bir uyum yoktur.

* Devletin resmi dili Türkçedir. Anayasa’nın 42. maddesi, "Türkçeden başka hiçbir dilin anadil olarak okutulamayacağını" belirtir. Bütün eğitim ve diğer kamu hizmetleri sadece resmi dilde verildiği gibi, özel girişimlerde ve yerel düzeyde bile diğer etnik grupların kendi anadillerini kullanabilmeleri, kendi kültürlerini, edebiyatlarını, müziklerini geliştirebilmeleri konusunda çok ciddi engeller söz konusudur. Türkçe bilmeyen veya az bilen vatandaşların, sağlık, yargı ve diğer kritik kamu hizmetlerinden bu dil engeli yüzünden eşit derece ve kalitede yararlanmaları imkansızdır. Cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman kamusal alanlarda Türkçe dışındaki dillerin konuşulması, insanların çocuklarına kendi dillerinde isim vermeleri bile yasaklanabilmiştir.  Nüfusun %77’si için evde konuştukları anadil ile kamusal alanın her boyutunda egemen olan dil arasında tam bir uyum varken, %23 için kendi anadilleri neredeyse “hızla düzeltilmesi gereken bir arızadır.”

* Türkçe dışındaki dillerde yayın yapmak uzun süre yasaklanmış veya kısıtlanmıştır. Bu durum, Türkçe konuşanların medya ve yayıncılık alanında çok daha geniş bir ifade alanına sahip olmalarını sağlamıştır.

* Bir dili anadil olarak öğrenip konuşmak ile, sonradan ikinci dil olarak öğrenip konuşmak arasında farklar vardır ve Türkiye’nin sosyo-ekonomik düzeni birçok alanda anadili Türkçe olanları kayırma, daha aksanlı bir Türkçe kullananları ayrımcılığa uğratma eğilimindedir.

* Devlet, Cumhuriyetin başından beri bütün coğrafi yer isimlerini o yerin ahalisine hiç sormadan, Türkçeleştirmiş, Türkiye’deki diğer anadillerin hafızasını ve sosyo-kültürel hayattaki yerini kazımak istemiştir. Anadili Türkçe olanlar açısından böylesi bir kültürel kırım söz konusu olmamıştır.

* Okullarda okutulan resmi Türk Tarihi, “ne mutlu Türküm” dese bile etnik olarak Türk olmayanların kendilerini içinde görebilecekleri, özdeşim kurabilecekleri bir tarih değildir, tamamen etnik olarak Türk sayılan toplulukların ve devletlerin tarihi kapsanmaktadır.

* Aynı şekilde, sosyo-politik hayatta sıkça kullanılan soydaş kavramı, vatandaş olmasa da başka ülkelerde yaşayan etnik Türkleri işaret etmek için kullanılmaktadır. T.C. vatandaşlarının %77’sinin başka ülkelerde (etnik) soydaşları olmasına rağmen ve kalan %23 de anayasal olarak “Türk” sayılmasına rağmen, bu %23’ün başka ülkelerdeki etnik akrabaları, nedense (!) soydaşımız olamamaktadır. Bu bakış açısına göre, mesela Bulgaristan, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler-Türkmenler soydaştır; Türkiye’de yaşayan Kürtler Türktür, ama Irak ve Suriye’de yaşayan Kürtler soydaş değildir ve burada hiçbir riyakarlık söz konusu değildir!

* Burada sıraladıklarım, sadece etnik kimlik ve anadil boyutunda yaşanan eşitsizliklerdir. Oysa her toplumda olduğu gibi, Türkiye toplumunda da hem Türkler hem Kürtler hem de diğer etnik kimlikler homojen gruplar değildir, başka birçok sosyo-kültürel-sınıfsal konumlar-kimlikler de söz konusudur. Ancak bütün bu konumlara-kimliklere ek olarak ve hatta duruma göre diğer konumları önemsizleştirerek, bu etnik kimlik ve anadil boyutunun ne denli belirleyici olabileceğini trajik bir örnek vererek geçelim: 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası Türkiye cezaevlerinin hepsi işkencehane olmuştu, Türk-Kürt ayrımı gözetmeden bütün siyasi tutuklulara ağır işkenceler yapıldı. Ancak işkencelerin ağırlık derecesi ve çeşitliliği açısından iki grup arasındaki farklar çok barizdi. Türk tutuklular, etnik kimlikleri ve anadilleri nedeniyle aşağılanmadı; bilmedikleri veya okur-yazar olmadıkları bir dilde kısa sürede uzun marşlar ezberlemeye zorlanmadı; ezberleyemediklerinde bu yüzden daha fazla işkence görmedi; görüş günlerinde anadillerinde konuşmak yasak olduğu için egemen dili bilmeyen yakınlarıyla konuşamamanın veya o görüşlerde yanlışlıkla anadilinde konuşan yakınlarının dayak yemesine çaresizce tanık olmanın acısını yaşamadı (Paker, 2016, s.203).[5]

Türkiyeli Türklerin büyük çoğunluğu, “Ne mutlu Türk olana” değil de “Ne mutlu Türküm diyene” denmiş olmasının mesela Kürtlerin Türk sayılmayı kabul etmeleri için yeterli olması gerektiğine, Türk sayılıp “mutlu” olduklarında zaten hepimizin eşit olacağına ve ortada bir sorun kalmayacağına ciddi ciddi inanmaktadırlar. Bu insanların çoğu normal bir zekaya sahiptir, zihinsel engelli bir durumları söz konusu değildir, hatta aralarında “profesörlüğe” kadar yükselebilmiş çok eğitimli olanlar da vardır. Bu insanların yine çoğu kişilik arızaları olan “kötü” insanlar da değildir, herkes gibi işlerinde güçlerinde, ailelerine çocuklarına bağlı, onlar için uğraşan sıradan insanlardır. Peki nasıl olabiliyor da ortada bariz bir zekâ veya kişilik problemi yokken, bu kadar büyük bir nüfus bu kadar bariz bir eşitsizliği destekleyebiliyor?

Hangi imtiyaz sistemini ele alırsak alalım, hâkim konumda olanlar (bizim buradaki konumuzda anadili Türkçe olan Türkiyeli Türkler), çoğunlukla bilinçdışı olarak, kendi konumlarını, “normal-merkez-asli” olarak, buna uymayan konumları da “anormal-marjinal-tali” olarak deneyimlerler.

Açıkça eşitsizliği, yani Türklerin bu ülkenin efendisi olduğunu, diğerlerinin Türklere tabi olması gerektiğini, Türk olmayanların veya olmak istemeyenlerin defolup gidebileceklerini savunan faşist-faşizan Türkler de var kuşkusuz. Ama asıl geniş kitle, siyaseten faşist-faşizan ideolojilere yatkınlıktan değil, (örtük) imtiyaz psikolojisi nedeniyle bu bariz eşitsizliği dert etmiyor, hatta destekliyor.

Yukarıda özetlediğim başlıkların her biri Türkiye’deki çoğunluk etnik grup olan Türklere, Türklük ve Türkçe üzerinden sağlanmış olan yapısal imtiyazlardır. Ama milliyetçi eğilimleri ağır basan, eşitlikçi olmayan, dünyanın her yerindeki toplumlarda olduğu gibi, Türkiyeli Türklerin büyük çoğunluğu da bu özelliklerin esaslı bir imtiyaz olduğunun ve bu imtiyazlara sahip olmayan insanların neler hissedebileceğinin farkında bile değildir, ama bu imtiyazlardan her an sonuna kadar faydalanmanın keyfini de yaşamaktadır.

Bu toplumdaki imtiyaz sistemleri tabii ki sadece Türklük-Türkçe üzerinden kurulmamıştır. Bunun dışında Müslümanlık-Sünnilik, erkeklik, heteroseksüellik, üst sınıflardan olma (zenginlik-burjuvazi) ve iktidar yandaşı olma temel imtiyaz sistemleri olarak çalışmaktadır. Bütün bu eksenlerde ne kadar avantajlı veya dezavantajlı olduğunuza göre bileşik-kesişimsel imtiyaz konumunuzu değerlendirebilirsiniz. Bu parametreler üzerinden bakarsak Türkiye toplumunda en dezavantajlı alt-grup, anadili Türkçe olmayan, ateist, Alevi, kadın, LGTBİ+, yoksul ve muhalif olanlardır. En avantajlı alt-grup ise, Türk, anadili Türkçe, Sünni Müslüman, erkek, heteroseksüel, zengin ve iktidar yandaşı olanlardır.

Hangi imtiyaz sistemini ele alırsak alalım, hâkim konumda olanlar (bizim buradaki konumuzda anadili Türkçe olan Türkiyeli Türkler), çoğunlukla bilinçdışı olarak, kendi konumlarını, “normal-merkez-asli” olarak, buna uymayan konumları da “anormal-marjinal-tali” olarak deneyimlerler. Düşünüp taşınıp yapılan davranışlardan değil, tam aksine çoğunlukla otomatik, refleks tarzı duygu durumları ve bunlara bağlı hal ve tavırlardan söz ediyorum. İmtiyazlar, imtiyaz sahibi kişinin ruhuna ve bedenine kolayca işler, kişi onu teni gibi hep yanında taşır.

İmtiyazlarla yüzleşmek, imtiyazları dert etmek, imtiyaz sahibi olmayanlarla hemhal olmak, demokratik-eşitlikçi bir toplumun en önemli ve sürekli uğraşı olmalıdır. Ama aynı zamanda bu uğraş oldukça zor ve karmaşıktır.

Makale epey uzadı, imtiyaz psikolojisinin dinamiklerine göz atmayı da bir sonraki makaleye bırakalım.

Kaynaklar

* Dündar, F. (1999). Türkiye nüfus sayımlarında azınlıklar. İstanbul: Doz Yayınları.
* Human Rights Watch. (2002). Q&A on Freedom of Expression and Language Rights in Turkey. Erişim adresi: https://www.hrw.org/news/2002/04/19/qa-freedom-expression-and-language-rights-turkey
* Institut Kurde de Paris. (2017). The Kurdish population. Erişim adresi: https://www.institutkurde.org/en/info/the-kurdish-population-1232551004
* İHD-İnsan Hakları Derneği (2021). Hapishaneler ve Mahpuslar Algı Araştırması. İnsan Hakları Derneği. Erişim adresi: https://www.ihd.org.tr/wp-content/uploads/2021/10/IHD_Hapishaneler_Raporu-1.pdf
* KONDA Araştırma ve Danışmanlık (2021). Türkiye 100 Kişi Olsaydı. KONDA Araştırma ve Danışmanlık. Erişim adresi: https://konda.com.tr/duyuru/22/turkiye-100-kisi-olsaydi
* Minority Rights Group International. (2024). Minorities in Turkey. Erişim adresi: https://minorityrights.org/country/turkey/
* Paker, M. (2016). Toplumsal yüzleşme üzerine: Diyarbakır Cezaevi Gerçeği ile Yüzleşme ve Adalet Komisyonu. M. Paker, Türkiye Debelenirken: Psiko-politik Yüzleşmeler içinde. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
* Paker, M. (6 Mayıs 2025). Alaturka ve alakürdi barış işleri. Yeni Arayış.
* Ünlü, B. (2018). Türklük Sözleşmesi: Oluşumu, İşleyişi ve Krizi. Ankara: Dipnot Yayınları.
* Van Bruinessen, M. (1992). Agha, Shaikh and State: The Social and Political Structures of Kurdistan. Zed Books.
* World Population Review. (2025). Kurdish population by country 2025. Erişim adresi: https://worldpopulationreview.com/country-rankings/kurdish-population-by-country

www.muratpaker.com

www.psikopolitik.com

[1] Mevcut “Terörsüz Türkiye” veya “Barış-Çözüm” sürecinde bu netameli konu henüz tam olarak (kamuoyu önünde) gündeme gelmemiştir. Sürecin ön plandaki aktörü Bahçeli’nin kimi söylemlerinden bazı çıkarımlar yapılabilir. Bahçeli, eskiden “Kürt-kökenli vatandaşlarımız” derken artık “Kürt vatandaşlarımız” ve “Kürtler” demektedir. Bu evet bir ilerlemedir ama kimilerinin iddia ettiği gibi çok büyük bir ilerleme değildir, zira aynı Bahçeli yakınlarda `Kürtler Türk milletinin asli unsurudur” mottosunu tekrarlamıştır. Bunu ayrıntılı tartışmak başka bir yazının konusu olsun ama mevcut süreçle birlikte Kürtlerin artık eskiden umulduğu ve uğraşıldığı gibi Türklük içinde tam olarak buharlaştırılamayacağı anlaşılmıştır, ancak demokratik-eşit bir yurttaşlık tanımında ortaklaşmak yerine Kürtlerin hala “Türk milletinin asli bir parçası” olması gerekmektedir. Böylesi oksimoron bir yeni millet tanımı yapmaya çalışanların bu “yeni Türk milletini” nasıl çok-anadilli, çok-tarihli, çok-soydaşlı tanımlayacaklarını ve Kürtlerin de “Türkiyeli Kürt” olarak değil de “Türk milletinin bir unsuru olarak Kürt” tanımına nasıl tepki vereceklerini önümüzdeki dönemde göreceğiz.

[2] %19 Kürt oranı içinde, %1-2’lik Zazalar da vardır.

[3] Yine KONDA’nın İHD ile işbirliği içinde yaptığı başka bir araştırmada, cezaevinde tutuklu olarak bulunanların etnik kimlikleri arasında Türkler %47, Kürtler %39, Diğerleri %13 olarak bulunmuştur (İHD, 2021). Bu iki sonuç bir arada ele alındığında, Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere, Türk olmayanların tutuklanıp cezaevine girme riski Türklere göre iki kat daha fazladır.

[4] Dünyada toplam 35-45 milyon Kürt olduğu tahmin edilmektedir. Kürtlerin 15-20 milyonu Türkiye’de, 8-12 milyonu İran’da, 6-8 milyonu Irak’ta, 2.5-3.5 milyonu Suriye’de, kalanı göçmen olarak diğer ülkelerde yaşamaktadır (Institut Kurde de Paris, 2017; World Population Review, 2025).

[5] Bu imtiyaz bahsinde açık ve yoğun fiziksel şiddet biçimleri olan katliamları-kırımları ele almıyorum. Önemsiz oldukları için değil, makalede sıraladığım imtiyaz türlerine göre süreklilik arz etmedikleri, sadece belli dönemlerde gerçekleştirildikleri için. Yoksa Türkiye tarihine baktığımızda katliama-kırıma uğrama açısından Türklerle Türk olmayanlar arasındaki fark çok barizdir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER