Hollanda’da siyasi deprem: Faşistlerle iş birliğinin bedeli
DIŞ POLİTİKATabloyu özetlemek gerekirse Hollanda'da yaşanan politik gelişmeleri salt bir hükümet krizi olarak değerlendirmek eksik kalır.
Avrupa'da giderek artan aşırı sağcı dalga karşısında, merkez sağ ve sol partilerin vereceği yanıtlar, sadece bu yılın değil önümüzdeki on yılın siyasal iklimini belirleyecek. Aslında bu periyot, "özgürlük", "eşitlik", "barış", "demokrasi" gibi kavramları yücelten Avrupa Birliği'nin de akıbetini şekillendirecek. Devam ya da tamam...
Avrupa'da, Suriye'den gelen büyük göç öncesinde birçok ülkede yüzde 5'in altındaki oy oranlarıyla siyasi zeminin dolgu malzemesi konumunda olan neofaşistler artık hükümet kurup, sonra da ''beğenmedim'' deyip yıkacak kadar güçlendi. Tıpkı Hollanda örneğinde olduğu gibi. Günün büyük bir kısmını sosyal medyada mültecilere ve onların kutsallarına hakaret ederek geçiren Hollandalı neofaşist Geert Wilders, lideri olduğu Özgürlük Partisi'ni (PVV) koalisyondan çekerek hükümeti düşürdü. Hollanda’da yaşanan bu siyasi deprem, sadece ülkede değil Avrupa genelinde de büyük bir sarsıntıya yol açtı. Wilders, göç ve sığınma politikalarını sertleştirecek önerilerinin kabul edilmemesi üzerine, bir yıl önce kurulan sağ koalisyon hükümetinden desteğini çekti. Yaşananlar, politik anlayışları "namus", "ahlâk" gibi kavramları net bir şekilde dışlayan faşistlerle çalışmanın sonucunun ne olacağını göstermesi açısından oldukça anlamlı.
Bu arada, Wilders'ın göç politikasında yapılmasını istediği değişiklikler öyle yenilir yutulur cinsten değil. Wilders, kadim bir demokrasi kültürünün var olduğu Hollanda'yı, neredeyse dışarıya kapalı, başını kuma gömmüş bir ülkeye dönüştürmeye çalıştı ama o kadim demokrasi geleneği bu azgın faşisti engelledi. Wilders'ın ''Ama böyle olmuyor. Mültecilere karşı daha da Hitlerleşmemiz lazım'' türünden bir kaprisle hükümeti yıkmasının ardından Başbakan Dick Schoof’un kabinesinin istifasını açıklaması ve 29 Ekim'de erken seçimlerin yapılacağını duyurulmasıyla Hollanda’da yeni bir siyasi kriz uç almış oldu.
Aslına bakarsanız Wilders’ın bu aksiyonu, popülist neofaşizmin Avrupa’daki yükselişine dair çok şeyler söylüyor. Bu gelişme, hem Hollanda’daki siyasi dengeleri altüst edecek potansiyele sahip, hem de kıta genelinde merkez-sağ ve aşırı sağ arasında çizgilerin giderek silikleştiğine işaret ediyor. Biraz geriye dönersek, Geert Wilders’ın "Özgürlük" Partisi, 2023 yılı sonunda yapılan genel seçimleri büyük farkla kazanarak parlamentoda en çok sandalyeye sahip parti haline gelmişti. Ancak diğer partiler, özellikle de liberal sağcı VVD ve yeni muhafazakâr NSC, onun başbakanlığını kabul etmeyince, teknokrat bir isim olan Dick Schoof’un liderliğinde bir koalisyon kurulmuştu. Bu koalisyonda PVV, Tarımcı Çiftçi-Vatandaş Hareketi (BBB), VVD ve NSC yer alıyordu. Amaç, “Avrupa’nın en sert sığınma politikalarına sahip ülkesi” olmak gibi oldukça iddialı bir hedef etrafında birleşmekti ama Wilders oyun bozanlık yaparak, ''bu hedefin yeterince hızlı ve kökten gerçekleştirilmediği gerekçesiyle artık destek vermeyeceğini'' açıkladı. Bunu da -belli ki ortaklarıyla hiç müzakere etmeden- X (eski Twitter) üzerinden duyurdu. Wilders, X'teki kısa açıklamasında, ''Sığınma planlarımız için destek yok, koalisyon sözleşmesi değişmiyor. PVV koalisyondan ayrılıyor'' ifadelerini kullandı, başka bir şey söylemeden, ''hadi bana eyvallah'' dedi ve arkasında siyasi yangın bırakarak gitti.
Koalisyonu sona erdiren bu kararın hemen ardından oldukça gergin ve sinirli olduğu görülen Başbakan Schoof istifa edeceğini duyurdu. Gözler şimdi, erken seçimin nasıl bir tablo ortaya koyacağına çevrilmiş durumda.
Tabloyu özetlemek gerekirse Hollanda'da yaşanan politik gelişmeleri salt bir hükümet krizi olarak değerlendirmek eksik kalır. Bu, aynı zamanda Hollanda’nın göç, toplumsal bütünlük ve demokrasi anlayışı gibi temel meselelerinde derin bir çatlağın, kutuplaşmanın göstergesi. Wilders’ın yükselişi, toplumun bir kesiminde var olan hoşnutsuzluğun, siyasi sisteme duyulan güvensizliğin ve kültürel kimlik kaygılarının bir yansıması.
Wilders ne istedi? Ortakları neden direndi?
Wilders’ın 10 maddelik planı, Hollanda’da daha önce görülmemiş derecede sert sığınma politikaları öngörüyordu. Bu politikalar arasında şu unsurlar öne çıkıyordu:
-Sığınmacılar için sınırların tamamen kapatılması,
-On binlerce Suriyeli mültecinin "güvenli" sayılan bölgelere geri gönderilmesi,
-Aile birleşiminin geçici olarak askıya alınması,
-Toplu barınma alanlarının kapatılması ve oturum sahiplerinin bu merkezlerden çıkarılması.
Buram buram faşizm kokan bu talepler, henüz demokrasiyle bağlarını tam olarak koparmamış olan NSC ve VVD gibi muhafazakâr partilerde ciddi kaygılara neden oldu. NSC lideri Nicolien van Vroonhoven, koalisyon sözleşmesinde değişiklik yapılmasının demokratik meşruiyeti zedeleyeceğini savunurken, muhafazakâr VVD'nin lideri, aşırı sağ sempatizanı Dilan Yeşilgöz-Zegerius ise Wilders’ın tavrını ''inanılmaz derecede sorumsuzca'' bulduğunu söyledi. Yeşilgöz, Wilders'ı "insanlar faturalarını ödeyemediği için uykusuzken, kıtada savaşlar sürerken, sorumluluk almayı reddeden bir liderle karşı karşıyayız'' sözleriyle eleştirdi. Yeşilgöz, yine de aşırı sağa duyduğu sempati nedeniyle olsa gerek, Wilders ile yeni bir koalisyona ilişkin kararını erken seçim sonrasına bıraktığını söyledi. Dünya'nın neresinde ahlâklı, namuslu bir faşist var? Faşistlere platonik aşk besleyen Avrupalı muhafazakârlar bunu bir türlü anlamıyor.
Avrupa medyası da Wilders’ın son hamlesini dikkatle izliyor. Alman Der Spiegel dergisi söz konusu gelişmeyi "Hollanda’daki kırılgan denge, aşırı sağın talepleri karşısında çöktü" şeklinde değerlendirirken, Alman kamu yayıncısı ARD'de ise "Bu kriz, sadece Hollanda için değil Avrupa’daki diğer merkez sağ partiler için de uyarıcı nitelikte" ifadesi kullanıldı. Evet "uyarıcı nitelikte" ama anlayan kim? Örneğin, Almanya'nın doğusundaki eyaletlerin parlamentolarında oturdukları yerden neonazi partisi Almanya için Alternatif (AfD) sıralarına aşk dolu gözlerle bakan muhafazakâr milletvekilleri, iş birliği fırsatlarını hiç kaçırmıyorlar. Fransız Le Monde gazetesinde yer alan bir analiz yazısında da "Wilders, koalisyonu bozarak aslında stratejik bir kumar oynuyor. Sert taleplerle seçimleri yeniden kazanmayı umuyor ama bu ülkenin daha da kutuplaşmasına neden olabilir" ifadelerine yer verildi. İngiliz The Guardian konuyu, "Hollanda’nın bugünkü siyasal krizi, Avrupa’daki merkez sağın, aşırı sağla yaptığı kırılgan uzlaşmaların nasıl kolayca parçalanabileceğini gösteriyor. Bu, İtalya’da Meloni’nin ve Fransa’da Le Pen’in yükselişiyle aynı hattın bir parçası" ifadesiyle değerlendirdi.
Diğer yandan Wilders’ın kararını Hollanda'ya içkin, izole bir gelişme olarak değerlendirmek mümkün değil. Bilindiği üzere Avrupa genelinde son yıllarda aşırı sağ partiler ciddi bir yükseliş trendi içerisinde. İtalya’da Giorgia Meloni’nin Fratelli d’Italia partisi iktidarda. Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi, yapılan son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Macron’un partisinden daha fazla oy aldı. Almanya’da ise Almanya için Alternatif (AfD) adlı neonazi partisi, doğu eyaletlerinde ciddi bir destek tabanı oluşturdu. Wilders da bu ağın önemli bir parçası. Geçtiğimiz hafta Budapeşte’de yapılan muhafazakârlar zirvesinde, AfD lideri Alice Weidel ile aynı sahnede yer aldı. Bu zirve, bulundukları ülkelerdeki politik ve kültürel dokunun farklı olması nedeniyle bir türlü bir araya gelemeyen Avrupalı aşırı sağcıların artık hem politik hem de ideolojik olarak daha fazla iş birliği içinde olduğunu gösteriyor. Trump ve Putin müridi olan Avrupalı neofaşistlerin, yaşlı kıtada ağır aksak da olsa hüküm süren demokrasiyi gömmeden durmayacakları anlaşılıyor.
Hollanda'ya dönelim. Mevcut tabloda, Wilders’ın PVV’si Ekim'de yapılması planlanan erken seçimde yeniden yüksek oy alabilir ancak önemli bir soru işareti var: Diğer partiler onunla tekrar bir koalisyona girmeye hazır mı? Büyük olasılıkla diğer partiler, kendi istekleri yerine getirilmediğinde hiç düşünmeden gemileri yakabilen Wilders ile bir koalisyona sıcak bakmayacaklardır. Özellikle muhafazakâr VVD’nin bu konuda vereceği karar kilit rol oynayacak. Çünkü bir önceki Başbakan Mark Rutte de zamanında PVV ile işbirliği yapmayı reddetmiş ancak 2023’teki seçim hezimetinden sonra merkez sağ içinde Wilders’a yönelen seçmen sayısı artmıştı. VVD, yeni lideri Dilan Yeşilgöz’le daha da sağa kayarken, Yeşilgöz'ün Wilders’la yeniden masaya oturup oturmayacağı meselesinin şimdiden açıklığa kavuşması zor. Diğer muhafazakâr parti NSC ise şimdilik Wilders’ın politikalarına mesafeli duruyor. Parti lideri van Vroonhoven, bir azınlık hükümeti formülünü gündeme getirmiş olsa da siyasi tablo netleşmeden bunun bir çözüm olup olmayacağı da oldukça belirsiz.
Sol partilerin ittifakı güçlü bir seçenek olabilir
İşçi Partisi ve Yeşiller'in başını çektiği sol ittifak PvdA/GroenLinks bloğu, Wilders’a cepheden muhalefet ediyor. Blokun lideri Frans Timmermans erken seçim çağrısı yaptı ve "sığınma insan hakkıdır, pazarlık konusu olamaz" diyerek Wilders’ın faşizm pompalayan politik çizgisine sert eleştiriler yöneltti. Ancak solun, Wilders karşısında kazanabilmesi için parçalı yapısını birleştirmesi ve net bir mesajla seçmene gitmesi gerekiyor. 2023 seçimlerinde yaşanan bölünmüşlük, PVV'nin güçlenmesine zemin hazırlamıştı. Güncel anketler, sol ittifakın Wilders'in partisi ile başa baş olduğunu gösteriyor.
Tabloyu özetlemek gerekirse Hollanda'da yaşanan politik gelişmeleri salt bir hükümet krizi olarak değerlendirmek eksik kalır. Bu, aynı zamanda Hollanda’nın göç, toplumsal bütünlük ve demokrasi anlayışı gibi temel meselelerinde derin bir çatlağın, kutuplaşmanın göstergesi. Wilders’ın yükselişi, toplumun bir kesiminde var olan hoşnutsuzluğun, siyasi sisteme duyulan güvensizliğin ve kültürel kimlik kaygılarının bir yansıması. Eğer Wilders erken seçimlerde yeniden büyük bir başarı elde ederse, bu yalnızca Hollanda’daki siyasi denklemi değiştirmekle kalmayacak, Avrupa’da aşırı sağın daha güçlü bir şekilde meşruiyet kazanmasına zemin hazırlayacak.
Sonuç olarak, Geert Wilders, son hamlesiyle bir kez daha neofaşist/popülist siyasetin etkili ama güvenilmez, ahlâk içermeyen kırılgan kimyasını ortaya koydu. Wilders'ın taleplerinin kabul edilmemesini bahane ederek hükümeti devirmesi, bir anlamda kendi seçmenine "ben taviz vermem" mesajı olarak değerlendirmek gerekiyor ama aynı zamanda, uzlaşının mümkün olmadığı bir siyasal kültürün ne kadar istikrarsız olabileceğini de gözler önüne seriyor. Avrupa'da giderek artan aşırı sağcı dalga karşısında, merkez sağ ve sol partilerin vereceği yanıtlar, sadece bu yılın değil önümüzdeki on yılın siyasal iklimini belirleyecek. Aslında bu periyot, "özgürlük", "eşitlik", "barış", "demokrasi" gibi kavramları yücelten Avrupa Birliği'nin de akıbetini şekillendirecek. Devam ya da tamam...
İlginizi Çekebilir