© Yeni Arayış

Gökten üç elma düştü, ‘Adalet’ yere çakıldı

Artık suskunluk ne tevekküldür, ne sabırdır. Susmak; zalime alan açmak, zulme kutsallık giydirmektir.

En acısı da şudur: Bugün birçok kişi, Allah adına konuşulan yalanları ezberlemiş durumda. Allah’ın adını, onun razı olmayacağı işlerde anmak; inanca yapılabilecek en büyük ihanettir. Bu nedenle artık mesele dindarlık değil, mesele adalettir. Vicdan, bu düzenin karşısında ayağa kalkmak zorundadır.

The Handmaid’s Tale, Margaret Atwood’un romanından uyarlanan ve distopik bir geleceği anlatan çarpıcı bir dizi. Kadınların bedenleri, hayatları ve hakları üzerinde dinî söylemlerle kurulan totaliter bir rejimi konu alıyor. Dizi boyunca “kutsal” olan her şey, aslında birer denetim aracına dönüşüyor. Baş karakter June Osborne’un o meşhur sözü, artık yalnızca kurgu değil, bizim de gerçeğimiz: “Konu asla dindarlıkla ilgili değildi. Bu her zaman güçle ilgiliydi.”

Bugün bu ülkede yaşananlar da bundan ibaret. Dindarlık, bir vicdan hali olmaktan çıktı; bir iktidar aracına dönüştü. İnanç, halkın yüreğinde değil, iktidarın dilinde yaşıyor. Din; merhametin, adaletin, ahlakın değil, korkunun ve itaate zorlamanın gerekçesi haline getirildi.

Görüyoruz: Her eleştiri “dine düşmanlık” olarak yaftalanıyor. Her sorgulama “ahlaksızlık” diye bastırılıyor. Oysa ortada ne gerçek bir ahlak kaldı, ne de gerçek bir inanç. Ahlakı savunması gerekenler, iktidarın sofrasına oturmuş susuyor. Dindarlığı temsil ettiğini söyleyenler, adaletsizliğe gözlerini kapatıyor. Allah’ın adı, bugün onun razı olmayacağı işlerde kullanılıyor. Çünkü mesele artık din değil, salt iktidar.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “kız çocuklarına özel ilkokul” açıklaması sadece bir eğitim politikası önerisi değildir. Bu, kadını erken yaştan itibaren kamusal hayattan dışlamanın, toplumsal rolleri dini gerekçelerle şekillendirmenin itirafıdır. Bu sözler, “toplumun hassasiyetleri” kisvesi altında yumuşatılmaya çalışılsa da, özünde kadını eve hapsetmenin adımlarından biridir. Ve bu yapılırken ağızlardan dökülen kelimeler hep aynıdır: “Allah rızası”, “manevi değerler”, “gelenek”.

İnancı savunur gibi görünürken aslında iktidarı koruyorlar. Allah’ın adıyla ayrımcılığı, eşitsizliği, baskıyı normalleştiriyorlar. Oysa Allah, adaleti emreder. Allah, aklı kullanmayı, irade göstermeyi, doğruya yönelmeyi ister. Ama bugün bize tevekkül adı altında öğretilen şey; boyun eğmektir. Bilinçsizce oy verip sonra “Allah’ın takdiri böyleymiş” demek, tevekkül değil, sorumsuzluktur. Çünkü tevekkül; elinden geleni yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakmaktır. Sorgulamadan, mücadele etmeden teslim olmak inanç değil, gaflettir.

Toplum, yıllardır korkuyla yönetiliyor. Sorgulayanlar ötekileştiriliyor, itiraz edenler yalnızlaştırılıyor. İnanç, korkuya dönüştürüldü. Ahlak, itaate indirgendı. Gençler, kadınlar, çocuklar her gün biraz daha fazla bastırılıyor. Vicdan, kutsallık adı altında susturuluyor. Bu düzen artık sadece zalimin sopasıyla değil, mazlumun suskunluğuyla da ayakta duruyor.

Bugün yapılan zulmün en tehlikelisi, kutsal gösterilenidir. Çünkü o zaman zulme karşı çıkmak da “günah” gibi gösterilir. Camilerde özgürlük konuşulmuyor artık. Hutbelerde adalet değil, itaat öneriliyor. Ve herkes biliyor ki, Allah adına konuşanların çoğu artık Allah’ın değil, sarayın sözcüsüdür.

Bu bir kader değil. Bu, planlı ve bilinçli bir sistem. Toplumun itiraz etme kapasitesi törpülendi. İnsanlar “sabır”la, “kader”le, “tevekkül”le uyutuldu. Ama artık sabır, bir fazilet değil; bir susturma aracına dönüştü. Çünkü bu suskunluk, zalimin değil, zulmü Allah’a yıkanların işine yarıyor.

Unutulmamalıdır ki adalet gökten inmez. Adaleti yeryüzünde kurmakla yükümlü olan bizleriz. Allah’ın bize verdiği akıl, vicdan ve irade bunun içindir. Sadece dua etmek değil, sorumluluk almak gerekir. Sessizlik, tarafsızlık değildir. Sessizlik; çoğu zaman zalimin en büyük desteğidir.

Ve en acısı da şudur: Bugün birçok kişi, Allah adına konuşulan yalanları ezberlemiş durumda. Allah’ın adını, onun razı olmayacağı işlerde anmak; inanca yapılabilecek en büyük ihanettir. Bu nedenle artık mesele dindarlık değil, mesele adalettir. Vicdan, bu düzenin karşısında ayağa kalkmak zorundadır.

Zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır.
Korkunun hizasında duran ahlaklı olamaz.
Allah’ın adını, güç sahiplerinin hizmetine sunanlar; ne Allah’a hizmet eder, ne topluma.

Artık suskunluk ne tevekküldür, ne sabırdır. Susmak; zalime alan açmak, zulme kutsallık giydirmektir. Unutmayın: Allah adına susturulan her vicdan, iktidarın değil, halkın kalbinde yankılanır. Ve o yankı büyür, bir gün hesap olur. Çünkü Allah, korkuyla değil; adaletle anılmak ister.

“Zulüm karşısında susan, sadece mazluma değil; Allah’a da ihanet eder.”

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER