© Yeni Arayış

Eski hayalet yeni bedende: Avrupa'da faşist normalleşme 

Avrupa hâlâ karar aşamasında ve çok kritik bir eşikte. Irkçılığın ve yabancı düşmanlığının normalleşmesi, kıtanın demokrasi deneyimini tehdit ediyor ya da yok etme tehlikesi barındırıyor. Faşistleşme lehine gidişat tersine çevrilemezse bazı ülkelerde otoriterleşme derinleşebilir; hak ihlâlleri ve ırkçı şiddet artabilir ama aynı anda kıta genelinde güçlü bir demokratik bilinç, sağlam kurumlar ve sivil toplum direnci de var. Kısacası, bu hikâyenin nasıl biteceğine Avrupa'nın kendisi karar verecek.

Avrupa Birliği (AB) son yıllarda tuhaf bir ikilemin içinde debelenip duruyor. Bir yanda "değerler", "hukukun üstünlüğü" ve "çoğulculuk" diye altını çize çize, övüne övüne, büyük harflerle anlattıkları demokratik model; diğer yanda sokaklarında, parlamentolarında ve hükümetlerinde giderek normalleşen ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve otoriter eğilimler... Zaman çok hızlı ilerliyor ve kıtanın üzerine çöken bu kötücül havayı artık görmezden gelmek maalesef mümkün değil. Sorun, basit bir "faşizm yükseliyor ama adet olduğu üzere zamanla sönümlenir" tespitiyle geçiştirilemeyecek kadar ciddi. 

Bununla birlikte, AB kurumları kıtada faşistleşmeden kaynaklı artan gerilime ilişkin sürekli raporlar hazırlıyor. Örneğin, Avrupa Komisyonu'nun 2025 Hukuk Devleti Raporu, "kimi ülkelerde yargı bağımsızlığından medya özgürlüğüne kadar kritik alanlarda gerileme yaşandığını" söylüyor. Aynı dönemde Avrupa genelinde insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunan bir sivil toplum kuruluşu olan Liberties’in (The Civil Liberties Union for Europe) ve diğer onlarca hak örgütünün raporları, 19 ülkede denge-denetleme mekanizmalarının aşındığını vurguluyor. Bu çok sorunlu bir veri. İtalya ve İsveç gibi aşırı sağın hükümet ortağı olduğu ülkelerde ise bu erozyonun "sistematikleşme ihtimali"ne özellikle dikkat çekiliyor. Şimdi bu tabloya bir de AB vatandaşlarının ırkçılık algılarını ekleyin: 2023’te yapılan bir ankete göre insanların yüzde 60'tan fazlası Avrupa'da cilt rengi veya etnik kökene dayalı ayrımcılığın "yaygın" olduğunu düşünüyor. (AB Komisyonu, Irkçılık Algı Araştırması, 2023). Komisyonun 2024 genel raporu ise konut, eğitim ve işgücü piyasasında ırksal ayrımcılığın hâlâ yapısal bir sorun olduğunu açıkça belirtiyor. Hatta Avrupa Konseyi'nin Irkçılıkla Mücadele Komisyonu (ECRI), İtalya'da polislerin etnik kimlik üzerinden keyfi durdurma yaptığını raporluyor. Roma'daki hükümet bunu "utanç verici" ifadesi eşliğinde reddetmişti ama mesele burada bitmiyor ve sorun ortadan kalkmıyor. Tam tersine tüm bu yaşananlar siyasetin gerçeklerle kavga ettiği bir döneme işaret ediyor. Bütün bunlar bizi, yanıtı bugün çoğu kimselerce merak edilen şu soruya yönlendiriyor: Avrupa demokrasisi bu süreçten sağ çıkabilir mi? 

Bununla birlikte kıta genelinde bazı çevrelerde "yeniden faşizm mi geliyor" sorusu yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Açık konuşalım: Bugünün AB'sinde, 20. yüzyıl tarzı, soykırımcı bir faşizmin kısa vadede türemesi düşük bir ihtimal. Çünkü hâlâ güçlü bir uluslararası hukuk sistemi, demokratik kurumlar, medya, sivil toplum ve AB düzeyinde bir denetim mekanizması var ama "düşük ihtimal" demek "tehlike yok" demek değil. Yerelde şiddet, sistematik ayrımcılık, polis saldırganlığı, hak ihlâlleri, örgütlü nefret vb. bunların hepsi bugün zaten mevcut ve etkisini artıyor. Asıl risk, büyük ve dramatik bir çöküşten çok, ağır ağır yayılan bir otoriterleşme; alıştıra alıştıra gelen bir faşizan normalleşme. İşte bunun konuşulması gerekiyor. Demokrasiler böyle yıkılıyor zaten. Bir gün ansızın değil, günden güne. 

Demokrasi için mücadele 

Diğer yandan, ekonomik belirsizlikler, güvenlik kaygıları, göç krizinin yarattığı toplumsal baskı, merkez siyasetinin inandırıcılığını kaybetmesi… Tüm bunlar popülist sağ için altın değerinde bir fırsat sunuyor. Kural basit: Merkez boşalınca, uçlar güçlenir. Avrupa tam da böyle bir denklem yaşıyor. Yukarıdaki sorumuza dönelim: Peki demokrasi buradan sağ çıkabilir mi? Evet, çıkabilir ama bunun için sırtınızı dayayacağınız, otomatik bir hayatta kalma sigortası yok maalesef. Kendiliğinden iyileşen bir sistemle de karşı karşıya olunmadığına göre... Nedir peki? Şöyle ki demokrasi, mücadele edilmezse kaybedilir. Tek ve net kuraldır bu. İşin özünde var olan ana tema "mücadele"dir. Tam da bu aşamada AB demokrasisi için bu karanlıktan kurtulmak için birkaç yol var. Birincisi; AB kurumlarının rolü: Örneğin, AB Komisyonu'nun hukukun üstünlüğü raporları, fon kesintisi tehditleri, yaptırım mekanizmaları… Tüm bunlar işe yarayabilir. Bu kapsamda, Avrupa Parlamentosu'nun hazırladığı ulusal eylem planları değerlendirmeleri, ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadelede somut bir politika zemini oluşturuyor. İkincisi; sivil toplumun ve medyanın direnci: Liberties'in raporları boşuna alarm vermiyor. Bağımsız medya ve sivil toplum baskılandığında, demokratik regresyon hızlanıyor. Tam tersine, bu aktörler güçlendiğinde yeniden demokratikleşme mümkün hale geliyor. Üçüncüsü; ırkçılıkla mücadelede yeni bir AB politikası: AB'nin Irkçılığa Karşı Eylem Planı'nın 2020–2025 dönemi bitiyor. Her ne kadar Avrupa Birliği’nde ırksal eşitlik yalnızca teoride kalsa da 2026–2030 stratejisinin daha güçlü, daha bağlayıcı ve daha somut hedefler içermesi şart. Dördüncüsü; toplumsal bilinç ve genç kuşaklar: Avrupa'nın genç seçmenleri, aşırı sağın en zayıf olduğu kitle. Bu enerjinin siyasal katılıma yönlendirilmesi, kıtanın geleceğini belirleyecek en kritik faktörlerden biri olabilir. Gençlerin siyasete aktif katılımının sağlanmasının ne kadar önemli bir aksiyon olduğuna Almanya'da yapılan son genel seçimde şahit olduk. Die Linke'nin (Sol Parti) oylarını yüzde 3-4 bandından yüzde 9'a kadar artırmasının en önemli payandası, genç seçmenden aldığı oylarda yaşanan patlama oldu. 

Sonuç olarak, Avrupa hâlâ karar aşamasında ve çok kritik bir eşikte. Irkçılığın ve yabancı düşmanlığının normalleşmesi, kıtanın demokrasi deneyimini tehdit ediyor ya da yok etme tehlikesi barındırıyor. Faşistleşme lehine gidişat tersine çevrilemezse bazı ülkelerde otoriterleşme derinleşebilir; hak ihlâlleri ve ırkçı şiddet artabilir ama aynı anda kıta genelinde güçlü bir demokratik bilinç, sağlam kurumlar ve sivil toplum direnci de var. Kısacası, bu hikâyenin nasıl biteceğine Avrupa'nın kendisi karar verecek. Demokrasiler bazen ölür, evet. Bunun tarihte çok sayıda örneği vardır ama bazen de en karanlık anlarda yeniden güçlenmeyi başarırlar. Bugün Avrupa'nın yaşadığı şey, tam da bu iki ihtimalin kapı eşiğinde durduğu bir dönem. Zor bir denklem...

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER