Din, iktidar, siyaset
SİYASETİnsanlık tarihi boyunca din, iktidar ve siyaset dinamiklerini şekillendiren ana kurumların başında gelmektedir. Din, siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel gücü elde etmenin, korumanın ve uygulamanın aracı ve kendisidir. Din, sosyal ve kültürel bir olgu olmanın ötesinde siyasal bir kurumdur. Çok erken yaşlardan itibaren kişilere aile ve toplum tarafından empoze edilen dini doğmalar, pratikler ve kaynaklar, kişiler ve toplum tarafından tartışılmaz ve sorgulanmaz ahlaki ve manevi anlam, kılavuz ve kurtuluş olarak kabul edilmektedir. Din, kişilerin ve toplumların kimliklerini ve dünya görüşlerini şekillendiren en etkili kaynak olarak kullanılmıştır. Dinin kişi ve toplum üzerindeki etkisinin farkında olan siyasal, sosyal ve ekonomik güç odakları, dini bir iktidar ve kontrol aracı olarak kullanmışlardır.
Tarih boyunca her kralın, sultanın ve imparatorun yanıbaşında dini giysileri içinde bir din adamı bulunmaktadır. Din adamları, dini kurumlar, dini kaynaklar ve dini doğmalar, siyasal ve sosyal otoriteleri meşrulaştıran en etkili araçlar olmuşlardır. Siyasal iktidarı elinde tutanlar, kendilerinin insan üstü niteliklere ve güçlere sahip karizmatik liderler olduklarını göstermek için dini ve kutsal sıfatlarla kendilerini yüceltmişlerdir. Siyaset ve iktidarla içiçelik, tek bir dine özgü bir durum değildir. Bütün dinler ve inançlar, değişik zamanlarda ve mekanlarda farklı şekillerde siyasetle ve iktidarla ilişkiler geliştirmişlerdir. Dinin siyasetle ve iktidarla ilişkisi tek bir şekilde ve muhtevada değildir. Dinin siyasetle ve iktidarla ilişkisi zaman ve mekan şartlarına bağlı olarak çoğulcu bir nitelik göstermektedir.
Din, değişmeyen bir kimlik, kültür ve kurum değildir. Dinler tarihi, bütün dinlerin zamanın ve mekanın akışına göre sürekli olarak değiştiğini, kurgulandığını ve çeşitlendiğini göstermektedir. Her dinin içinde ortaya çıkan mezhepler, tarikatlar, kiliseler, cemaatler ve kültler, aslında dinin sürekli olarak zamana ve mekana göre üretilmesinin meyveleridir. Din, zamana ve mekana göre sürekli olarak yorumlanmış, organize edilmiş ve yapılandırılmıştır. Din, sürekli olarak yorumlanan bir alandır. Tarih boyunca dinin yorumlanması, yani teolojisinin yapılması, iktidar ve siyaset merkezlerinin ihtiyaçlarına göre yapılmıştır. Dinin iktidarın ve siyasetin ihtiyaçlarına göre yorumlanması, dinamik bir şekilde gerçekleşmektedir. Siyaset ve iktidar söz konusu olduğunda dini yorumlamanın ve değişmenin hızlı bir şekilde yapıldığını tarihsel tecrübeler ortaya koymaktadır. İznik Konsili, Roma İmparatorluğu’nun siyasal ihtiyaçlarına göre imparatorun emriyle toplanan siyasal bir kongredir. Teoloji, politiktir. Politik olmayan hiçbir teoloji yoktur. Teolojiyi politikadan bağımsız düşünmek, teolojinin dayandığı gerçek gücü ıskalamak anlamına gelmektedir. Teolojiye dair söylenecek temel gerçek şudur: Teoloji, güce ve siyasete dairdir. Teoloji, politiktir.
Dinin siyasetin, hukukun, ekonominin ve bilimin kaynağı ve kendisi olmaktan çıkarılması şeklindeki seküler ve laik yaklaşımı, modern medeniyet, insanlığa kazandırmıştır. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgür bilim, bireysel özgürlükler, açık sivil toplum, laiklik ve sekülarizm sayesinde varolmaktadır. Laiklik ve sekülarizm olmadan demokrasi, hukuk ve özgürlük var olmamaktadır. Demokrasinin, insan haklarının, barışın ve kalkınmanın gelişmesi ve korunması için bireylerin dini inançları, din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde korunmalı, ancak devlet, siyaset, hukuk ve kamusal alan dinin kontrolünde olmamalıdır. Modern özgür birey olmak için, dinin devleti ve siyaseti yönetmemesi ve kontrol etmemesi gerektiğini benimsemek lazımdır. Laiklik, bireyin, toplumun ve devletin bir niteliğidir. Dinin devletten, siyasetten ve hukuktan ayrılması, sosyal ve siyasal bir ihtiyaç olduğu gibi, aynı zamanda ahlaki bir gerekliliktir.
Dinin siyaset ve devlet olarak anlaşıldığı ve uygulandığı bir yerde ahlak ve maneviyatın olması mümkün değildir. Hem devlet, hem din, hem siyaset, hem ibadet olduğunu iddia eden otoriter ve totaliter nitelikteki siyasal dini ideolojiler, popülizmi, despotizmi, fanatizmi ve şiddeti beslemektedirler. Siyasetten, devletten, şiddetten ayrılmayan kabileci, doğmatik, otoriter ve totaliter dini ideolojilerin, insanlığın bugününe ve geleceğine demokratik, özgürlükçü, hukuksal ve barışçıl açılardan katkılarda bulunması mümkün değildir.
Modern medeniyetin rasyonalizm, bilim, akıl, sekülarizm, hümanizm ve demokrasi değerleri sayesinde birey, ahlakı ve maneviyatı yeni bir bakış açısıyla anlama ve yaşama şansına imkanına kavuşmuştur. İnsan, ahlakı ve maneviyatı kendi içkinliğinde ve doğada keşfetme ve yaşama imkanına sahiptir.İnsan, maneviyatı artık aşkın ve ötelerde olan bir şey olarak değil, kendi içinde ve çevresinde yaşayabileceği bir tecrübe olarak anlamaktadır. Ahlakı ve maneviyatı, bireyin, kendi üstünde ve ötesinde yerlerde ve fiksiyonlarda aramasına gerek yoktur. İnsanın varoluşsal sorularına bireyin dışında hazırlanan ve dayatılan cevaplar, yanılgılar, yalanlar ve yanılsamalar, artık bireyi tatmin etmemektedir. Bireyin, bilgisiyle, aklıyla ve emeğiyle kendi varoluşsal sorularının cevaplarını kendi içinde arayabilmesi mümkün hale gelmiştir. Kişi, iyi-kötü, güzel-çirkin, özgürlük-itaat-teslimiyet kavramlarını modern anlamda seküler, rasyonel ve insani bir şekilde yeniden anlama imkanına kavuşmuştur.
Hem din, hem devlet, hem ibadet, hem siyaset olduğunu iddia eden bir teoloji, demokrasiyi ortadan kaldırmakta, despotizmi doğurmakta, insan haklarını ve bireysel özgürlükleri inkar ederek hakları ve özgürlükleri elinden alınmış otoriter ve köleci güruhların oluşmasına neden olmaktadır. Dini siyaset, dini despotizme ve tribalizme neden olmaktadır.Siyaset ve devleti kontrol amacı taşıyan bir teoloji, tribalist bir ideolojiden başka bir şey değildir. Dini siyasetin olduğu yerde, demokrasi, hukuk ve özgürlük yoktur. Demokrasi, hukuk ve özgürlük, laiklikle, sekülarizmle, hümanizmle ve liberal değerlerle mümkündür.
İlginizi Çekebilir