© Yeni Arayış

Butlan, hırs ve meşruiyet: Bir siyasi müdahale anatomisi

Oysa bir partinin kurumsal bütünlüğü, kişisel iktidar alanlarından daha değerlidir. Kılıçdaroğlu’nun bu sürecin bir parçası olması değil, karşısında durması beklenirdi.

Bu noktada artık her sorumlu yurttaş, her demokrat, her vicdan sahibi insan şunu yüksek sesle söylemelidir: Bugün susmak, yarın yok sayılmaktır. CHP’nin içine dönük bu müdahale, yalnızca bir partiyi değil, Türkiye’nin değişim umudunu hedef almaktadır. Bu oyunu görmek ve bozmak, sadece partinin değil, hepimizin sorumluluğudur.

Türkiye, uzun yıllardır demokrasinin yalnızca sandıktan ibaret olmadığı, adaletin, eşitliğin ve liyakatin toplumun her kesiminde hissedildiği bir rejimi inşa etme çabasında. Bu çabanın en güçlü siyasi adreslerinden biri olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), son yıllarda tarihindeki en geniş toplumsal tabanlardan birini oluşturmuş, sadece muhalefet görevini yürütmekle kalmamış, aynı zamanda iktidar umudunu somutlaştıran bir odak hâline gelmiştir. Bu dönüşüm, toplumun farklı kesimlerini aynı hedefte buluşturma cesareti ve vizyonuyla sağlanmıştır. Ancak tam da bu noktada, kişisel hırsların gölgesinde kalan bazı hamleler, bu kazanımı tehdit edecek boyuta ulaşmıştır.

Tarih bize çok açık bir uyarıda bulunur:

“Cesare Borgia her şeyi kazanmış gibiydi, ancak babasının ölümünü öngöremedi. Eğer bu kaçınılmaz olay daha önce gerçekleşmiş olsaydı, her şey altüst olurdu; nitekim öyle de oldu.”

Niccolò Machiavelli, Il Principe

Tarih bize gösteriyor ki, tıpkı Cesare Borgia gibi, kudret sarhoşluğuyla yürüyenler çoğu zaman en kritik hamlelerini, en zayıf anda yapar. Hırsın gölgesi, basiretin ışığını örter.

Bugün CHP’yi, 13 yıl boyunca yöneten bir ismin, kişisel bir kırgınlık ya da hazmedilememiş bir yenilgiyle, partinin yoluna taş koymak istemesi; ne ilkeli ne de demokratiktir. Bu davranış, bir liderlik meselesi değil, geçmişin yükünü geleceğe taşıma ısrarıdır. Kılıçdaroğlu’nun, siyasetin doğal akışı ve seçmen iradesiyle şekillenen bir değişimi kabullenememesi, CHP’nin önünü açan yeni kadrolara yönelik sistematik bir dirence dönüşmüştür.

Özellikle son dönemde yapılan açıklamalar, yapıcı bir muhalefet ya da tecrübeli bir akıl sunmaktan uzak; aksine, açıkça partiyi içeriden tartışmalı hâle getirmeye yönelik adımlar barındırmaktadır. Butlan kararı üzerinden yürütülen tartışmalar bu tabloyu daha da belirgin hâle getirmiştir. İç hukuki prosedürlerin çok ötesine taşınarak medya üzerinden yaratılmak istenen “meşruiyet krizi”, sadece yeni yönetimi değil, CHP’nin bizzat kurumsal itibarını hedef almıştır.

Oysa bir partinin kurumsal bütünlüğü, kişisel iktidar alanlarından daha değerlidir. Kılıçdaroğlu’nun bu sürecin bir parçası olması değil, karşısında durması beklenirdi. Ancak ortaya çıkan tablo, onun bu süreçte, esas oyun kurucuların yönlendirmeleriyle hareket eden bir “aracı figür” hâline getirildiğini düşündürmektedir. Kendi iradesinden çok, CHP’nin yeniden zayıflatılmasını arzulayan siyasi çevrelerin arzu ettiği bir figür olarak yeniden sahneye çıkması, hem kendi siyasi mirasına hem de partinin geleceğine gölge düşürmektedir.

Bugün, CHP’nin yükselişini hazmedemeyen, toplumun dönüşüm talebinden rahatsız olan yapılar için en kolay strateji, partiyi içeriden zayıflatmak ve bölmektir. Bu oyun, “eski ile yeni” arasındaki sağlıklı geçişi provoke etmek; değişimi kişisel bir hesaplaşmaya indirgemek üzerine kuruludur. Oyun basittir ama tehlikelidir: Kazanmaya yaklaşan bir yapıyı, içeriden kırarak, topluma yeniden umutsuzluğu dayatmak.

Ülke olarak büyük bir değişim ihtiyacının eşiğindeyiz. Bu değişim sadece CHP için değil, bu ülkede adalete, laikliğe, emeğe, çevreye ve özgürlüğe inanan herkes için zaruridir. Bugün bir kez daha “devlet aklı” değil, toplumun vicdanı konuşmalı; bu yürüyüş bir kişinin hırsına değil, milyonların umuduna göre şekillenmelidir.

Artık mesele bir partinin iç meselesi olmaktan çıkmıştır. Bu, Türkiye’nin demokrasiyle arasındaki son büyük mesafeyi kapatıp kapatamayacağının sınavıdır. Kimse kişisel hesaplarla, halkın yarım kalmış hayallerini bir kez daha heba etmeye kalkışmamalıdır. Çünkü bu kez kaybedilecek olan sadece bir seçim değil, bir kuşağın inancı, bir ülkenin geleceğidir.

CHP içinde süren bu gerilim, yalnızca yönetim krizine değil, toplumsal mücadelelerin kazanımlarını berhava edecek bir kırılmaya evrilme riski taşımaktadır. Kılıçdaroğlu gibi sembol bir figürün, bu riskin parçası değil, önleyicisi olması beklenirken; tam aksine, bu kırılmayı derinleştiren açıklamaları, tutumları ve hukuk üzerinden yürütülen meşruiyet kuşatmasına verdiği dolaylı destek, hafife alınamayacak bir kırılmadır.

Bu noktada artık her sorumlu yurttaş, her demokrat, her vicdan sahibi insan şunu yüksek sesle söylemelidir: Bugün susmak, yarın yok sayılmaktır. CHP’nin içine dönük bu müdahale, yalnızca bir partiyi değil, Türkiye’nin değişim umudunu hedef almaktadır. Bu oyunu görmek ve bozmak, sadece partinin değil, hepimizin sorumluluğudur.
 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER