Aşkın Kuantumu: Beden, zihin ve ruh üçlemesinde bir dalgacık
PSİKOLOJİİşte aşkın üçlemesi de burada başlar: beden, zihin ve ruh. Beden, arzunun laboratuvarıdır; zihnimiz, onun senaryosunu yazar; ama ruh, perde arkasındaki yönetmendir.
Belki de aşk, bizim değil; hücrelerimizin, travmalarımızın, atalarımızın aşkıdır. Belki onu hissettiğimizde, aslında bir zamanı değil bir titreşimi yaşıyoruzdur.
Aşkı bugüne kadar hep kalpte aradık. Oysa aşk, belki de kalpten çok bir kuantum alanında yaşanıyor; olasılıklarla, belirsizlikle, bir bakışın foton gibi davranmasıyla. Herkesin farklı bir gözle baktığı, herkesin kendinden bir şey bulduğu bir fenomen. Yani… tıpkı ışık gibi: hem dalga, hem parçacık.
Kuantum psikoloji der ki, insan sadece görünen değil, salınan bir varlıktır. Düşüncelerimiz, duygularımız ve inançlarımız bilinçdışında titreşen enerji alanları yaratır. Ve bu alanlar bir başkasıyla temas ettiğinde ya rezonansa girer, ya da parazit yaratır. Bazı insanlar hayatımıza girer, çünkü bizimle aynı frekansta bir yük taşırlar. Bazılarıysa bizi terk eder, çünkü aynı melodide dans edemeyiz.
İşte aşkın üçlemesi de burada başlar: beden, zihin ve ruh. Beden, arzunun laboratuvarıdır; zihnimiz, onun senaryosunu yazar; ama ruh, perde arkasındaki yönetmendir. Aşkı sadece bedensel arzuda arayanlar, yalnızca fragmanı izleyip salondan çıkanlardır. Zihinle yetinenler, uzun uzun analiz eder ama hissedemez. Ruhuna dokunanlarsa, tüm gösterimi izler ve sonunda ağlayarak çıkar salondan. Çünkü aşk dediğin, bir kendinden geçme halidir.
Albert Einstein bir keresinde şöyle der:
“Aşk, evrendeki en güçlü kuvvettir. Çünkü açıklanamaz, ölçülemez ama hissedilir.”
Biz de hissettiğimiz şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırız. Oysa aşk bir anlam değil, bir haldir. Bir varoluş biçimi. Ve çoğu zaman karşılıklı olmaktan çok, karşılıklı yankılanmadır.
Biriyle aynı anda aynı şeyi düşündüğünde… birden kalbin hızlandığında… onun sana bakmadığı anda bile içini titrettiğinde… işte orada kuantum psikolojinin aşk üçlemesi devrededir: beden titrer, zihin susar, ruh hatırlar.
Belki de aşk, bizim değil; hücrelerimizin, travmalarımızın, atalarımızın aşkıdır. Belki onu hissettiğimizde, aslında bir zamanı değil bir titreşimi yaşıyoruzdur.
Ve belki… gerçekten sevmek, birine değil, onun varlığında kendine dönüşmektir.
İlginizi Çekebilir