© Yeni Arayış

Almanya'da sosyal demokratların tarihsel gerileyişi ve politik kimlik bunalımı

SPD'nin bugünkü krizi, sosyal demokrasinin Almanya'daki sonu değil ama "yeniden doğuş" için umutları tüketen bir süreç. Siyaset bilimci Sheri Berman'ın deyişiyle, "sosyal demokrasi, modern demokrasilerin kurucu ruhudur." Ancak bu ruh, bürokratik temsille değil toplumsal adaletin yeniden keşfiyle, tabandan tavana şekillenen bir yönetim anlayışı ve organik politika uygulamalarıyla canlanabilir.

Almanya’nın en köklü partisi SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), 2025 seçimlerinin ardından tarihindeki en ağır krizlerden birini yaşamaya başladı. Son kamuoyu araştırmaları, partinin oy oranının yüzde 15’in altına gerilediğini gösteriyor. Bu oran, 2. Dünya Savaşı sonrası modern Almanya'nın inşasını sırtlayan bir parti için oldukça dramatik. Bir zamanlar "halk partisi" (Volkspartei) olarak tanımlanan SPD'nin bugün böylesine zayıflamış olması sadece kısa vadeli politik hataların değil uzun süredir biriken yapısal sorunların da yansıması.

Siyaset bilimciler bu durumu "Avrupa genelinde merkez solun erozyonu" ifadesi ile açıklamaya çalışıyor. Cambridge University Press'te yayımlanan kapsamlı bir literatür incelemesine göre, sosyal demokrat partiler son yıllarda kimliksel bulanıklık, neoliberal uyum politikaları ve seçmen sadakâtinin zayıflaması nedeniyle ciddi biçimde güç kaybediyor. Bu süreci analiz eden bazı akademisyenler, Yunanistan'daki PASOK örneğinden yola çıkarak, Avrupalı merkez sol partilerin güç kaybını "Pasoklaşma" (Pasokification) terimiyle açıklıyor. Bununla merkez sol partilerin toplumsal dayanaklarını kaybetme aşamalarına dikkat çekiyorlar. Bu çerçevede, SPD'nin bugün içinde bulunduğu krizi, sosyal demokrat hareketin Avrupa ölçeğindeki yapısal zayıflamasının Almanya'daki izdüşümü olarak değerlendirmek gerekiyor.

Journal of Democracy adlı akademik dergide yayımlanan, "Populism and the Decline of Social Democracy" başlıklı makalede Sheri Berman ve Maria Snegovaya, sosyal demokrat partilerin ekonomik konularda merkeze kayarak kendilerine özgü profillerini yitirdiklerini söylüyor. Oldukça önemli bir tespit. Zira SPD de benzer bir savruluş yaşıyor. Parti; uzun zamandır sosyal adalet, emek, dayanışma gibi parti programına ait kadim tarihsel temaları artık görmezden gelirken; çevre, dijitalleşme veya Avrupa reformu gibi "genel" konulara ağırlık vererek, bir anlamda kaçak güreşmeyi tercih ediyor. Bu yönelim, özellikle alt ve orta gelirli seçmen gruplarında partinin "kimin sesi" olduğu şüphesinin uyanmasına neden oluyor.

UCL Policy Lab’in Friedrich Ebert Vakfı (FES) ile birlikte hazırlanan, "Merkezin Son Şansı mı? 2025 Almanya seçimlerinden dersler" başlıklı bir diğer raporda, SPD'nin "programatik belirsizlik" içinde olduğu, partinin "görev sorumluluğu ile yenilenme ihtiyacı arasında sıkıştığı" vurgulanıyor. Rapora göre, SPD yıllardır içerisinde bulunduğu koalisyonlarda dengeyi korumaya çalışırken kendi politik kimliğini yitirdi. Bu, seçmen nezdinde "kararsız ve yönsüz parti " imajının pekişmesine neden oldu maalesef.

Koalisyonun Bedeli

SPD’nin düşüşünün bir diğer nedeni, hükümette olmanın getirdiği ağır sorumluluk elbette. Alman siyaset bilimi çalışmaları içinde sistematik bir şekilde incelenen ve akademik literatüre de yerleşmiş, "Antigouvernementaler Effekt" olarak tanımlanan bir olgu vardır. Bu olgu genel olarak, "İktidar partileri, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde seçmen tarafından cezalandırılır" anlamında kullanılır. Bu bağlamda SPD, Yeşiller ve FDP ile kurduğu "trafik ışığı koalisyonu"nda (Ampel) bu etkiyi en sert biçimde hisseden parti oldu. Friedrich Ebert Stiftung'un (FES) seçim sonrası analizine göre, SPD hükümette alınan zor kararların (örneğin enerji sübvansiyonlarının azaltılması, bütçe kısıntıları, göç politikaları) bedelini oy kaybıyla ödedi. FDP neoliberal seçmenine, Yeşiller çevreci tabanına kısmen seslenebildi; SPD ise kendi geleneksel işçi sınıfı seçmenini koruyamadı. SPD'nin kendini eksilterek koalisyonları ayakta tutma çabasının, seçimlerde dramatik sonuçlar alınmasına neden olduğu açık bir şekilde görülüyor.

Bunların yanı sıra, SPD'nin en ağır darbeyi aldığı kesim, ekonomik olarak kırılgan ve sisteme güvensiz seçmen grupları oldu. FES'in 2025 seçim analizi, ekonomik memnuniyetsizliği yüksek seçmenler arasında neonazi partisi AfD’nin büyük sıçrama yaptığını, SPD’nin ise bu tabanı tamamen kaybettiğini ortaya koyuyor. Enerji krizi, yüksek enflasyon, kira artışları ve reel gelir kaybı gibi gündelik sorunlara karşı SPD’nin verdiği yanıtlar soyut kaldı. Partinin seçim kampanyaları çoğu zaman karmaşık ve bürokratik mesajlar içerirken; neonazi AfD ve muhafazakâr CDU basit ama net sloganlarla seçmen duygularına seslendi. Bu, siyasal iletişimde duygusal rezonans eksikliğini gözler önüne serdi.

Göç, Kimlik ve Güvenlik Politikalarında Sessizlik

Öte yandan, SPD'nin bir diğer zaafı, göç ve kimlik siyasetinde net bir duruş sergileyememesi. ECPR'nin The Loop platformunda yayımlanan, "The 2025 German Election: Far-Right Surge and Coalition Collapse" başlıklı analizde, AfD'nin göç politikalarını "etkili korku siyaseti"ne dönüştürdüğü; SPD'nin ise bu tartışmalarda savunmada kaldığı belirtiliyor. UCL/FES raporu da benzer şekilde SPD’nin "kimlik konularında net mesaj üretemediğini" öne sürüyor. Bu durum, özellikle doğu eyaletlerinde güçlü olan "kültürel kaygı seçmeni"nde partinin görünürlüğünün büyük oranlarda azalmasına neden oldu. SPD, hem insanî değerleri savunmak hem de güvenlikçi refleksleri dışlamamak arasında sıkıştı ve bu gri alanda kalma süresini uzatarak, seçmenini kaybetti.

Diğer yandan, SPD'nin zayıflığı özellikle doğu eyaletlerinde oldukça dramatik. Parti doğuda tabiri caizse sıfırı tüketmiş durumda. Deutschlandfunk’un saha analizine göre, SPD Thüringen, Saksonya ve Brandenburg gibi bölgelerde hem yerel örgütlenme eksikliği hem de toplumsal bağların zayıflığı nedeniyle "oyun dışı bir aktör" konumuna geriledi. FES'in doğu raporu ise partinin bu bölgelerde ekonomik güvenlik yerine "Berlin merkezli temalar" üzerinden siyaset yapmasının seçmenle bağını kopardığını ortaya koyuyor. Bu tablo, klasik merkez-periferi çatışmasının yeni biçimini gösteriyor: Batı'da post-materyalist konularla meşgul olan SPD, Doğu'da hâlâ geçim, güvenlik ve kimlik gibi "temel meseleleri" ihmal ediyor. Bu boşluğu neonazi partisi AfD dolduruyor.

Tüm bunların yanı sıra son genel seçimde SPD’nin kampanyası, birçok gözlemciye göre "sessiz" ve "reaktif" bir kampanyaydı. Progressive Zentrum tarafından hazırlanan,  "German Election Briefing" adlı raporda, "SPD'nin net odak konular belirleyemediği, gündemi rakip partilere bıraktığı" savunuluyor. Aynı raporda, parti liderliğiyle sahadaki örgüt arasında kopukluk olduğuna da dikkat çekiliyor. OSW (Centre for Eastern Studies) analizine göre ise seçim yenilgisinin ardından SPD'nin parti kongresi "derin bir iç hesaplaşma"ya dönüştü. Parti lideri Lars Klingbeil’in yeniden seçilmesi, ancak zayıf bir destekle gerçekleşti. Foundation For European Prograssive Studies - Avrupa İlerici Çalışmalar Vakfı'nın (FEPS) değerlendirmesi bu durumu şöyle özetliyor: "SPD’nin dramatik yenilgisi, yalnızca bir seçim kaybı değil; liderlik, yön ve kimlik açısından bir varoluş krizidir."

SPD: Avrupa solunun aynası

SPD'nin bugünkü durumu, Avrupa'daki birçok merkez sol partinin durumunu yansıtması açısından önemli. İspanya'daki PSOE veya Britanya'daki Labour, kimliklerini yeniden tanımlayarak bir ölçüde toparlanabildiler; SPD ise hâlâ "neoliberal mirasın gölgesiyle" boğuşuyor. Partide reform çağrıları yapılsa da programatik yenilenme henüz somutlaşabilmiş değil. Bu noktada SPD’nin önünde iki yol var: Ya "koalisyonun sorumluluk partisi" olarak teknokrat bir çizgide kalacak ya da "sosyal demokrat" özünü hatırlayarak toplumla, emekçilerle yeniden bağ kurma stratejisi geliştirecek. Bu "bağ kurma" meselesi aslına bakarsanız, "sadece politik değil, parti için varoluşsal bir tercih"...

Sonuç olarak, SPD'nin bugünkü krizi, sosyal demokrasinin Almanya'daki sonu değil ama "yeniden doğuş" için umutları tüketen bir süreç. Siyaset bilimci Sheri Berman'ın deyişiyle, "sosyal demokrasi, modern demokrasilerin kurucu ruhudur." Ancak bu ruh, bürokratik temsille değil toplumsal adaletin yeniden keşfiyle, tabandan tavana şekillenen bir yönetim anlayışı ve organik politika uygulamalarıyla canlanabilir. SPD, çok önemli bir parti. SPD'nin güçlü bir şekilde siyasi hayatına devam etmesi, yalnızca bu partinin değil; Avrupa'da sol siyasetin geleceğini de belirleyecek öneme sahip. SPD, ya geçmişin mirasına sıkışarak tarih sahnesinden çekilecek ya da modern çağın adalet arayışını yeniden tanımlayarak yeni bir toplumsal sözleşmenin taşıyıcısı olacak. Alman sosyal demokratların çözmekte zorlandığı, altında preslendiği denklem bundan ibaret.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER