17 Ağustos’tan alınması gereken hisse
SİYASETİnsan olursak ne olur? Kuralları, kâr hırsından gözü dönmüş müteahhitlerin belirlemediği bir düzeni inşa ederiz.
Kuralları, kâr hırsından gözü dönmüş müteahhitlerin belirlemediği bir düzeni inşa ederiz. İnsanlığın evrensel birikiminin belirlediği kuralların hüküm sürdüğü o düzende, 17 Ağustoslar, 6 Şubatlar gene olabilir ama bizi acılara gark etmez. Çünkü bilinen bir kuraldır ki “deprem öldürmez; ihmal öldürür”.
7.9 şiddetinde gerçekleşen 1939 Erzincan depremini kim hatırlıyor? Ya da 1966 Varto depremini?
6 Şubat 2023’ün yaraları taze ama 17 Ağustos 1999 depremini hatırlayan var mı?
Hatırlamak, ders almanın, hisse çıkarmanın ilk koşuludur.
İnsanlık tarihi, aynı zamanda tecrübe demektir. Toplumsal pratikten çıkartılan sonuçlara göre bir çeşit konumlanma da diyebiliriz buna. Örneğin benim doğduğum köy, sırtını bir dağa yaslanarak kendisini var etmiş. Hep merak ederdim; bu “kuş uçmaz, kervan geçmez dağ başına neden gelmişiz” diye…
Elbette en önemli nedeni, Yavuz’un zulmüdür. Onun zulmünden uzaklaşmak ve bir nefes alabilmek için pek çok insanımız, kendisi için korunaklı yerleşimler bulmuş ve oralarda tutunmuş hayata. Hemen aşağısında nehir yatağı varken, o nehre kuş uçumu bir km yukarısına neden yerleşmişler ki?
Sorunun yanıtı, yukarıda bahsedilen iki büyük depremde gizlidir. Her ikisini de yakından hissetmesine rağmen küçük hasarlar dışında maddi bir kayıp yaşamamış; can kaybıysa hiç olmamış. Çünkü insanlığın tecrübesini rehber edinmiş. İlk hissemiz, konut olsun; ne demiş atalarımız?
“Dere kenarına ev yapma sel alır.”
Atalarımızın sözü, tarihin imbiğinden süzülen tecrübenin özetidir.
Yalnız bizim köy mü?
O ayrıcalık yalnızca bizim köye ait değil; tarihi üç beş asır öncesine dayanan bütün yerleşim merkezleri, benzer tarzda konuşlanmış.
Ne zaman ki paranın temerküzü söz konusu olmuş; işte o zaman doğanın intikamı çok büyük olmuş. Kapitalizmin kâr hırsı da tuzu biberi olmuş bu sürecin.
İnsanlığın felaketlerle mücadelesinin de, bu tecrübenin ışığında gerçekleştiğini not edelim.
ÇOK MAL HARAMSIZ OLMAZ
Burada duralım ve bir atasözümüzü hatırlatarak devam edelim.
“Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz.”
Türkçe meali şudur:
Kim çok konuşuyorsa içinde yalan; kimin çok malı varsa içinde haram vardır.
Çok konuşan, “boğaz dokuz boğumdur” sözüyle uyarılır.
Çok mala gelince…
Seyrani’nin şu dörtlüğü ne güzel resmetmiş:
"Dinle nasihatim ne diyom sana,
Bu da bir öğüttür zannetme çene,
Çalışmayla verse verirdi bana
Bu köşkü sarayı sana kim verdi?"
Seyrani’nin dile getirdiği soru önemlidir ve bugün yaşadığımız bütün bu olumsuzlukları deşifre edecek anahtar niteliğindedir.
Seyrani’nin sözü, muhtemel rehberliğini 12. yüzyılın önemli simalarından biri olan Ahi Evran’dan alır. Ahi Evran’ın, ahilik teşkilatının üyelerine cebinde 18 dirhemden fazla bulunmamasını öğütlediğini biliyoruz. Eldeki belgelere göre ahilerin kazancı ne kadar olursa olsun, kendisine ayırdığı miktar, 18 dirhemden fazla olamaz. Fazlası, kimsesizlerin ve gariplerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Ahi teşkilatına bağışlanırdı. Kazancın gerisi halk içindir. Bu sistemin, sosyalizm adının henüz telaffuz dahi edilmediği bir çağda uygulandığını hatırlatırım.
O gelenek, ne yazık ki yaşatılamadı.
Kapitalizm çağındaysa sermayenin temerküzü, sınırlı sayıda insanı zenginleştirirken, milyonlarca insanı yoksulluk sarmalına itti. Mal – mülk sahibi olma dürtüsü, bireyciliği tetikledi; bireycilik de, kâr hırsını…
Felaket olarak adlandırdığımız depremler, halen sürmekte olan orman yangınları bu gözü dönmüşlüğün sonucudur. 17 Ağustos’ta veya 6 Şubat’ta, öncesinde ya da sonrasında karşılaştığımız yıkımların sorumluluğunu yalnız başına doğanın sırtına yüklemek, kabul edilemez. Bu felaketler, aynı zamanda ve daha çok da, daha fazla kâr elde etmek isteyen gözü doymaz sistemin kâr hırsının sonucudur.
Hünkâr Hacı Bektaş Veli, bunu “bir lokma, bir hırka” ile ifade eder. Anlamı şudur ki insanın karnı doyacak, üstü örtülecektir. Karnı doyan, üstü örtülen insanın hemen yanı başındakini düşünmesi, kendisi için istediğini, onun için de istemesi de, kötülükten, çıkarcılıktan arınmak demektir.
BİR LOKMA BİR HIRKA NEYİMİZE YETMEZ?
İçinde bulunduğumuz hafta, sonsuzluğa gidişinin 754. Yıldönümü olarak andığımız Hacı Bektaş Veli’nin kucağında aslan ile ceylan yan yana oturur.
Nedir anlamı?
İki ayrı anlamı ifade eder bu tablo. Birincisi, her insanın içinde hem hırs ve bencillik vardır hem de diğerkamlık ve dayanışma…
Hünkâr, insanlığın hedefini, bu ikisi arasındaki “olmaz”ı, oldurmak olarak belirler.
İkinci anlamıysa “gerçekçi ol, imkânsızı iste” olarak özetlenebilir. Hünkâr ile simgelenen bu resmin Türkçe meali şudur ki “imkansız görünenin gerçekleşmesi mümkündür.”
Bunun izlerine, 12. Yüzyıl Anadolu’sunda rastlarız. Araya giren zaman, bu coğrafyayı kendi özünden uzaklaştırmış durumdadır. O nedenle her fırsatta dile getirdiğim üzere tarih, geleceğin aynasıdır; tutmasını bilene…
Aynayı tuttuğumuzda, karşımıza ahilere atfedilen şu söz çıkar:
“İlim gökyüzündedir, kim onu indirecek? Veya yer altındadır, kim çıkaracak? Yahut dağların ötesindedir, kim onu getirebilir? Demeyin.”
Ne yapılmalı?
Yapılacak pek çok şey var.
Yapılacaklardan bir kısmını, Ahi Evran kitabımdan aktararak, bu yazıyı noktalayalım:
“Yaşamak için mücadele etmenin ve bu uğurda emek vermenin iki yönü vardır. Birincisi insanın kendi ayakları üzerine durmasını sağlar. Kendi ayakları üzerine durmak, bir yanıyla gündelik hayatı sürdürebilmek açısından kıymetlidir; diğer yanıyla da her insanın ruh hali açısından önemli olan kişisel itibarını tahkim eder. Mücadelenin ve emek vermenin ikinci yönü ise ihtiyacı olanlar ile dayanışma gösterebilme mutluluğuna varmaktır. İhtiyacı olan insanların o ihtiyacını giderebilmek için mücadele etmek ve emek vermek, günümüz kapitalist sisteminde bulanıklaştırılan bir ideale dönüştürülmüş olsa da insan olmanın ön koşuludur.”
Burada durup, düşünelim; bir insan için giderilmesi zorunlu olan temel ihtiyaçlar nelerdir? Karnının tok, sırtının pek olması… Bunlar olursa insan, zihinsel kapasiteni de çalıştırır ve kendisini de, dolayısıyla içinde bulunduğu toplumu da geleceğe taşır.
Hünkâr Hacı Bektaş Veli, bunu “bir lokma, bir hırka” ile ifade eder. Anlamı şudur ki insanın karnı doyacak, üstü örtülecektir. Karnı doyan, üstü örtülen insanın hemen yanı başındakini düşünmesi, kendisi için istediğini, onun için de istemesi de, kötülükten, çıkarcılıktan arınmak demektir.
Arınarak, insan olunur çünkü.
İnsan olursak ne olur?
Kuralları, kâr hırsından gözü dönmüş müteahhitlerin belirlemediği bir düzeni inşa ederiz. İnsanlığın evrensel birikiminin belirlediği kuralların hüküm sürdüğü o düzende, 17 Ağustoslar, 6 Şubatlar gene olabilir ama bizi acılara gark etmez. Çünkü bilinen bir kuraldır ki “deprem öldürmez; ihmal öldürür”.
İlginizi Çekebilir