© Yeni Arayış

Türkler'e düşen 

PKK’nın silah bırakma ve kendini feshetme kararı alması sıradan vatandaşlar açısından Kürtlerin varlığının tanınması konusunda önemli bir etki yarattı.

PKK’nın kendini feshiyle başlayan bu süreç Türklere ciddi sorumluluklar yüklemektedir. Bugüne dek sürdürülen “Türkçü” politikaların bir tür baskı ve asimilasyon işlevi gördüğünü ve bu nedenle de bu işlerden vazgeçip Kürtlerin bu politikalar sonucunda neler yaşamış olduklarını anlamaya çalışmalıyız.

PKK’nın silah bırakma ve kendini feshetme kararı alması sıradan vatandaşlar açısından Kürtlerin varlığının tanınması konusunda önemli bir etki yarattı. Özellikle PKK’nın son kongresinde alınan kararlar, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin kuruluşunda, kurulan devletin aynı zamanda Kürtlerin de devleti olduğunun anlaşılmasını da sağladı. Çünkü her ne kadar adları Lozan’da anılmamış olsa da ülkenin önemli bir coğrafyasında kendini Türk olarak tanımlamayan, Türklerden farklı bir dil ve kültüre sahip, fakat Türklerle aynı dini paylaşan oldukça geniş bir Kürt nüfusun varlığını bütün dünya biliyordu.

Ama ne var ki, o günün ulus-devlet kuruluşu sırasında tek bir ulusun olmadığı, çok-kimlikli Osmanlı toplumunun bakiyesi olan toplumda iki halkın adı üzerinden bir devlet kurmak baskısının ve örneğinin olmaması ve kurucu kadrolar arasında kendini daha çok Türk olarak tanımlayan insanların var olması kurulan ulus-devletin “Türk” kelimesi üzerinden tanımlanmasına neden olmuştu. 

Evet açık gerçeğimiz, 100 yıl önce kurulan bu ulus-devletin, Türk olan tek bir ulustan değil de en büyüğü Kürtler olmak üzere çeşitli farklı uluslardan oluşan bir toplum üzerinde kurulduğu gerçeğidir. Mustafa Kemal’in “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü, ülkede Türk olmayanlara “Gelin siz de kendinizi Türk diye tanımlayın ve hep birlikte mutlu bir ülke kuralım!” anlamına gelen bir çağrı değilse neydi ki?

Böyle bir anlayışla kurulmuş olsa da işler bu noktada kalmadı tabii ki. Ulus-devlet kurulur kurulmaz, asimilasyoncu politikalarla var olan farklılıklar giderilmeye çalışıldı. Lazlar, Çerkezler, Gürcüler, Araplar gibi topluluklar kolayca asimile oldular ama Kürtler genellikle olmadılar. Çeşitli tepkiler, isyanlar ortaya koydular vs. 

Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü politikaların bir muhasebesi henüz yapılmış değil. Ama görülen odur ki bölgeler içinde en yoksul, en bakımsız, sanayileşmenin en sınırlı gelişmiş olduğu bölgeler Kürtlerin yaşadığı bölgelerdir. Bunun da, başından beri Kürtlerle kurulan ilişkilerin bir tür “sömürge ilişkileri” olduğu izlenimi yarattığı çok açıktır.

Demem odur ki, PKK’nın kendini feshiyle başlayan bu süreç Türklere ciddi sorumluluklar yüklemektedir. Bugüne dek sürdürülen “Türkçü” politikaların bir tür baskı ve asimilasyon işlevi gördüğünü ve bu nedenle de bu işlerden vazgeçip Kürtlerin bu politikalar sonucunda neler yaşamış olduklarını anlamaya çalışmalıyız. Kürtlerin, adları o zamanlar anılmamış olsa da-bu ülkenin eşit vatandaşları olduğunun farkına varıp onlarla öyle ilişkiler kurmak gerektiğini anlamalıyız. 

PKK ile mücadelenin bir parçası olarak düşünülmüş ama her türlü baskının formülü haline gelmiş “terör” kavramını ve bu kavramla ifade edilen her şeyi değiştirmeyi göze almalıyız. Bu nedenle de PKK ile “iltisaklı”, ya da “ilişkili” ya da “örgüt üyesi” ya da “örgüte yardım ve yataklık” gibi terimlerle verilmiş ve verilmesi düşünülen bütün “hukuki” kararları ortadan kaldırmalıyız. Hapishaneleri derhal boşaltmalıyız.

Bunları yapabilir miyiz, ya da yapar mıyız bilmiyorum. Ama 100 yıllık bir yanlışlığı düzeltmek, üstelik de binlerce kayıp verilmiş bir yanlışlığı düzeltmek yalnızca Kürtlere düşen bir görev olmamalıdır. Bence asıl Türklerin yapması gerekenler vardır ve her şeyden önce de “Lozan” falan diyerek burun kıvırmaktan, ayak sürümekten vazgeçmeleri gerekir. 

Kolay değil. Yüz yıllık tamamlanmamış bir projeden söz ediyoruz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER