© Yeni Arayış

Sen yoktun

Ortaokul son sınıfta dedem öldü. Sen yine yoktun. Kimse de sormadı. Duvarlar bile sessizdi. Annemle tek başımıza kaldık. Koca köy bizden kaçtı, biz onlardan. Komşular bize uğramadı. Annem bahçeye ektiği domatesleri satmaya pazara gitti. Fiyatını bana giderken fosforlu kalemle mukavvaya yazdırdı. Onu koydu küçücük tezgâhına, kimseyle konuşmadı.

Annem karnında taşırken beni, sen şeytan taşlamaya gitmişsin. Dediler ki: “Ne kadar taş atarsa, o kadar amelin temizlenirmiş.” Çok mu kirliydin baba?

Sen yokken annem bir gece çok ağladı. Gözyaşları bana kadar geldi. Boğulacağımı düşündüm ya da beni içinde unutacağını… İlk o zaman titredi ayaklarım. Çırpındım, çırpındım… Annem beni duymuş gibi sustu. Elleriyle karnını ovaladı. Ayaklarımın titremesi geçti. İkimiz de uykuya daldık. Gözlerimi yeniden açtığımda artık kucağındaydım. Dedemin yüzünü ilk gördüğümde, sen geldin, bize kıyamadın sandım. Bu evde hayatım sanmakla geçti. Oysa sen yoktun, hâlâ şeytanı taşlıyordun!

“Bir hayatlı, iki odalı evde doğdun,” diye anlatırdı annem. Sen uzun süre gelmedin. Annem sütten kesildi. Rengi soldu, bakışları donuklaştı. Bazen ağlarken uyuya kalırdı. Ben de onun kollarında… Paslı, demir bir karyolada büyüdüm ben.

Okula yazdırmaya annem elimden tutup götürdü. Herkesin yanında babası vardı, bir tek biz yalnızdık. Günler böyle geçti. Bir gün eve döndüğümde ev bomboştu. Dedem geldi: “Annen bir müddet eve gelemeyecek,” dedi.kapının eşiğinde saatlerce bekledim.

Kendimi kendimle büyüttüm.

Annem gibi yaptım evdeki her şeyi. Sonra bir sabah dedem onu getirdi, yanında bir torbayla… Sarıldım bacaklarına: “Sen de gitme!” dedim.

Bakışları donuktu, çok değişmişti. Üç ay boyunca sustu annem. Sonra bir gece fısıldadı: “Torbadan kurtuldum artık.”

Sarılıp ağladık. İlaçları bitmişti.

Bir Nisan gecesi

Kapımız gürültüyle çalındı. Demir karyolada annemle uyuyorduk. Sen gelmiştin. Doğruca yanıma geldin. Bütün bedenini yatağa attın. Ellerini gördüm, korktum. Gecem daha da siyahlaştı. Yüzümü hızlıca yastıkla kapattım. Çünkü sen önce beni döverdin.

Annem ortalarda yoktu. Sen geldiğinde gölge olup kaybolurdu. Ayak sesini bile duymazdım.

Birden şarkı söylemeye başladın:

“Başın öne eğilmesin,

Aldırma gönül, aldırma…”

Yatağa yayıldın. Uyandığımda gitmiştin. Sesin duvarlarda asılı kaldı. Geceler boyu o seslerle uyandım.

Sen konuşmazdın.

Dövdüğünde konuşurdun benimle.

Döverek konuşurdun annemle.

Suçlarımızı sayardın yüzümüze. Tükürüklerin omuzlarıma yapışırdı.

“Neden okula gittin?”

Şak!

Tokat yüzümde.

“Sana demedim mi, annene gitmeyeceksiniz diye!”

Pat!

Elin annemin gözünde.

Tekrar bana dönerdin. Annem bir kenarda, sırasının gelmesini beklerdi.

Bir gece sobanın maşasıyla kafama defalarca vurdun. Annem ilk kez sana karşı çıktı:

“Yeter!” dedi. Sen köpürerek anneme “Çakal!” deyip suratına tokat yağdırdın. İlk o zaman dokundum sana. Bacağını ısırdım:

“Yapma!” diye.

Hepimiz şaşırdık. Sonra kovalak adımlarla çıktın evden. Annem kapıyı kapatıp bağırdı:

“Adını da al git!” Bütün mahalle annemin sesiyle inledi.

O günden sonra senin adını anmadık. Kimse de sormadı zaten.

Bir süre yemek yemedim. Senin bacağının dişlerimde kaldığını düşündüm. Yemek yesem seni yutacakmışım gibime geldi. Sadece su içtim; çünkü dedem senin sudan korktuğunu anlatırdı.

Ortaokul son sınıfta dedem öldü. Sen yine yoktun. Kimse de sormadı. Duvarlar bile sessizdi.

Annemle tek başımıza kaldık. Koca köy bizden kaçtı, biz onlardan. Komşular bize uğramadı. Annem bahçeye ektiği domatesleri satmaya pazara gitti. Fiyatını bana giderken fosforlu kalemle mukavvaya yazdırdı. Onu koydu küçücük tezgâhına, kimseyle konuşmadı.

Kader gecesi

Sabah sınavım vardı. Annemle yemek yiyip çay içtik, umutla erkenden yattık. Gece kapı kırılırcasına çalındı. El ele tutuştuk.

“Bu gece değil, lütfen,” dedi annem boşluğa, yalvarırcasına…Sesler kesilince karyoladan kalktık. Bir cesaretle kapıyı açtık. Kim acaba diye bir adım attım ki, ayağıma bir şey değdi.

“Anne!” diye bağırdım. Yerde sen yatıyordun.

“Tut kızım babanı, millete rezil olmadan içeriye taşıyalım.” Seni divana yatırdık. Etlerin pelte gibi ağırdı. Annem yine kayboldu ortalardan. Az sonra kalkıp beni döveceksin diye ayakta bekledim.

Bekledim.

Neredeyse hiç hareket etmiyordun.

Yüzüne doğru eğildim, nefesin çok yavaştı. O an gözlerini açtın. Baktın bana, baktım sana. Tokatsız, kemersiz… Gözlerin içime aktı. Öksürmeye başladın, annem odanın ışığını yaktı. Yine o kahverengi kemer belindeydi. Onca yıl sırtımı yakan…

Kahverengi kemer içimi acıttı.

Ayak ucuna oturdum, kaldım. Gözlerimden yaşlar boşaldı. “Bir hayatlı, iki odalı evde doğmuştum. Sen şeytan taşlamaya gitmiştin. Biliyor musun, hepsini duydum.”

Ayağa kalktım, daha söyleyecek çok şeyim vardı. Ama duvarlar titremeye başladı. Gürültüyle sarsıldı.

O eski ses yükseldi içlerinden:

“Dışarda deli dalgalar,

Gelip duvarları yalar…”

Annem kolumdan tuttu, sarıldı. 

“Anne, iyiyim,” dedim. Elime çantamı verdi:

“Git!” dedi. Bahçeye fırlattı beni.

“Bugün kader günün.”

Sınavdan sonra köy minibüsüne bindim. Kalkış saatini bekledim. Bir süre sonra minibüs doldu. Şoför ortalarda yoktu. Herkes yanındakine bir şeyler fısıldıyordu. Herkesin gözü üzerime yapıştı. Camın kenarına büzüldüm. Küçüldüm. Küçücük kaldım.

Şoför geldi, tam kontağı çevirirken bana adımla seslendi:

“Pakize kızım, çok iyi hatırlıyorum. Sen doğduğunda baban ile şeytanı taşlıyorduk. Senin için de attık.” 

Oturduğum yerde büyümeye başladım. Bu kez cam küçüldü. 

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER