Ahmet Altan’ın O Yıl’ı
EDEBİYATKılıç Yarası Gibi’yle başlayan dizi, İsyan Günlerinde Aşk ile devam etmiş, yeni ölülerimiz Anya ve Nizam’la iyice alakadar olduğumuz Ölmek Kolaydır Sevmekten’le uzun bir sükûta ermişti. Epey bir vakit sonra, galiba şu uzun sonbaharların bir panzehiri olarak düşünüldü, bizi Efronya’yla tanıştıran O Yıl yayımlandı.
Kışın gelmek bilmediği o uzun sonbaharlar sevimsizdir.
Kestane, kereviz, mandalina, pırasa, lüferle dolan tezgâhlar kışı haber verse de gece yatarken kapatılmayan camlar, kanepelerin koltuklarına konsa da bacaklara örtülmeyen battaniyeler, yanmakla yanmamak arasında bocalarken kimseyi memnun edemeyen mahcup kalorifer petekleri, eskilerin “tam hastalık havası” dedikleri kararsız giyinişler arasında hep bir tedirginlik bulunur.
Oysa, şöyle gök gürleyişleriyle yağan yağmur kışı hissettirip peşinden kar geldiğinde doğayla birlikte ruhunuzun da temizlenip arındığını hissedersiniz.
Uzun sonbaharlarda ise eylülün parkları ve sokakları süsleyen kehribar yaprakları çürümeye başlar.
İşte bu yıl, biz de, o hiç sevmediğim, bitmeyecekmiş gibi gözüken uzun bir sonbaharı yaşıyoruz.
Bu uzun sonbaharla başa çıkmanın en güzel yollarından biri sanırım zamandan ve mekândan uzaklaşmaktır.
Ahmet Altan’ın O Yıl’ı beni kahramanlıkla utancın birarada yaşandığı o meşum 1915 senesine götürdü.
Osman’ın “ahşap kirişleri inleyen bir konakta” ölülerini dinleyişine aşınaydım; o ölülerden bazıları benim de ölümdü artık, Mehpare Hanım’ı, Mihrişah Sultan’ı, Şeyh Efendi’yi ve daha birçoklarının hikâyesini ben de biliyordum.
Kılıç Yarası Gibi’yle başlayan dizi, İsyan Günlerinde Aşk ile devam etmiş, yeni ölülerimiz Anya ve Nizam’la iyice alakadar olduğumuz Ölmek Kolaydır Sevmekten’le uzun bir sükûta ermişti.
Epey bir vakit sonra, galiba şu uzun sonbaharların bir panzehiri olarak düşünüldü, bizi Efronya’yla tanıştıran O Yıl yayımlandı.
Ahmet Altan, O Yıl’da, 1915’in iki yüzüne birden bakıyor.
Çanakkale Savaşı’nın kahramanlık destanını Ragıp’ın ve onbinlerce isimsiz ölünün cesaretinde, Talat Paşa’nın gaddarlığı yüzünden ölüme gönderilen Ermenilerin trajedisini ise Efronya’nın ıstırabında görüyoruz.
Çanakkale’yi anlatan yüzlerce kitap yazıldı, filmler çekildi ama Ermeni kıyımı tabusu ancak bu yakınlarda kırılmaya başladı.
Gene de, zihnimi şöyle bir kurcaladığımda, Ermeni kıyımına dair çekilen filmlerin ucuz birer propaganda faaliyetinden başka bir şey olmadığın düşünüyorum.
Sadece Türkiye’yle de sınırlı değil üstelik, çok sevdiğim Charles Aznavour’un bile kariyerindeki en utanılası işi Ararat olabilir; aklımda hep o çocuğunun elinden tutarken tecavüz edilen Ermeni kadını sahnesi, berbat bir propaganda.
Ahmet Altan bu yola tevessül etmemiş, onun romanında Ermeniler sadece mağdur değil, sadece öldürülmüyorlar, içlerinde jurnalciler, ajanlar, hafiyeler var, üstelik bazıları bizzat bu kıyıma lojistik destek sağlıyorlar.
Öte yandan, aynısı Türkler için de geçerli.
Ermeni kıyımına odaklanan romanlarda genellikle Türkler birer canavar olarak resmedilir, kana susamışlardır, tecavüzcüdürler, Ermenilerin mallarına çökmek için yapmayacakları kalleşlik yoktur.
Altan bu basit ikileme karşı çıkıyor; romanında Ermeni kıyımının bir parçası olmayı reddettiği için memuriyetten atılan, başına çeşitli işler açılan Türklere de yer veriyor.
Böylece, O Yıl, Çanakkale ile Ermeni kıyımını siyah-beyaz ayrımında tartışan bir roman basitliğine düşmekten çıkıyor.
Yöneticiler kötüydü, halk iyiydi gibi bir keskin ayrım da yok; romandaki her kesimin içinde iyiler ve kötüler var, emval-i metrukenin peşine düşen muhterisler de, onları canlarına pahasına saklayanlar da aynı milletten, aynı kesimden insanlar.
Yönetim kademesi de bundan münezzeh değil.
Çanakkale kahramanı Ragıp, Efronya’yı korumaya çalışırken Esat Paşa’nın büyük yardımı dokunuyor, Cemal Paşa, Halep’te kıyıma istenen şekilde katılmıyor.
Talat Paşa’nın en yakınında bulunanlardan biri olan Cevat Paşa’nın bile evinde bir Ermeni’yi sakladığını, onu başkaları ihbar etmesin diye mecburen Resul diye çağırdığını okuyoruz.
Romanın son sahnesi, Efronya’nın ölümünden sonra Ragıp’ın savaşa gidişi bana Anna Karenina’yı hatırlattı.
Anna Karenina’da üstünde hiç durulmayan bölümlerden biri, Anna’nın intiharından sonra Kont Vronski’nin savaşa gidişidir; hatta, bu savaş, bir müjdeli olay gibi anlatılır.
“Tanrı yardım etti de şu Sırp savaşı çıktı.”
Savaşı Tanrı’nın yolladığına emin olduğunu söyleyen annesi, “yalnız bu kurtarabilirdi oğlumu,” der.
Ahmet Altan, O Yıl’ı şöyle bitirmiş: “Ragıp Paşa ertesi gün Filistin cephesine hareket etti.”
Bazen bir asker ya da bir aristokrat için yegâne kurtuluş savaştadır, hiç düşünmeden ölüme gitmektedir.
Kont Vronski’nin kurtuluş yolunu, birkaç gün önce paşalığa yükselen Ragıp Albay da izledi.
Kışın gelmek bilmediği o uzun sonbaharlar sevimsizse de biraz çıkıp yürüyeceğim.
Ve, eski bir Ermeni kilisesine girip Efronya’nın hatırası için bir mum yakacağım.
İlginizi Çekebilir