Özgürlüğü yeniden düşünmek mümkün mü?
SİYASETDerginin 26 Haziran 2025 tarihli sayısında yayımlanan karikatürde; bombardıman altındaki bir şehirden göğe yükselen beyaz sakallı iki kişi birbirlerine selam verip adlarının Muhammed ve Musa olduğunu söylüyor.
Leman dergisindeki karikatüre neredeyse organize bir saldırı girişimi, ülkenin içinde olduğu polarizasyonun yansımasıdır. Bu yüzden herkesin kendi özgürlük sınırına dikkat etmesi gerekiyor. Ancak iktidar ve yargı erki üzerinden bir kimliğin, bir hassasiyetin alanının keyfi genişletip, diğerinin alanlarını daraltmak topluma bir kimlik/hassasiyet dayatması olur ki bu da otoriter bir siyasal pratiğin sonucudur.
Mizah dergisi Leman’ın son sayısında yere alan ve Hz. Muhammed’i tasvir edildiği iddia edilen karikatür, Türkiye’de yeniden bildik eski tartışmaların, görüntülerin ortaya çıkmasına yol açtı. Dergi önünde protesto için toplanan kalabalık, dergi binasının camlarını kırdı. Dergi hakkında toplatma kararı alındı.
Derginin 26 Haziran 2025 tarihli sayısında yayımlanan karikatürde; bombardıman altındaki bir şehirden göğe yükselen beyaz sakallı iki kişi birbirlerine selam verip adlarının Muhammed ve Musa olduğunu söylüyor.
Yayınlanan bu karikatür ile dini değerlerin alenen aşağılandığı gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen soruşturma başlatıldı. Soruşturma kapsamında "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" suçlaması ile derginin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü, müessese müdürü, grafikerler ve karikatürü çizen kişinin de aralarında bulunduğu altı kişi hakkında gözaltı kararı verildi. Bunlardan dördü dergide ters kelepçe yapılarak gözaltına alındı.
Bu gözaltı görüntülerini çeken görevli polisler, bunları servis edilmesi tepki çekti.
Dergi yetkilileri amaçlarının dini değerleri aşağılama olmadığını belirten bir açıklama yaptılar. Açıklamada; "Şu anda Muhammed ismini taşıyan 200 milyon kişi var" denilerek çizime konu kişinin Muhammed Peygamber olmadığı vurgulanarak; “Burada karikatürün çizeri İsrail tarafından öldürülen bir Müslümanı konu ederek mazlum Müslüman halkın haklılığını çizmek istemiş olup dini değerleri aşağılama amacı asla bulunmamaktadır. Bize sürülen lekeyi kabul etmiyoruz zira Peygamber efendimizin tasviri yoktur. Karikatürü böyle yorumlamak için çok kötü niyetli olmak lazım." açıklamasında bulundu.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ise, dergi çalışanlarının her birinin gözaltına alındıkları sırada çekilen videolarını ayrı ayrı sosyal medya hesaplarından paylaştı. Şüpheliler için "hadsiz" ve "hayasız", yaptıkları eylemi ise "alçaklık" olarak niteledi.
Yerlikaya gözaltılara ilişkin paylaşımlarında, "Bu hayasızlar hukuk önünde hesap verecektir... Sevgili Peygamberimize (S.A.V.) yönelik gerçekleştirilen bu alçaklık hukuk önünde hak ettiği cezayı görecektir. Emniyet güçlerimizden de adaletten de kaçamayacaksınız" ifadelerini kullandı.
24 saatte yaşanan bu gelişmeler yıllar önce Danimarka’da Jyllands Posten gazetesinde yayınlanan karikatürlerden sonraki tartışmaları hatırlattı.
O karikatürlerde yer alan Hazreti Muhammed’e yönelik hakaretamiz görüntü ve ifadeler, İslam dünyasında infial yarattı. Tepki sadece İslam dünyası ile sınırlı kalmadı, başta Vatikan olmak üzere çeşitli Avrupa ülkeleri ve uluslararası kurumdan dini sembollere saygı duyulması ve yaşanan tepkiler karşısından itidal çağrıları yapıldı.
O dönem İslam Dünyası temsilcileri Danimarka Başbakanı’ndan özür beklemiş ama bu gerçekleşmemişti. Karikatürleri “düşünce ve ifade özgürlüğü” kapsamında savunulmuştu.
Son yaşananlar şu soruyu yeniden gündeme getiriyor; “düşünce ve ifade özgürlüğünde sınır ne?”
Kabul edelim ki, zor bir soru. Hem yaşanan pratik karşısında hem de Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler kapsamındaki konumu açısından. Türkiye’deki siyasi iklimin bu konuda yeterince özgürlükçü olmadığı açık. Hele konu eleştiriye geldiğinde, eleştiri ile hakaretin sınırının nerede başlayıp nerede bittiği yoruma bağlı olarak değişiyor. Eleştirinin keyfi olarak yorumlanıp hareket dönüşmesi siyasal ve ideolojik bakışla mümkün hale geliyor.
Dini söylem ve sembollerde sınır ne?
Son tartışma birçok açıdan sıkıntılı. Yine de genel bir değerlendirme bağlamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları bizim için yol gösterici olabilir.
Bu konuda AİHM’nin iki önemli kararı var. Biri Handyside – Birleşik Krallık Davası, diğeri ise Otto Preminger Institut – Avusturya davası.
Handyside – Birleşik Krallık davasında, Handyside, kitabın muzır bulunduğu gerekçesiyle para cezasına çarptırılması, kitabın toplatılıp imha edilmesi üzerine AİHM’ne dava açmıştır. Divan kararında; “… devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler içinde geçerlidir” diyerek, ifade özgürlüğünün sınırını geniş bir biçimde çizmiştir.
Karikatür tartışması bağlamında AİHM’deki örnek dava Otto Preminger Institut – Avusturya davasıdır. Avusturya’nın bir kasabasında bir sinema salonu, Das Liebeskonzil adlı bir Katolik inancını hicveden bir filmi gösterime sokulmasına karar verilmiştir. Katolik Kilisesinin şikayeti üzerine, savcı, dinsel değerlerin aşağılanması suçunun işleneceği şüphesiyle, filmin gösterilmesinden üç gün önce kovuşturma başlatmış, ulusal mahkeme filme el konulması kararı vermiş ve film hiç gösterilememiştir. Sinema sahibi davayı AİHM’ne götürmüştür.
Mahkeme komisyonu 14/01/1993 tarihli Raporunda, ulusal mahkemenin verdiği kararının AİHS’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
AİHM’si ise 20/09/1994 tarihli kararında, kültürel, siyasal ve sosyal alanda her tür bilginin ve görüşlerin insanlar arasında dolaşımı olanağının temin edilmesi vurgusunu yapmış ve filmlere el koyma işleminin, ifade özgürlüğüne bir müdahale olduğunu saptamıştır, (43. parag.). Ancak yine mahkeme, Komisyonun tersine, bu dava özelinde filmlere el konulmasının sözleşmenin 10. maddesini ihlal etmediği kararını vermiştir (56. parag.). Mahkeme haklı bir tespit ile dava içeriğiyle karar arasında direk bir ilişki kurmakta ve bu durumu ilerleyen paragraflarda açıklamaktadır.
Mahkeme, “... ifade özgürlüğü hakkını kullanacak olanlar bunu ödevler ve sorumluluklarla birlikte kullanmak durumundadırlar. Bunlar arasında, dinsel görüşler ve inançlar bağlamı da meşru biçimde bazı yükümlülüklerin getirilmesine yol açabilir. Örneğin, kullanılan ifade mümkün olduğu ölçüde, başkalarını küçültücü ve dolayısıyla onların haklarını ihlal eder nitelikte olmamalıdır. (49. parag.)”. der. Ve burada ulusal makamlara, ifade özgürlüğüne müdahale marjı bırakmaktadır.
Bu kararda önemli nokta mahkemenin bir tarafta düşüncenin yayılması, ilgili kişilerin bu düşünceleri bilme ve öğrenme hakkını diğer tarafta başkalarının düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne ve inançlara saygı gösterilmesini değerlendirmiş olmasıdır. Yani bir tür denge arayışı söz konusudur. Mahkeme, “Avusturya mahkemesi, filmi izleyerek, içinde yer alan, Tanrıya, Meryem'e ve İsa'ya ilişkin kışkırtıcı unsurları tespit etmiştir. Avusturya makamları filme el koyma kararını verirken, bölgede dinsel barışı temin etmek ve bazı insanların dinsel inançlarına yönelik haksız saldırıya maruz kaldıkları duygusuna kapılmalarını önlemek için tasarrufta bulunmuştur. Bu noktada ulusal makamlar, o tarihte ve yerde söz konusu veriler ışığında bu tür bir önlemin gerekliliğini değerlendirmekte, uluslararası yargıcı göre daha elverişli bir pozisyondadır. Dolayısıyla bu vakada, Mahkeme, Avusturya makamlarının takdir yetkisini/payını aşmamış oldukları görüşündedir, (56. parag.)”. şeklinde görüş bildirmiştir.
Yukarıda ilki kısa biçimde ikincisi ise daha geniş biçimde ele alınan iki farklı karar durmaktadır. Birinde düşünce ve ifade özgürlüğü en geniş biçimde tanımlanmış, diğerinde ise bir sınır çizilmiştir. Burada sınır çizilen karar, düşünce ve ifade özgürlüğünün toplumsal hassasiyetleri –ki bu kararda dinsel hassasiyete dikkat çekilmiştir- dikkate alarak sınırlanacağı tespiti yapılmıştır.
Leman dergisini duyan var mı?
Son karikatür tartışmasına bu ikinci karar bağlamında yaklaşmak mı gerekmektedir. Sonuçta karikatürde, kullanılan isim bir şahsı mı, yoksa o isim altında bir inanç kesimini mi ima ediyor, bu yoruma açıktır. Ve burada dergiden yapılan açıklamayı ve niyetin, yapılan suçlama olmadığına dair iradeyi duymak gerekiyor.
Leman dergisindeki karikatüre neredeyse organize bir saldırı girişimi, ülkenin içinde olduğu polarizasyonun yansımasıdır. Bu yüzden herkesin kendi özgürlük sınırına dikkat etmesi gerekiyor. Ancak iktidar ve yargı erki üzerinden bir kimliğin, bir hassasiyetin alanının keyfi genişletip, diğerinin alanlarını daraltmak topluma bir kimlik/hassasiyet dayatması olur ki bu da otoriter bir siyasal pratiğin sonucudur.
Bu tartışma bize bir kere daha düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırının, başkasının özgürlüğünün başladığı noktada biter gibi liberal bir tanım değil tersine demokratlığın temeli olan özgürlüğün bir sorumluluk olduğunu kabullenip, özgürlük yorumunu bunun üzerine inşa etmenin önemini gösteriyor
Son krizde, kamuya düşen tepkilerin kontrol altına alınması ve suç isnadı yapılanların temel insan hakları çerçevesinde yargılanmalarıdır. Daha önemlisi Leman dergisinin yaptığı açıklama ve niyetlerini de duymak gerekmektedir.
İlginizi Çekebilir