© Yeni Arayış

Öcalan kim oluyor da bize Sosyalizmi öğretiyor!

Vahşi kapitalizmin otoriter rejimlerle kol kola şaha kalktığı bir dünyada insanlık için büyük ihtiyaç olan özgürlükçü sol sosyalist düşünceyle ilgili güncel/çağdaş küresel tartışmaların Öcalan tarafından kamuoyunun gündemine taşınması, (Kürtlük ve Kürdistan iddiasıyla Türk solunun gündemine girmiş ve üstelik beyazlıktan uzak biri tarafından gerçekleştirilmesinin yol açtığı) üstünlük komplekslerinden uzak durularak, minnettarlıkla karşılanması gereken bir gelişme olarak kabul edilmeli; bu öneri ve tartışmalar aynı zamanda Kürt hareketinin ulusal karakterinden ve gerçekliğinden bağımsız değerlendirilmemelidir.

Beyaz Türk ve Kürt Solunun Öcalan ile Sınavı

"Türkiye’de ‘beyaz solcu’ aydınlar, ‘göbeğini kaşıyan Kürt’ olarak bir aydının veya aktivistin, kendi grubu bağlamında lider/aydın özelliğini ve önemini kabul edebilirler; ancak en güncel veya (çok sevdikleri ifadeyle) ‘çağdaş’ düşünceyi/politikayı ona yakıştırmazlar!

Hele çağdaş olanı aşmak gibi bir ‘hadsizlik’ ya tamamen görmezlikten gelinir ya da asla affedilmez. Örneğin Abdullah Öcalan örneğinde olduğu gibi, Murray Bookchin veya Immanuel Wallerstein gibi düşünürlere göndermeler, post-Marksist liberter düşünce ve reel moderniteyi aşma çabası gibi iddialar görmezlikten gelinir veya ‘haddini bilmez köylü sayıklamaları’ muamelesi yapılır. Mitleri yıkma iddiasındaki muhalif Türk aydınları içinde de bu tavır yaygındır. Çığır açıcı düşünceler üretmek, önemli tezler öne sürmek gibi ‘ayrıcalıklı/mühim işler’e zaten üçüncü dünya aydını olarak kendileri de cüret etmez ama bunların Türkiye bayiliğini yapmanın da ancak Beyaz Türk-Müslüman aydınlarının işi olabileceğini düşünürler." (Bülent Bilmez, Osmanlı Türkiye Demokrasi Tarihi: Demokrasinin Hasta Kökleri, Lejand Yayınları, 2025, s. 36)

Bir buçuk yıl önce bu satırları yazarken ne Öcalan’ın düşünceleri ve yazdıkları bu kadar gündemdeydi, ne de bir gün İstanbul’da yapılacak bir uluslararası konferansta Öcalan’ın metninin okunabileceği ve kamuoyunda bu kadar yer alabileceği düşünülebilirdi.

Siyaset sahnesinin, özellikle kitlesel siyasetin iyice gerilerine veya kıyılarına itilmiş sosyalist düşüncenin bu kadar gündem olması ise asla düşünülemezdi.

Tüm boyutları ve derinliğiyle bilinmese de bugün bunun gerçekleşebilmesinin nedeni, kabul etmeliyiz ki 2024 yılının sonunda başlamış olan ve istikralı bir şekilde devam eden fakat bir türlü adlandırılamayan ‘süreç’ olmuştur.

Bu ‘gündemleşme’ ne sol sosyalist kitlesel mücadelede ne de entelektüel ideolojik tartışmalarda herhangi bir kazanım sonucu elde edilmiş değişim veya dönüşüm sayesinde gerçekleşmiştir. 

‘Kürt sorunu’, ‘barış’ veya iktidarın tercih ettiği kavramsallaştırmayla ‘terörsüz Türkiye’ sürecinin birinci dereceden muhatabı olarak öne çıkan Öcalan’ın, (on yıllardır duymazlıktan gelinen) ‘alternatif demokrasi anlayışı’, ‘demokratik cumhuriyet’ ve ‘demokratik sosyalizm’ önermelerini/tartışmalarını bu süreçte ısrarla öne çıkarması nedeniyle bugün özellikle ‘hangi sosyalizm’ bağlamında konu daha geniş çevrelerin gündemdedir.

Bu yazının konusu, bu tartışmaların içeriği değil; tartışmanın taraflarından biri olan Öcalan ve yoldaşlarının Kürt olmaları gerçekliğinin, bazı sol çevrelerde görülen üstenci tepkilerde oynadığı olası roldür.

Girişte alıntıladığım ve esasen iki yıl öce tamamlanıp bu yılın başında yayınlanan Demokrasinin Hasta Kökleri kitabımda yer alan pasaj, tam da bu olasılıkla ilgiliydi ki bugün ‘çözüm’ veya ‘barış’ tartışmalarında tekrar karşımıza çıkan tepkileri anlamak için yeniden bu meseleyi hatırlatmanın yararlı olacağını düşünüyorum.

Nitekim üst sınıflardan olma, şehirli olma ve ‘Batı eğitimli’ olma gerçekliğinin çakıştığı geniş bir alanda ortaya çıkan ‘beyazlık’ metaforu (Türkler gibi Kürtleri de kapsadığı için) eleştirel ve self-refleksif bakıştan yoksun olan bazı Beyaz Kürt aydınların da aynı ‘Öcalan kim ki!’ tepkisini göstermeleri, konunun karmaşık niteliğini anlamak için önemli bir veridir.

Ancak mevcut tartışmaların ortasında ihtiyaç duyduğum bu hatırlatmanın, Öcalan’ın fikirlerini eleştiren herkesin bu üstün kompleksiyle hareket ettiği anlamına gelmediğini belirtmem gerekiyor. Ancak çoğu zaman fark edilmeden devreye giren derinlerdeki bu kompleksin verilen tepkilerde farklı oranlarda ve biçimlerde rol oynama olasılığının dikkate alınmasının yararlı olacağını düşünüyorum.

Esasen kadim ‘Osmanlı tipi kast sistemi’ üzerine kurulmuş olan modern ‘Osmanlı-Türk tipi kast sistemi’ içinde ‘doğal’ görülen hiyerarşik yapılanmanın sonucu olarak Türk çoğunluk aydını/sosyalistlerinin çoğu zaman farkında olmadan verdikleri tepkilerde bu kompleksin ne kadar ve nasıl rol oynadığını düşünmek, bizzat kendileri için yararlı olacaktır.

Kitapta detaylı ele aldığım karmaşık eşitsizlikler haritasında yer alan kolektif kimlikler düzleminde karşımıza çıkan bu kast sistemine eşlik eden sınıfsal düzlemde, şehirli-köylü/taşralı düzleminde ve küresel Batı-Doğu (veya modern-gelenek) düzleminde yer alan eşitsizlikler eklenince bu konudaki tepkilerin karmaşıklığı daha iyi anlaşılabilir. Diğer yandan, küresel Doğululuk (Orient) ile Türkiye’de Kürtlükle eş anlamlı kullanılan ülkesel Doğululuğun örtüşmesi, bu karmaşıklığa farklı bir boyut katmaktadır.

Her üç düzlemde eşitsizliklerin kolektif düzlemdeki eşitsizlikle nasıl iç içe geçtiğini görmek için Türkiye’de (Kürt aydınları da kapsayan) ‘esmer’ olmanın alt Kürt kastına ait olması gerçekliğini ve buna eşlik eden ‘göbeğini kaşıyan’ köylülük/taşralılık, inşaat işçiliği, gayri medenilik ve benzeri metaforların cesur bir şekilde analizi yeterli olacaktır.

Nitekim üst sınıflardan olma, şehirli olma ve ‘Batı eğitimli’ olma gerçekliğinin çakıştığı geniş bir alanda ortaya çıkan ‘beyazlık’ metaforu (Türkler gibi Kürtleri de kapsadığı için) eleştirel ve self-refleksif bakıştan yoksun olan bazı Beyaz Kürt aydınların da aynı ‘Öcalan kim ki!’ tepkisini göstermeleri, konunun karmaşık niteliğini anlamak için önemli bir veridir.

Beyaz Türk solcuların bu tepkisinde, diğer düzlemlerdeki eşitsizliklerin yanı sıra kast sistemindeki konumlarından kaynaklanan (kitabımda detaylı tartıştığım) ‘egalofobi’ önemli rol oynamaktadır. Ancak dünyada uzun zamandır devam eden sosyalist arayışlar ve bu bağlamda post Marksizm tartışmalarının Türkiye’de Öcalan tarafından gündeme getirilmesine karşı bazı Kürt aydınların sergilediği küçümseyici tavırda belirleyici olan, eşitsizlikler haritasının sınıfsal düzlemindeki konumlanış ve Batı eğitimli ile şehirli olmak da eklemlenmektedir.

Özgürlükçü demokrat ve anarşist liberter düşüncelerden beslenmek yerine, bunlara bulaşıcı hastalık muamelesi yapmak modernist ve bunun sonucu olarak kaçınılmaz olarak Kemalist köklerden kurtulamamak kadar, esasen yirminci yüzyılın elitizm ile malul ve sığlaştırılmış Marksizm-Leninizm kalıplarına da sıkışmakla ilgilidir. Ancak bu yazının konusu, yukarıda belirttiğim gibi, bu sığlaşma, tıkanmışlık veya alternatif arayışlar değil, bu konuda alternatif aramaya cüret edenin bir ‘esmer’ olması durumunda ortaya çıkan ve ‘Öcalan kim ki ondan öğreneceğiz!’ tavrıyla kendini dışa vuran üstünlük kompleksidir.

Esasen dünyada ve Türkiye’de Marksizm ve daha genelde sosyalizm tartışmaları konusunda post modern eleştirilerin yanında postkolonyal ve post-Marksist katkıları da dikkate alan, değişik disiplinlerden literatürün katkısıyla gelişmiş sosyoekonomik ve siyasi analizleri ihmal etmeyen yeni arayışlar çok uzun zamandır dar da olsa önemli bir çevrenin gündemde.

Türkiye’de (ve hatta Rojava deneyimi sayesinde dünyada) bu tartışmaların daha geniş çevrelerce görülmesini ve konuşulmasını sağlayan Öcalan’ın katkısının, her çevreden sosyalist tarafından teslime edilmesi ne kadar gerekliyse, bunları önemseyenlerin de bu katkılara karşı (egalofobik tepkilerden uzak) eleştirileri saygıyla dikkate almaları o kadar gereklidir. Bu sayede gerçekleşecek derinlikli, çok boyutlu ve ezber bozucu tartışmalar, esasen günümüzün büyük ihtiyaçlarından birini oluşturmaktadır.

Vahşi kapitalizmin otoriter rejimlerle kol kola şaha kalktığı bir dünyada insanlık için büyük ihtiyaç olan özgürlükçü sol sosyalist düşünceyle ilgili güncel/çağdaş küresel tartışmaların Öcalan tarafından kamuoyunun gündemine taşınması, (Kürtlük ve Kürdistan iddiasıyla Türk solunun gündemine girmiş ve üstelik beyazlıktan uzak biri tarafından gerçekleştirilmesinin yol açtığı) üstünlük komplekslerinden uzak durularak, minnettarlıkla karşılanması gereken bir gelişme olarak kabul edilmeli; bu öneri ve tartışmalar aynı zamanda Kürt hareketinin ulusal karakterinden ve gerçekliğinden bağımsız değerlendirilmemelidir.

Sonuç olarak, üstenci dil ve tavırdan ısrarla uzak durarak, bu tartışmaları sol içi lafazanlıklardan çıkarıp daha geniş kitlelere mal etmek tüm ülke için daha yaralı olacaktır diye düşünüyorum.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER