© Yeni Arayış

Mutsuzlar ülkesi 

Ya itiraz ederiz, ya da bu mutsuzluk sarmalında yavaş yavaş siliniriz…

Sessiz kalmak, bu düzenin suç ortağı olmaktır. Unutmayalım: Sessizlik yalnızca onay değildir, aynı zamanda geleceğin inşasında aktif bir roldür. Direnmek bazen yüksek sesle bağırmak değil, yerinden kalkmak, yok sayılanı görünür kılmaktır. Ya itiraz ederiz, ya da bu mutsuzluk sarmalında yavaş yavaş siliniriz… Karar bizim, gelecek bizim, hayat bizim…

Siz de fark ediyor musunuz her geçen gün artan ve giderek yayılan mutsuzluk dalgasını? Fark etmemek imkansız. Sokağa adımınızı attığınız anda, karşınıza umutsuz, öfkeli, tahammülsüz insanlar çıkıyor.

Trafikte yükselen korna seslerinden, fiyat etiketlerinin her hafta değiştiği pazarlarda ve marketlerde insanların yüzüne yansıyan umutsuzluğa kadar her yerde bu mutsuzluğu görmek mümkün. Temel gıdaya erişimin zorlaştığı bir ülkede, insanlar alışveriş sepetlerine değil, hayal kırıklıklarına bakıyor. Enflasyon artık sadece bir ekonomik veri değil, doğrudan insan ruhunu ezen bir mutsuzluk aracına dönüşmüş durumda.

Çocuklar bile bu mutsuzluktan nasibini alıyor. Fırsat eşitliğinden uzak, sınav odaklı, ezbere dayalı bir sistemin içinde boğuluyorlar. Çocukluklarının en güzel günlerini yaşayamadıkları gibi kendileri için faydalı olabilecek hiçbir kazanıma da sahip olamıyorlar. Eğitim bir hak değil, ayrıcalık haline gelmiş durumda üstelik.  Anne babalar ise çocuklarına iyi bir gelecek sağlayamamanın yükünü sırtlarında taşıyor. 

Kadın cinayetleri, iş cinayetleri ve ihmallerin arkasında yer alan diğer tüm ölümler… Bunlar yalnızca bireysel suçlar olmayıp siyasi tercihlerin ve görmezden gelmelerin sonucu olarak hayatımızın bir parçası haline gelmiş durumda. 2025 yılının ilk dört ayında 96 kadın cinayeti ve 97 şüpheli kadın ölümü kaydedildi. Sayılardan ibaret olmayan, yaşamayı sonuna kadar hak eden 193 kadın, siyasi tercihlerin, görmezden gelmelerin sonucunda artık hayatta değiller. 

2025 yılının ilk dört ayında iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı 611. Üstelik 18’i çocuk işçi. Performans baskısı altında ezilen, güvencesiz koşullarda çalışan, emeği değersizleştirilmiş ve nihayetinde hayattan koparılmış canlar. Patronların kazancı her daim önemsenirken, emekçilerin ölümleri bile gündem olamadı çoğu zaman.

Ölümlerin sadece sınıfsal olduğunu düşünmeyin. Bolu- Kartalkaya yangın faciasında ölen 78 canımızın ruhumuza çöken acısı da geçmiş değil henüz. ‘‘Sınıfsal değil’’ diyorum ama otelin yetersiz yangın güvenliği sistemleri, çalışmayan duman dedektörleri, işlevsiz yangın alarmları ve eksik acil çıkış ışıkları can kayıplarının artmasına neden olmuşken otelin sahibi, savcılık ifadesinde sorumluğu mutfak personeline, elektrikçiye ve güvenlik görevlilerine yükledi. Denetlemeyenler değil, denetlenenler sorgulandı. Sınıfsal eşitsizlik, bu kez küllerin arasından görünür hale geldi.

Artık hepimizin bildiği gibi, bu ülkede mutsuz olmak sıradanlaştı. Burada ifade etmeye çalıştığım nedenler ise sadece birkaçı. 

‘‘Siyaset’’ diyerek geçtiğimiz şey, yalnızca seçim zamanlarında verdiğimiz bir karar değil. Aynı zamanda her sabah gözümüzü açtığımızda karşılaştığımız gerçekliğin mimarıdır. Ancak biz çoğu zaman bu mimarideki çatlakları görmezden gelir, kişisel mutsuzluğumuzu özel hayatımızın detaylarına indirgeriz.

Hayır, mutsuzluğumuzun kaynağı biz değiliz. Mutsuzluklarımızın çoğu, bireysel tercihlerimizden değil, sistematik eşitsizliklerin, adaletsizliklerin ve bizi yönetenlerin kararlarının sonucudur.

Bir ülkede eğitim sistemi çürürken, sağlık hizmetleri lüks haline gelirken, adalet gücü elinde tutanın oyuncağına dönüşmüşken insanların mutlu olması beklenemez. 

Çocukların aç uyuduğu, gençlerin hayal kurmaktan vazgeçtiği, kadınların güvende hissetmediği bir toplumda bireysel huzur yalnızca ayrıcalıklı bir azınlığın erişebileceği bir lüks haline gelir.

Bu koşullarda mutsuzluk, bireysel bir ruh hali değil, toplumsal bir sonuçtur.  Ve bu toplumsal sonuç her gün biraz daha içine çekiyor bizi. 

Şimdi, evet hemen şimdi itiraz etmezsek olan bitenlere, bu mutsuzluk içinde yok olup gidecek hayatlarımız.

Bu hikaye burada bitmek zorunda değil. Bize dayatılanı kabul etmeyebilir, kayıtsız kalmamak için elimizden geleni yapabiliriz.

Sessiz kalmak, bu düzenin suç ortağı olmaktır.

Unutmayalım: Sessizlik yalnızca onay değildir, aynı zamanda geleceğin inşasında aktif bir roldür. Direnmek bazen yüksek sesle bağırmak değil, yerinden kalkmak, yok sayılanı görünür kılmaktır. Çünkü kader denilen şey, çoğu zaman itiraz etmeyen kalabalıkların suskunluğunda şekillenir.

Ya itiraz ederiz, ya da bu mutsuzluk sarmalında yavaş yavaş siliniriz…

Karar bizim, gelecek bizim, hayat bizim…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER