© Yeni Arayış

Kural siyasanın bir aracı olabilir ama siyasa değildir

Gazetelere bakılacak olursa, trafik cezaları çok ağırlaştırılacakmış. Başka türlü ifade edecek olursak, kuralları değiştirerek trafiği daha iyi işler hale getireceğiz.

Sadece kural yapmak ya da değiştirmek sorun çözmüyor. Değişikliği öngören siyasalar tasarlamak, geliştirmek ve bunları hayata geçirmek gerekiyor. Şüphesiz siyasa yapımı ve uygulanmasının bir parçası da kuralları değiştirmektir ama sadece kural değiştirmek çoğu zaman bir siyasa oluşturmamaktadır.

İstemediğimiz veya onaylamadığımız davranışlar karşısında ilk aklımıza gelen yasalarda değişiklik yapmak, yapılan iş cezalık ise cezayı arttırmak, zorluk yaratan bir konu ile karşı karşıya isek, zorluk konusunu yasal zorunluluk olmaktan çıkarmak. Aslında siyasa konusu olması gereken konuları yasal düzenleme konusuna indirgiyor, bilahare yasalarda değişiklik yaparak da, çözüm için gereğini yerine getirdiğimizi düşünüyoruz. İsterseniz önce zorluk konusunu yasal zorunluluk olmaktan çıkarmaktan, daha doğrusu hafifletmekten bir örnek vererek tartışmamıza başlayayım.

İdari görevde bulunduğum sırada, muhtelif aralıklarla Ankara’da YÖK’ün düzenlediği rektörler toplantısına gidiyordum. Bu toplantılarda özellikle taşra üniversitelerinin rektörlerinin sık sık dile getirdikleri sorun, araştırma görevlilerinin terfi için almak zorunda oldukları yabancı dil puanıydı. O dönemde üniversitede görev yapacaklar için ayrı bir dil sınavı ihdas olunmuştu ve yabancı dil yeterliliğini kazanmak için 70 puan almak gerekiyordu. Aslında, kişinin yabancı dilde yayın yapacak kadar evrensel kullanımı olan bir dile vakıf olması için bu puan yeterli değildi ama sanıyorum bu puana erişen bir araştırma görevlisi bir ihtimal yabancı dilde okuduğunu anlayabilecek seviyeye gelmiş oluyordu. Taşralı rektörlerimiz ısrarla merkezden uzak, zor koşullar altına görev yaptıklarını belirterek, bu koşullar altında araştırma görevlilerinin de yabancı dil bilgilerini geliştirmek için imkan bulamadıklarını, dolayısıyla puanın 50’ye düşürülmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. Böylece kural değiştirilerek, araştırma görevlilerinin yabancı dil bilme koşulunu yerine getirmeleri sağlanmış, yani zorluk aşılmış olacaktı. Hiçbir rektörün, bu çocuklar taşrada iyi yabancı dil öğrenemiyorlar, bunların yabancı dilde ilerlemesini sağlamak için bir program yapmak lazım, mesela yazın merkezlerde yabancı dil kursları açalım ya da bu çocukları belirli süreler yurt dışında göndererek dil bilgilerini güçlendirmeye çalışalım, yani bu sorunu aşmak için bir siyasa oluşturalım dediğini hatırlamıyorum. Kuralı değiştirerek sorunu sorun olmaktan çıkaracaklarını düşünüyorlardı. Halbuki sorun araştırma görevlilerinin bir yabancı dile vakıf olması sorunu idi, puan düşürmekle gençlerin yabancı dil bilgisi artmıyordu.

İlk örneği kendi mesleğimden verdim ama aslında her gün gazetelerde hepimizin gördüğü örnekler var. Sabah gazetesini açıp da, ikinci ve çoğu zaman da üçüncü sayfaya baktığınız zaman karşınıza bol miktarda cinayet haberleri çıkıyor. Bunların her türlüsü var ama en tipik olanları boşanma aşamasında olan bir çiftin ayrı yaşaması sırasında konuşmak üzere buluşması, bilahare erkeğin şu veya bu sebeple kızarak silahını karısının üzerine boşaltması ya da zavallı kadını bıçakla delik deşik etmesi. Sonrası değişik olabiliyor. Kimi silahın bir kısmını karısının üzerine boşalttıktan sonra, geri kalanı ile kendi canını almaya çalışıyor.  Kimi karısının silahla ya da bıçaklanarak öldüğünden emin olduktan sonra polise telefon edip teslim oluyor. Tabii, cinayet işledikten sonra kaçmayı deneyenler de var, fakat genellikle pek de uzun olmayan bir sürede yakalanıyorlar. 

Cinayetlerde varyasyonlar kolay bitmiyor. Mesela kimi katil, kızlarının yanında olan, hatta onu korumaya çalışan anne, baba, kardeş gibi kişilerin de canına kıyabiliyor. Hatta aradığı kadını evde bulamazsa, eski eşinin önüne çıkan yakınlarını da “temizleyebiliyor.” Bazen, boşanmış bir kadın başka bir erkekle arkadaşlık etmeye başlamışsa, nişanlanmış ya da evlenmişse, bu defa eski kocanın kurbanları arasında kadının yanına yeni erkek de eklenebiliyor. Çocukların paylaşılamaması, babaya gösterilmemesi de ayrı bir cinayet sebebi. 

Eski ya da ayrılmakta oldukları kocalarından kurtulmak için polise başvuran kadınlar da var. Bu durumda sık sık eski kocanın uzaklaştırılmasına, kadını rahatsız etmemesine karar veriliyor.  Eğer kararın ihlali söz konusu olursa, polise haber vereceksiniz, o da gereğini yapacak. Bu durumda bir cinayet işlenmesi halinde, gazete okuyan vatandaşlarımız kusuru poliste de bulabiliyor. Kimsenin aklına bu kadar çok, hatta binlerce olay karşısında, sınırlı sayıda polis ne yapsın, hangisini korusun demek gelmiyor. 

Bu olaylar karşısında ne gibi tedbir alalım dediğimiz zaman, çoğu kimse cezaların yeterince ağır olmadığını, polisin görevini iyi yapmadığın filan ileri sürüyor. Anlaşılıyor ki, eğer cezaları ağırlaştırırsak, her şikayet edenin yanına da bir polis takarsak sorunu halledeceğiz diye düşünülüyor. Her dertliye bir koruma tahsis etmek gibi imkan dışı olan çözümleri bir yana bırakalım ama cezalandırma korkusunun davranışları etkileyeceğini, cinayetleri azaltacağını düşünüyorsak, muhtemelen yanılıyoruz. Bu cinayetleri işleyen kişilerin, ben kadını öldürürsem veya yaralarsam şu kadar ceza alırım, nasıl olsa cezalar ağır değil, yargı da cezaları genelde alt sınırdan veriyor, kısa zamanda kurtulurum diye bir hesap yaptıklarını hiç sanmıyorum. Cezaları arttırsak da olayları azaltamayız çünkü suçu işleyenler bu işin muhakemesini yapıp, cezalar artarsa eylemlerinden vazgeçecek değiller. Cezası ne olursa olsun suçu işliyorlar, suçu işlerken de cezası ne olur diye düşünmüyorlar. Dolayısıyla, cezaları ağırlaştırmak, yani kuralları değiştirmek soruna bir çözüm oluşturmuyor. Suçun işlenmemesini güçlendirecek bir siyasa geliştirilmesi gerekiyor. 

Gazetelere bakılacak olursa, trafik cezaları çok ağırlaştırılacakmış. Başka türlü ifade edecek olursak, kuralları değiştirerek trafiği daha iyi işler hale getireceğiz. Cinayetlerden farklı olarak, araba kullanan kişilerin genellikle bazı şeyleri yapmamaları gerektiğini bilmelerine rağmen yaptıklarını söyleyebiliriz. O zaman cezaları ağırlaştırırsak, insanların kurallara daha sıkıca riayet etmesini sağlayabiliriz diye düşünmek mümkün.

Üzücü olaylar, erkeklerimizin bir çoğunun boşanan veya boşanmış olan kadınların hala “kendilerine ait” olduğunu ve başkalarına “yar olmamaları” gerektiğini düşünmelerinden ya da barışma isteklerine olumsuz cevap verilmesini gururlarının kabul edemeyeceği bir mahcubiyet olarak görmelerinden kaynaklanıyor.  Eğer teşhislerim doğruysa, o zaman erkeklerin zihniyet yapısını değiştirecek siyasalar geliştirmek gerekiyor. Örneğin, ilk okuldan itibaren eğitimin içeriğinde evliliğin iki kişinin rızasına bağlı olduğu, iki tarafın da hukuk bağını sona erdirebileceği, ilişki sona erecek olursa, tarafların birbiri üzerinde hak iddia edemeyeceği konuları geniş biçimde işlenerek geleneksel kalıpların zayıflatılmasına çalışılabilir. Evlenecek olanların hafta sonu kısa kurslarla bilgilendirilmesi düşünülebilir. İsterseniz, ben konuyu iyi bilmeden çareler önermeye devam etmeyeyim, sadece konunun bir program çerçevesinde ele alınması gerektiğini, bu konuda bir siyasa oluşturulması gerektiğini vurgulayayım. 

Evlilikteki sorunlardan kaynaklanan cinayetlerle ilgilenelim derken, trafik sorunlarını da unutmayalım. Bendeniz ehliyetimi Birleşik Amerika’da aldım. Ehliyet almadan devam ettiğim kurslarda bize sürekli olarak aşılanan düşünce “emniyetli” araba kullanmaktı. Bize kendi canımız, arabamız (yani malımız) ama daha da önemli olarak araba kullanan veya yolda yürüyen başkalarının canı ve malı emanet ediliyordu. Büyük sorumluluk taşıyorduk. Dolayısıyla, daime ihtiyatlı olmamız, her türlü tehlike yaratacak durumdan kaçınmamız gerekiyordu. Direksiyon cambazlığı, mekanik olarak “iyi araba kullanmak” önemli değildi. Kişi araba kullanarak zaten zamanla daha iyi kullanmayı öğreniyordu, tabiri caizse, ustalaşıyordu. Esas olan doğru araba kullanma “zihniyetini” benimsemiş olmanızdı. Ehliyet sınavı da aynı minval üzerinden yapılıyordu. Örneğin, yol bomboş olsa bile, bir “DUR” levhasına gelseniz, aracını tamamen durdurmanız gerekiyordu, yol boş diye yavaşlayıp, sağa sola bakarak durmadan ilerlemeniz başarısız olma nedeniydi.

Gazetelere bakılacak olursa, trafik cezaları çok ağırlaştırılacakmış. Başka türlü ifade edecek olursak, kuralları değiştirerek trafiği daha iyi işler hale getireceğiz. Cinayetlerden farklı olarak, araba kullanan kişilerin genellikle bazı şeyleri yapmamaları gerektiğini bilmelerine rağmen yaptıklarını söyleyebiliriz. O zaman cezaları ağırlaştırırsak, insanların kurallara daha sıkıca riayet etmesini sağlayabiliriz diye düşünmek mümkün. Yine de iki şeyi eklemek isterim. İlkin, birçok sürücü aslında yaptıkları bazı hareketlerin herkesin hayatını tehlikeye atıcı ve kaçınılması gereken, kurallara da aykırı davranışlar olduğunu bilmiyorlar. İkinci olarak, arabayı kullanmak için gereken “doğru zihniyete” sahip değiller. Tabii, burada doğru zihniyetten kastettiğim, kendi canınızın ve malınızın ve diğer insanların malının ve canının size emanet edildiği ve aracı bu gerçeği hatırlayarak, yani yoldaki herkesin selametini düşünerek kullanmanızın gerektiğidir. Bu söylediklerim kural işinden ziyade zihniyetle ilgili olduğundan, zihniyeti şekillendirecek bir siyasa izlenmesi gerektiğinin idraki gerekiyor.  Böyle bir siyasada eğitimin önemli bir yeri olacağı kesindir ama bunun nasıl yapılacağına uzmanların karar vermesi doğru olacaktır.

Sadece kural yapmak ya da değiştirmek sorun çözmüyor. Değişikliği öngören siyasalar tasarlamak, geliştirmek ve bunları hayata geçirmek gerekiyor. Şüphesiz siyasa yapımı ve uygulanmasının bir parçası da kuralları değiştirmektir ama sadece kural değiştirmek çoğu zaman bir siyasa oluşturmamaktadır.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER