Kısıtlayıcı güçler: Esen-Özpek tartışmasına neler ekleyebiliriz?
SİYASETErdoğan ve Bahçeli’nin ortak noktası, yöntemlerin dönüştürülebilir olduğunu bilmeleri. Onlar, bu yöntemleri tanımlayan aktör olmak istiyor.
İmamoğlu’nu çok da zorlanmadan hapse attıktan sonra iki buçuk kısıtlayıcı güç olduğunu ifade etmiştim: halkın alanlara ve araçlara sarılması, muhalefetin teftiş ederek iktidar araçlarına hücum etmesi, piyasaların bu ikisini takipte zorlanması. Eğer kayyum ve butlan ihtimali yeniden doğuyorsa, anlamamız gereken şey bu üçünün kısıtlanmasında azalmaya gidilmesi. Eğer hükümet İmamoğlu’nu hapse attığı hızla kayyum atayamıyor ancak butlan kararı peşinde koşuyorsa, demek ki kısıtlayıcı güçlerin varlığının ve çalışma şeklinin yeniden hayata geçirilmesi gerekiyor.
26 Mayıs’ta Daktilo1984 YouTube kanalında Melis Konakçı'nın moderatörlüğünde Dr. Berk Esen, Dr. Burak Bilgehan Özpek ve İlkan Dalkuç’un, Erdoğan’ın son hamleleri ve parlamenter sisteme dönüş ihtimali üzerine zıt görüşlerini beyan ettikleri bir tartışmayı izledik. Tartışmanın hem siyasi analiz düzeyi hem de üslubu takdire şayandı. Bu tartışma üzerine, 30 Haziran’a giderken iktidar ve direniş üzerine notlar düşüp, CHP’nin yapabileceklerini yazmak istiyorum.
Öncelikle görüşleri özetleyelim:
Burak Bilgehan Özpek: Elitler arası müzakereyi ve Erdoğan’ın İmamoğlu’nu hapse atmasından sonra artık iktidarın içindeki MHP gibi aktörlerin kendi çıkarları adına iktidarı kısıtlamak ve kendi varlıklarını devam ettirebilmek için parlamenter sisteme geçiş müzakereleri yaptığını savunuyordu. Bilgehan Hoca’nın savunusunda AKP ve MHP’nin sürekli birlikte düşünen aktörler olmadığına ve egemen otoriterliğin iktidar partnerlerinin varlıklarına da bir tehdit oluştuğunu düşünüyorum. Bilgehan Hoca siyaseti elit aktörlerin çıkarları ve bu çıkarlar doğrultusunda olası çıkış stratejileri ve pazarlıklarını ortaya koyan bir perspektifte.
Berk Esen: Esen’in durduğu nokta ise 19 Mart öncesi Erdoğan’ın iktidarını seçim yoluyla İmamoğlu’na kaybedeceğini anlayıp köşeye sıkışması, Erdoğan’ın hegemonik otoriterliğe doğru bir dümen kırması, MHP’nin ayrı bir aktör olarak bu sürece eklemlenmek istemek dışında pek bir kısıtlayıcı güç unsuru olmaması ve halk tepkisinin Erdoğan karşısındaki en kısıtlayıcı güç olduğunu, bunun da finans ve ekonomi çevrelerini dahil ettiğini belirten bir pozisyondaydı. Bilgehan Hoca’ya göre Erdoğan’ın İmamoğlu’nu hapse attırması Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmış ve iktidar bloğunda çatlaklar yaratmışken CHP’nin Bahçeli’yle bir elitler arası müzakereye oturması gerekiyor. Berk Hoca’ya göreyse CHP süreci halkla daha çok eklemlenerek yürütmek zorunda, ne MHP’nin iktidar içerisinde böyle bir rolü, ne de elitler arasına sıkışan bir müzakerenin güvenilir bir işlevi olacak.
Analitik çerçeveleri dışında, iki hoca da Erdoğan’ın kullandığı usullere dikkat çekiyorlar, Erdoğan’ın gücü paylaşmamak ve yetkisini korumak için kullandığı yöntemler: Anayasa değişikliği, MHP’nin tartışma kapatıcı rolü, rejimi güçlendirmek, parlamenter sistemle daha çok aktörü iktidar bloğunda tatmin etmek, ahbap-çavuş kapitalizmini güçlendirmek, belediye kaynaklarını ele geçirmek, kayyumlar atamak, yargıyı siyasallaştırmak vb. Bu yazıda hocaların açtığı gedikten farklı bir argümanla, onların değinmediğini düşündüğüm, İlkan Dalkuç’un programda daha çok değindiğini düşündüğüm bir çerçeveden gireceğim.
Erdoğan ve Bahçeli’nin ortak noktası, yöntemlerin dönüştürülebilir olduğunu bilmeleri. Onlar, bu yöntemleri tanımlayan aktör olmak istiyor. Bu nedenle çözüm süreci, anayasa değişikliği, savaş ve barış gibi karmaşık süreçlerin adını koyduklarında rejim adına yeni dönemler başlıyor. Erdoğan genellikle toplumsal iktidarı ele geçirmeye yönelik adımlar atar. Bahçeli ise “derin devlet aklı” imajını kullanarak karmaşık süreçleri sadeleştiren ve yeni araçlara dönüştüren bir figür.
Kısıtlayıcı Güçler ve Toplumsal İktidar
Birkaç anahtar kavramım var: toplumsal iktidar, görünürlük, güç (görünürlük yoluyla toplumsal varlık), kısıtlayıcılık, araçlar ve alanlar. Bunların hepsini birbirine bağlayan bir pratik var: kontrol.
Michel Foucault’nun iktidar teorisinden ve “görünürlük olarak güç” çerçevemden yola çıkarak şu analitik çerçeveyi önermek istiyorum:
• Cumhurbaşkanı toplumsal iktidarı ele geçirmek istiyor ve bireysel düzenini devam ettirebilmek için aslında bunu ilerletmek zorunda hissediyor. Ortadaki müşkül durum seçimleri, rekabetçiliği çoktan aşmış durumda.Hegemonik otoriterliği “hegemonik” yapan şey, sadece elit siyasetinin araçlarını dizayn etmesi değil. Topluma sirayet etmesi. 19 Mart’taki anlık reaksiyon bir süre toplumsal direnişe (yani daha uzun süreli toplumsal müzakereye) dönüştü. Şu an bir parça potansiyel direniş olarak devam ediyor. İktidar bunun kurumsal liderini, CHP’yi ortadan kaldırarak topluma sirayet etmeye devam etmek istiyor ki protestoların bittiği sıralarda içişleri bakanının trafik gözetlemelerini, sağlık bakanının boy-kilo ve doğum şekli müdahalelerini, medya kontrolünün artmasını, emniyetin gözaltıları videolar eşliğinde yapması gibi disipline ve teftiş edici iktidar pratiklerinin hükümet kanadında arttığını gördük. Bu pratikleri farklı araçlarla protestolar esnasında halk ve CHP iktidara karşı yaptığında iktidar duraksamak zorunda kalmıştı.
• İktidar, bedenlere ulaşan, onlar hakkında söz söyleyen, bilgi üreten ve bilgi üretme biçimlerini belirleyen bir yapıdır. Eğer bu disiplin ve kontrol araçlarını tek elde toplarsanız, egemen siz olursunuz. Erdoğan’ın otoriterleşmesinin tek sınırı işte bu kısıtlayıcı güçler.
• Kısıtlayıcı güçler, denge ve denetleme mekanizmalarından farklı. Kısıtlayıcı bir güç, araçları iktidarın elinde olmayan, teftiş eden ve iktidarın aksiyonlarını kontrol eden, kontrol ettiğini gösteren aktörlerdir: ekonomi, piyasa, halk, bazı elitler, normlar, uluslararası sistem, dış ülkeler vb.
• Bu güçler arasında ayakta kalabilmek için siyaseti ve oyun sahasını yeniden tanımlamanız gerekir.
• İktidarın araçları, bireylerin bedenleri üzerinde söz söyleme kapasitesi bulunan her alandadır: sağlık, spor, trafik, yüz tanıma sistemleri, medya, eğitim vb.
• Erdoğan şu anda toplumsal iktidarın boşluklarını kendi izleğiyle dolduruyor. Bu iktidarı biyopolitik, gözetleyici, disipline edici ve medya araçlarıyla kontrol ediyor.
• Neyin, kimin ve hangi görüşlerin görünür olacağını – yani toplumsal olarak var olacağını – Erdoğan belirliyor.
• Erdoğan’ı bir hamleden alıkoyan iki temel faktör var: (1) araçları kontrol edememesi, (2) kısıtlayıcı güçlerin yeni araçlar üretmesi.
Toplum sokağa çıktığında Erdoğan’ı kısıtlayan şey, toplumun yeni iktidar araçları yaratabilmesiydi. Sokakların Türk bayraklarıyla kaplanması, halktan gelen boykotların stratejik etkisi ve CHP’nin bu süreçte devlet kaynaklarını teftiş etmesi gibi eylemler, onları kısıtlayıcı güç haline getirmişti.
Ancak zamanla bu direnişin teftiş edici araçları saf dışı kaldı. Boykotlar bitti, sokaklar eski hâline döndü. Bu durum, Erdoğan’ın toplumsal rıza ürettiği anlamına gelmiyor. Toplum hâlâ öfkeli ve direnmeye hazır; ancak bu öfke, bir toplumsal iktidar aracına dönüşemiyor.
Toplumsal iktidar araçları bilgi, yaşam tarzı, yeni benlikler ve alanlar üretir. Siyasal iktidarın üniversitelere bu kadar önem vermesinin nedeni de budur. Bu araçları kendi denetimine almak ister.
Örneğin ODTÜ kampüsüne girdiğinizde öğrencilerin kampüs dışındakilere kıyasla daha farklı davrandığını, sürekli müzakere ettiğini, stratejik düşündüğünü ve elit siyasetini aşan biçimlerde siyaset yaptığını gözlemlersiniz. Kantin fiyatlarının dış dünyaya göre daha ucuz olması, kampüsü ekonomik olarak da ayırır. Orada hâlâ Türk Lirası'nın bir değeri vardır. Politik bilinci sağ-sol kavgasını aşmış, arkadaşlarını bekleyen, ama hâlâ eğlenebilen mühendislik öğrencileriyle karşılaşırsınız.
Bu yüzden hükümet ODTÜ’ye, dışarıdan bakıldığında anlamsız görünen bir şekilde, polisle müdahale etti. Çünkü ODTÜ hâlâ araçları devlet tarafından ele geçirilememiş bir toplumsal iktidar alanı. ODTÜ benlik üretebiliyor. İktidar bu benliği doğrudan kontrol edemiyor, ancak kayyum rektörler yoluyla dolaylı kontrol kurmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın Yöntemleri ve Muhalefetin Hataları
Erdoğan, yeni enstrümanlar yaratabilen; yetki ve iktidar aygıtları inşa edebilen; normalde iktidar aracı gibi görünmeyen her şeyi bu amaca dönüştürebilen bir siyasetçi. Yöntemlerin sabit olmadığını bilir. Bu yüzden yirmi üç yıldır hayatımızın her alanına nüfuz etmiş durumda.
Bir dönem anayasa yapımı bir yöntem olurken, 2023 boyunca anayasanın ve Anayasa Mahkemesi’nin çiğnenmesi başka bir iktidar aracına dönüştü. Bu süreçte MHP gibi aktörlerle kurduğu ittifaklar, Erdoğan’ın iktidarını pekiştirdi. Burak Bilgehan Hoca’nın haklı olduğu nokta, MHP’nin bu kez de parlamenter sistemi Erdoğan lehine bir araca dönüştürmek isteyebileceğiydi. Haksız olduğu nokta ise bu süreçten işlevsel bir müzakere alanı doğabileceği varsayımı. Bilgehan Hoca’ya göre İmamoğlu’nun içeri alınması, Erdoğan’ın açtığı alanların muhalefet tarafından sahiplenilmesiyle ilgiliydi. Bu yoruma katılıyorum. Ancak burada kritik bir nokta var: Mevcut araçları sahiplenmek, aslında kontrol kaybına yol açar. Muhalefet, Erdoğan’ın dönüştürdüğü araçları devralmak yerine, kendi araçlarını yaratmalı ve bunların kontrolünü elinde tutmalı.
Erdoğan ve Bahçeli’nin ortak noktası, yöntemlerin dönüştürülebilir olduğunu bilmeleri. Onlar, bu yöntemleri tanımlayan aktör olmak istiyor. Bu nedenle çözüm süreci, anayasa değişikliği, savaş ve barış gibi karmaşık süreçlerin adını koyduklarında rejim adına yeni dönemler başlıyor.Erdoğan genellikle toplumsal iktidarı ele geçirmeye yönelik adımlar atar. Bahçeli ise “derin devlet aklı” imajını kullanarak karmaşık süreçleri sadeleştiren ve yeni araçlara dönüştüren bir figür.
Örneğin çözüm süreci sırasında parlamento ve anayasa, rejim aracı hâline geldi. Bahçeli, Savcı Gürlek’in rolüne itiraz ettiğinde “sürecin bir an önce sonlanması” çağrısı yaparak yine bu işlevini sürdürdü. Karmaşayı sonlandırıcı, süreçleri isimlendirici ve paketleyici bir rol üstleniyor. Onu bireyden siyasi figüre yükselten şey bu işlev. Erdoğan ve Bahçeli, yöntemlerin demokratik mahiyetini değil; iktidar aracına dönüştürülebilirliğini önemsiyor.
Erdoğan sadece seçim kaybetme kaygısıyla (rekabet hissiyle) İmamoğlu’nu hapse atmadı, hapse atmayı seçtiği an önünde kısıtlayıcı güçlerin yokluğuyla ilgiliydi: Dış ilişkilerde hareket alanı, ekonomi, halkın tepkisi, muhalefetin yöntem bulma kabiliyeti Erdoğan’ın önündeki potansiyel kısıtlayıcı güçlerdi.
Kısıtlayıcı Güçler
Esen ve Özpek’in bir diğer tartışma sebebi aslında savundukları argümanların “Burada ne olması lazım gelir?” (onto-etik) sorusuna verecekleri cevaptı. Her akademik ve kamusal tartışma, meseleyi kavrama biçimimizden neşet, atacağımız adımları ve sorumlu tutacağımız insanları belirler. “Neler oluyor, MHP’nin davranışını nasıl bilebiliriz ve CHP ne yapmalı?” soruları bir paket hâlinde tartışmanın kaçınılmaz olarak ana motifiydi. Eğer Bilgehan Hoca’nın başlangıçtaki argümanına ikna olursanız elit müzakeresine eğilirsiniz, eğer Berk Hoca’nın argümanına ikna olursanız halk hareketine ağırlık verirsiniz. Ancak Bilgehan Hoca’nın argümanının gelişim noktasını tamamen göz ardı ederseniz bu sefer de elit siyasetinde bocalarsınız. Peki dengeyi nasıl tutturacağız? Bence, denge ve denetleme mekanizmaları ortadaymış gibi davranarak siyasal iktidara direnemeyiz, kısıtlayıcı güçlerin sayısını artırmalıyız. Kısıtlayıcı güçler “İktidar bu hamleyi neden yapmasın ki?” sorusuna vereceğimiz cevapları içerir. Bu da kısıtlayıcı gücün ne olduğunu, araçları ve alanları kontrol etmenin önemini bir kez daha kavramakla mümkün.
Erdoğan bir yöntem (araç ve alan) dönüştürme ustası. Erdoğan önünde denge-denetleme mekanizmalarını değil, iktidar gibi davranan araçlar ve aktörler gördüğünde kısıtlanıyor. Kısıtlayıcı güçler ve Erdoğan’ın kısıtlayıcı olarak algıladığı güçler bu yüzden Erdoğan’ın tercihlerinin seyrini belirliyor.
Erdoğan İmamoğlu’nu hapse atınca mı sıkıştı, yoksa sıkıştığı için mi İmamoğlu’nu hapse attı?
- Erdoğan sadece seçim kaybetme kaygısıyla (rekabet hissiyle) İmamoğlu’nu hapse atmadı, hapse atmayı seçtiği an önünde kısıtlayıcı güçlerin yokluğuyla ilgiliydi: Dış ilişkilerde hareket alanı, ekonomi, halkın tepkisi, muhalefetin yöntem bulma kabiliyeti Erdoğan’ın önündeki potansiyel kısıtlayıcı güçlerdi. Bu güçler Mart ayının ikinci yarısında kısıtlayıcı değillerdi; AB ve ABD’nin Rusya, Suriye ve Göç meselelerinde dönemlik olarak Erdoğan’la iş tutmaları, piyasalardaki kontrol, İmamoğlu’nun Erdoğan’ın network’üyle ilişkilenmesi gibi faktörler durumu mümkün kıldı. Erdoğan belli ki halkın kısıtlayıcı bir güce dönüşmesini beklemiyordu, halk kısıtlayıcı bir güce dönüştükten sonra, yani 26 Mart’tan sonra Erdoğan’ın toplumsal kontrol araçlarını arttırdığını ve CHP’nin elit siyasetine bir süre izin verdiğini gördük. Daha sonra halk evine çekilirken, Erdoğan’ın tekrardan hem elit siyasetine hem de biyopolitikaya döndüğünü gördük. Erdoğan İmamoğlu’nu hapse attığında kendi paydaşlarına ne vaat edeceği konusunda sıkışmadı; halk kısıtlayıcı bir güç olduğunda bir dönem sıkıştı.
- Hocaların dile getirdikleri piyasa-İmamoğlu-Erdoğan ilişkisinin bir kısmı varsayımlara dayansa da mantıklarına güveniyorum ve o noktaya katılıyorum.
- Hükümet kanadında bir aktör olarak devreye giren herkesin mutlaka bir medyası var, bu sayede birer güç oluyorlar ve aygıtlara sahip oluyorlar. Görünürlük aracı yaratıyorlar. Bu da bunlara sahip olamayan aktörleri dışarı itiyor. Kim derdi ki bugün bir savcıyı ve emniyetin siyasi gözaltılarda kamera çekim stratejilerini konuşacağız?
İmamoğlu ekibi hata mı yaptı?
- İmamoğlu’nun içeri atılması Erdoğan’ın siyaset sahnesini kontrol ettiği aktörleri kendi yanına çekerek değil; kendisi aktörler ve alanlar yaratarak Erdoğan’ın iktidarını kısıtlayabilirdi. İmamoğlu ekibi o noktada hata yapıp Erdoğan kanadındaki aktörlerin kimiyle transfer ve pazarlık yaptı. Bilgehan Hoca’yı o noktada kendi çerçevemden bu yüzden haklı buluyorum.
- Erdoğan hegemonik otoriterliğe yeni geçmiyor; Erdoğan toplumsal iktidarı fethetmek suretiyle nüfuzunu her gün genişletiyor ve biz çoğunlukla o hareketleri gündem dağıtma stratejisi olarak kategorize edip atlıyoruz. İtiraz etmek istediğimizde de seküler-muhafazakâr tartışması üzerinden itiraz ediyoruz, bu da müdahaleleri meşrulaştırıyor.
Parlamenter sistem tartışması demokrasi getirir mi?
- Erdoğan için bu saatten sonra geçeceği bir parlamenter sistem Erdoğan’ın daha çok kontrolü haiz olacağı bir enstrüman olabilir: Örneğin CHP’nin başına Kılıçdaroğlu’nun geçirildiği, anayasanın Erdoğan’a daha net yetkiler tanıdığı bir pseudo-parlamenter sistem… Erdoğan için önemli olan yöntemlerin mahiyeti değil, yöntemlerin dönüştürülebilirliği. Eğer bir aktör, bir yöntem ona daha derin kılcal damarları kontrol edebileceği bir alan sağlayacaksa, o usulü uygulamaya koyabilir. Bunu engellemek için Erdoğan’ın kullandığı araçları kontrol etmeniz gerekir: toplumsal iktidar, tabanındaki meşruiyeti, toplumsal iktidarın araçları, toplumsal iktidarın sahaları.
- Muhalefetin, önceki yazılarda ısrar ettiğim üzere, teftiş, kontrol ve halkın stratejik kesimlerine görünmeye geri dönmesi lazım. Muhalefetin söylemi hükümeti teftiş ettiğinde hükümetin köşeye sıkıştığını gördük. Bu teftiş eden tarz kilit bir yöntemdi. Muhalefet bu gücü halkın organize olma kabiliyetini arkasına alarak yapmıştı. Halk muhalefetle müzakere ederken muhalefet de iktidarı teftiş etti, şekillendirdi, kısıtladı.
- Sonuç: CHP’nin elit siyasetinde varlığını koruması (agency sahibi olması) var olan yöntemlere tutunması değil, yeni yöntemler ve araçlar yaratmasına bağlı.
30 Haziran’da Ne Olur? Butlan Çıkar mı?
Bilgehan Hoca’nın aktörlerin çıkarlarını aradığı soru şekli yerine, ben aktörleri kısıtlayan faktörleri aramayı daha doğru buluyorum. İktidarı ilerleten hamlelerde doğru sorunun “Ne çıkar için yapsın?” değil “Neden yapamasın?” olduğunu düşünüyorum: “Erdoğan neden CHP’ye mutlak butlan ve/veya kayyum atamasın, bunu neden yap(a)masın?”
Erdoğan’ın bu işten çıkarını değil, Erdoğan’ın bu işi yapmasının önünde bir engel var mı onu bulmamız gerekiyor. İmamoğlu’nu çok da zorlanmadan hapse attıktan sonra iki buçuk kısıtlayıcı güç olduğunu ifade etmiştim: halkın alanlara ve araçlara sarılması, muhalefetin teftiş ederek iktidar araçlarına hücum etmesi, piyasaların bu ikisini takipte zorlanması. Eğer kayyum ve butlan ihtimali yeniden doğuyorsa, anlamamız gereken şey bu üçünün kısıtlanmasında azalmaya gidilmesi. Eğer hükümet İmamoğlu’nu hapse attığı hızla kayyum atayamıyor ancak butlan kararı peşinde koşuyorsa, demek ki kısıtlayıcı güçlerin varlığının ve çalışma şeklinin yeniden hayata geçirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde 30 Haziran’da siyasal iktidarı ne durdurabilir? Olası bir butlan kararının bize maliyeti ise potansiyel kısıtlayıcı güçlerden ana muhalefet partisinin kaybı olur. Muhalif toplumsal hareketin kitlesel ve kurumsal tek aracı şu ana kadar CHP olageldi, bunu kaybetmek toplumsal hareketi kaybetmenin maalesef en büyük göstergesi olur. Önümüzde toplumun önünde üç seçenek var: İçerleyen toplum (Kılıçdaroğlu siyasetinin yaslandığı arkaplan), reaktif (yalnızca hadiselerde sokağa inen ve zamanla dağılan) toplum ve direniş toplumu (sürekli müzakere eden, birbiriyle konuşan).
İlginizi Çekebilir