Kaosun karşısında, umudun yanında
SİYASETSiyaset, sonuç alma sanatıdır ve bütün umutların odaklandığı hedef, hangi gerekçeyle olursa olsun gerçekleşmemişse o defteri kapatmak, “ervahlığın” gereğidir. “Altın tepsi”de sunulsa dahi geri çevrilmesi beklenir.
Meselenin özü şu ki CHP’yi de hedefine koyan küresel bir oyun oynanıyor ve görünen o ki Türkiye’yi de içine alan bu oyunu sorunsuz oynamak isteyenlerin amacı, CHP’nin etkisizleştirip, “majestelerinin muhalefeti” haline getirmektir. Bugün (30 Haziran 2025) görülecek dava, nasıl seyrederse etsin, söz konusu küresel oyunu bozmak için birlik ve beraberlik şarttır; bu şartı sağlamak için adım atana da lider denir.
CHP’de 606 gündür devam edip giden bir kavga var; tam olarak, neyin kavgası olduğunu bir türlü çözemiyorum. “Bu, neyin kavgası” sorusu zihnimi meşgul ediyor.
Mesele partinin iktidar olması mı, parti de iktidar olmak mı?
Bu soru, beni 12 Eylül öncesi “sol içi iktidar mücadelesi”ne kadar götürdü; izninizle bir anımı anlatacağım.
Olay, Keçiören’de geçiyor. Bölgede farklı güç ve konumda olan çok sayıda devrimci grup var. Can güvenliği sorununun olduğu yerlerde güç ve eylem birliği yapan gruplar, görece rahat olan yerlerdeyse birbirlerine karşı “iktidar” mücadelesi verirlerdi.
Biz de azade değildik bu dilemmadan…
Günlerden bir gün, muhabbetimin iyi olduğu gruplardan birinin konuşlandığı kahveye uğradım. Dediler ki “yaptıkları uygunsuz davranışlar nedeniyle sizinkilerden üç kişiye haddini bildirdik”.
Bu tarz yaptırımların nasıl sonuçlar ürettiğini tecrübe etmiş biri olarak, “keşke haber verseydiniz, biz yapsaydık gereğini” dedim.
Kimisi makuldü, “haklısın” dedi; kimisi, kağıt üzerinde doğru görünen, “yanlış yapan cezasını çeker” sözüne sadık kalmanın inancıyla “yaptık, gene yaparız” şeklinde efelendi.
Canım sıkılmıştı. Bir tarafta aklı selim vardı ve o aklı selim, “incir çekirdeğini doldurmayan bir mevzu üzerine tartışmayı sürdürmenin alemi yok” dedirtiyordu bana; tıpkı oradaki makul insanların düşündüğü gibi…
Diğer tarafta aklıselime direnç gösteren kibir gelip oturmuştu göğüs kafesime. O kibir, “haklı bile olsalar, bizim iktidar alanımıza nasıl girerler” şeklinde kışkırtıyordu beni.
Bir git gel arasında kendi “çöplüğümüze” vardım.
Gördüm ki karşı tarafın, “yaptık, gene yaparız” tayfası yalnız değilmiş. Bu taraftakiler de toplanmış ve gündelik iktidarımızı sarsan bu gruba “haddini bildirmek” gerektiği konusunda gözü dönmüş bir kararlılıkla bekleşiyorlar.
KİBİR, AKLISELİMİ ALT EDERSE…
İçimde ilk sözü, aklıselim aldı; ona uyup, “olmaz” dedim. Üzerlerinde bir otoritem vardı ama o anki durum, bir çeşit ayaklanma olarak tanımlanabilirdi. Olmazlanmak, otoritemi sarsma riskini çoğaltırdı. Tam o an, kibrim devreye girdi; “sen sessiz kal, gerisi gelir” dedi.
Boyun eğdim!
O “sessizlik”, sevimsiz bir sürecin önünü açtı. Çıkan arbedede öbür grubun içinden en sevdiğim arkadaşımın, fiziki bir darbe aldığını öğrendim. Halen her karşılaşmamızda utancımdan yerin dibine girerim.
Sonra 12 Eylül darbesi oldu ve bizi de, onları da, hem fiziki hem de hegemonik söylem olarak yerle bir etti.
Tarih, ders çıkarmak içindir. Ders şu ki kendi aramızda “küçük iktidar alanları oluşturmak” gibi saçma sapan bir çekişmenin sonucudur bugünkü AKP iktidarı.
Demokratik hak ve özgürlükler iğdiş edilmiş, laiklik yıpratılmış, parlamenter sistemin rafa kaldırılmışsa müsebbibi, elbette 12 Eylül darbesidir.
Elini kolunu sallayarak gelen darbeyi görmek ve engel olmak yerine kendimizi yiyip bitirdiğimiz için biz de masum değiliz. “İğneyi kendimize, çuvaldızı 12 Eylülcülere batıralım” derim. Bugün eğer, Türkiye, daha demokratik, laik ve özgürlükçü bir ülke değilse asıl hedefe odaklanmak yerine küçük iktidar odaklarıyla oyalanan bizim payımızı kim yabana atabilir?
Gelelim sadede…
Yıllardır sürüp giden ve sürdükçe demokrasi adına var olan bütün hak ve özgürlükleri rafa kaldıran mevcut iktidarı değiştirmek için ne yapılmalı?
Elbette hedefe odaklanılmalı…
2023’de buna çok yaklaşılmıştı ama kaybedildi.
Simgesel konumda olanlar başta olmak üzere müsebbiplerinin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekmez mi?
Siyaset, sonuç alma sanatıdır ve bütün umutların odaklandığı hedef, hangi gerekçeyle olursa olsun gerçekleşmemişse o defteri kapatmak, “ervahlığın” gereğidir. “Altın tepsi”de sunulsa dahi geri çevrilmesi beklenir.
MAJESTELERİNİN MUHALEFETİ OLMAMAK İÇİN…
Onlardan biridir Kılıçdaroğlu; daha önce de defalarca belirttiğim üzere çok çalıştı ama sonu “Majino Hattı” gibi oldu; yenilgi onun üzerine kaldı. Değil mi ki “hesapsız kasap, ya bıçak kırar ya masat”…
Siyaset, sonuç alma sanatıdır ve bütün umutların odaklandığı hedef, hangi gerekçeyle olursa olsun gerçekleşmemişse o defteri kapatmak, “ervahlığın” gereğidir. “Altın tepsi”de sunulsa dahi geri çevrilmesi beklenir.
Yanı başındakiler kendisine ihanet mi etmiş; aldatmışlar mı kendisini? Bu soruların yanıtı, elbette önemlidir ama artık tarihçilerin işidir. Liderlik, bütün bunları zamanında fark edip, önlem almayı gerektirirdi. Dolayısıyla “her ne arar isen kendinde ara” denmeli ve arınmak için kendine dönülmelidir.
Hiç kuşkusuz, kimse eleştiriden vareste değildir. Çünkü eleştiri, devrimcidir; insanı da, toplumu da geliştirir. Gerçeği görmesine vesile olur. Bununla birlikte, herhangi bir kimsenin inançsal kökenine de atıfta bulunularak, linç edilmesine karşı çıkmak, lider olmanın ön şartıdır. Bu açıdan bakıldığında CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partinin enerjisinin içe dönük mücadelede tüketilmesinin önüne geçmekle mükelleftir. Çünkü daha önce de belirttiğim üzere iyi bir lider, “meseleyi çabuk kavramak, hızla karar vermek, sorumluluğu üstüne almak ve yenilgiden ders çıkarmak” zorundadır.
Gelinen noktada kişilerin günahı olabilir ama kişiler hedefe konularak yol alınamaz.
Meselenin özü şu ki CHP’yi de hedefine koyan küresel bir oyun oynanıyor ve görünen o ki Türkiye’yi de içine alan bu oyunu sorunsuz oynamak isteyenlerin amacı, CHP’nin etkisizleştirip, “majestelerinin muhalefeti” haline getirmektir.
Bugün (30 Haziran 2025) görülecek dava, nasıl seyrederse etsin, söz konusu küresel oyunu bozmak için birlik ve beraberlik şarttır; bu şartı sağlamak için adım atana da lider denir.
Nazım’ın dizeleştirdiği gibi “akarsu gibi umutlu/ ve buğday tanesi gibi cesur” olma zamanı.
Tanıtım ve İmza günü notu: 30 Haziran günü, saat 18.00’de Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yeni çıkan kitabım Şah İsmail’in “Tanıtım ve İmza Günü Etkinliği” gerçekleştirilecek. Ankara’da olacak Ankaralıları ve bir vesileyle Ankara’da bulunan diğer kentlerden yol arkadaşlarımı beklerim.
İlginizi Çekebilir