© Yeni Arayış

Foucault, cezaevi ve Silivri’den keyfi sevkler

Ve geçtiğimiz hafta aralarında Mehmet Murat Çalık ve Elif Atayman’ın olduğu 8 kişinin daha Silivri’den farklı cezaevlerine sevk edildiklerini öğrendik.

En son Mehmet Murat Çalık ve Elif Atayman’ın içinde olduğu 8 kişinin Silivri’den farklı cezaevlerine nakledildiğini öğrendik. Peki neden? Görünen tek neden, tutuklular üzerinde iktidar baskısını hissettirmek ve onları pişman olmaya, konuşmaya zorlamak olduğu açıktır.

Cezaevi dendiğinde aklıma gelen ilk isimlerden birisi kuşkusuz Michel Foucault’dur. O’nun cezaevi üzerine yaptığı okumalar, modern ceza sistemine ve özellikle cezaevine yönelik radikal bir sorgulama niteliği taşır.

1975 yılında yayınlanan eseri “Hapishanenin Doğuşu”, cezaevinin sadece bir cezalandırma aracı değil, modern iktidarın bir kontrol mekanizması olduğunu ortaya koyar. Yine çalışmalarında Foucault, cezalandırmanın tarih içinde geçirdiği dönüşüme işaret eder.

Mesela Ortaçağ, bedeni hedef alan cezalar (işkence, idam, teşhir gibi), günümüzde insanın ruhuna ve davranışlarına yönelmiştir.

Jeremy Bentham tarafından tasarlanan bir hapishane modeli olan Panoptikon, Foucault’ya göre modern toplumun bir metaforudur. Panoptikon, merkezde bir gözetleme kulesi vardır ve tüm mahkumlar, bu kule tarafından her an gözlenebileceklerini düşünürler ama diğer yandan gözlendiklerinden asla emin olamazlar. Bu gözetleme, iktidarın gücünü görünmez ama daha etkili işlemesini sağlar.

Bu açıdan izleme cezaevinin temel bir denetim aracıdır. Kurum, tutuklu hakkında dosya tutar. Psikolojik profili, davranışları, uyumu, itaatsizlikleri vs. dosyalanır. Bunlar tutuklunun zaman içinde ne kadar “düzeldiği” ya da “tehlikeli” olup olmadığına karar vermek için kullanılır. Nitekim şartlı tahliye gibi mahkum lehine olan kararlar bu dosyadaki bilgiler referans alınır.

Bununla birlikte tutuklununun günlük programı, beslenmesi, okuduğu kitaplar, yazdığı mektuplar, sağlığı da bir bütün olarak yaşam tarzı izlenme yoluyla kontrol altına alınır.

***

Bu uzun girişi, son dönemde İBB soruşturmaları kapsamında tutuklananların sonraki süreçte başına gelenler üzerine yazdım.

23 Mart sonrasında farklı dalgalarda tutuklananlar büyük ölçüde Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde farklı bölümlere gönderildi. Ancak takip eden süreçte mesela Necati Özkan Kandıra’ya, Murat Ongun Tekirdağ’a sevk edildi.

Önceki hafta Mehmet Ali Çalışkan’ın İzmir Buca’ya sevk edildiği Haberini aldık.

Ve geçtiğimiz hafta aralarında Mehmet Murat Çalık ve Elif Atayman’ın olduğu 8 kişinin daha Silivri’den farklı cezaevlerine sevk edildiklerini öğrendik.

Sevk nedenlerini, sevk koşullarını tam olarak bilmiyoruz.

Yakınlarının ve avukatlarının paylaşımları üzerine bilgileniyoruz

Mesela @barisatayman sosyal medya paylaşımı şu şekilde; “İpek Elif Atayman'ı Afyonkarahisar'a elleri kelepçeli bir kafesin içinde sadece ekmek, meyve ve suyla 7 saat götürenler, 20+ kişilik koğuşta yerde yatıranlar, …” Gerçekse gerçekten çok acı.

Yine geçmişte kan ve lenf kanseri geçirmiş Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’ın benzer koşullarda İzmir Buca’ya sevk edilmesi.

Bütün bu sevklerin amacının yukarıda çerçevesini çizilen konsepte insanların psikolojik dirençlerini kırarak, itirafçı olmalarını sağlamak olduğunu tahmin etmek güç değil.

Ancak hemen ifade edelim ki bu sevkler, hukuki dayanaktan uzak ve keyfidir.

Nitekim, Çalık’ın avukatları Melih Korhan ve Cihan Ünal, müvekkilleri hakkında uygulanan işlemi hem Anayasa’dan hem de uluslararası sözleşmelerden doğan temel hak ve özgürlükleri ihlal ettiğini ifade ettiler.

Avukatların açıklamasının ilgili bölümleri şöyle;

“1. Anayasa ve Cezaevi İdari İşleyişine Aykırılık

Anayasa’nın 19. maddesi uyarınca kişi hürriyeti ve güvenliği ancak kanunla öngörülen hallerde sınırlandırılabilir. Tutuklunun nakli gibi işlemler, keyfiyete değil hukuka dayanmak zorundadır. Ayrıca 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 53. maddesi uyarınca, hükümlü ve tutukluların sevkinde “yakınlık ilkesi” esas alınmalı; mahkemesi, ailesi ve avukatıyla bağlantısının koparılmaması gözetilmelidir.

Müvekkilin İzmir’e sevki, İstanbul’daki yargılama ve savunma sürecine fiilen engel teşkil etmektedir. Özellikle müvekkilin dosyasına bakan mahkeme ve savcılık makamları İstanbul’da bulunmasına rağmen fiziksel olarak İzmir’e gönderilmesi, savunma hakkını fiilen ortadan kaldırmaktadır.

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi uyarınca herkesin adil yargılanma hakkı bulunmaktadır. AİHM kararlarında, tutukluların uzak cezaevlerine gönderilerek mahkeme, avukat ve aile ilişkilerinin koparılmasının adil yargılanma hakkının ihlali sayıldığı açıkça ifade edilmiştir.

3. Savunma Hakkına Müdahale

Müvekkilimizin avukatların hepsi İstanbul Barosu’na kayıtlı olup, İzmir’e yapılan sevk nedeniyle düzenli ve etkili görüşme imkânı ciddi şekilde kısıtlanmıştır. Bu durum, hem 5271 sayılı CMK’nın 149. ve 154. maddeleri hem de AİHS’in 6. maddesi bakımından açık bir hak ihlalidir. Ayrıca aile bireyleri de İstanbul’da ikamet etmekte olup, ziyaret hakkı fiilen ortadan kalkmıştır.

4. Keyfîlik ve Gerekçesizlik

Sevk işleminin neye dayanarak yapıldığına dair müvekkile ya da avukatına herhangi bir bildirim yapılmamış, gerekçesiz ve savunmasız bir şekilde infaz uygulaması değiştirilmiştir. Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, ceza infazına ilişkin her türlü işlem denetlenebilir ve gerekçeye dayalı olmalıdır.

5. Sağlık Durumu Göz Ardı Edilmiştir

Müvekkilimiz, geçmişte ciddi sağlık sorunları geçirmiş olup, mevcut cezaevi koşulları bu sağlık sorunlarını yeniden tetikleyebilecek niteliktedir. Nitekim müvekkilimiz, 1999 yılında lösemi tanısıyla yaklaşık dokuz ay süren yoğun bir tedavi süreci geçirmiş, bu hastalığı büyük mücadelelerle atlatmıştır. Ancak 2006 yılında bu kez lenfoma hastalığı nüks etmiş ve yeniden tıbbi müdahaleler gerekmiştir. Bu hastalıklar doğası gereği bağışıklık sistemini ciddi şekilde zayıflatmakta, stres, hijyen yetersizliği ve düzensiz ilaç-temas koşulları gibi çevresel faktörlerle kolayca tetiklenebilmektedir.

İzmir’e yapılan sevk işlemi, müvekkilimizin sürekli tedavi, gözlem ve uygun cezaevi şartlarına erişimini fiilen engellemiştir. Sevk edilen ceza infaz kurumunun fiziki şartları ve sağlık hizmetlerine erişim kapasitesi, İstanbul’da bulunduğu kuruma göre daha geridedir. Bu durum, hem yaşam hakkını hem de sağlık hakkını ihlal etmektedir.

Cezaevi idaresinin ve Adalet Bakanlığı’nın sağlık durumu hassas olan tutuklular hakkında özenli değerlendirme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. 5275 sayılı Kanun’un 16. maddesi ve 5271 sayılı CMK’nın 100. maddesi gereğince tutuklamanın devamı ve infazın şekli, kişinin sağlık durumu ile birlikte değerlendirilmelidir. Müvekkilimizin mevcut cezaevi koşullarıyla bağdaşmayan sağlık durumu dikkate alınmaksızın yapılan sevk işlemi, başlı başına bir hak ihlalidir ve derhal geri alınmalıdır.

Sonuç olarak, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturmanın şüphelisi olan müvekkilin, hem adil yargılanma hakkının tesisi hem de müvekkilimizin sağlığının korunması bakımından, bu keyfî ve gerekçesiz sevk işleminin ivedilikle geri alınarak müvekkilin İstanbul’daki ceza infaz kurumuna tekrar nakledilmesidir. Hukuk devleti ilkesi, kişinin hem beden bütünlüğünü hem de savunma hakkını birlikte korumayı gerektirir.”

Çalık üzerinden dile getirilen keyfilik, tutuklular üzerinde iktidar baskısını hissettirmenin ve onları çözmek için kullanılan en somut psikolojik şiddetin pratiklerden birisidir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER