© Yeni Arayış

Düşünmek olarak ‘din’

Dini kaynakları kontrol etme isteğinin arkasında siyasal, sosyal ve idari otoritelerin hakimiyet ve menfaatlerini korumak vardır. Dini kaynakları kontrol etmek isteyen güçler, hiçbir şekilde  sahici bir adalet ve hakikat arayışını desteklememektedirler.

Düşünme, akletme ve eleştirme, insan olmanın olmazsa olmazıdır. İnanma uğruna aklın, düşünmenin ve eleştirmenin feda edilmesi, insani varoluştan vazgeçilmesi anlamına gelmektedir.İnsani varoluşun gerçekleşmesi için bireyin, akılla, bilgiyle, emekle ve yenilenme ile kendisine uygun bir maneviyat  tecrübesi  oluşturması gerekmektedir.

Din, düşünmeye değil, inanmaya dayanan insani bir tecrübedir. Dinler, insan üstü ve ötesi olarak  kurguladıkları  doğmalarına, prensiplerine, kaynaklarına, kurumlarına ve kişilerine şeksiz şüphesiz bir şekilde inanılmasını buyururlar. Bir şeye şeksiz şüphesiz bir şekilde inanmak, düşünmenin ve eleştirel düşünmenin yokluğu ve yasaklanması anlamına gelmektedir.İnanma, aklın, verinin ve düşünmenin yokluğunda bir şeyin doğru olduğunu şeksiz şüphesiz bir şekilde vehmetme anlamına gelmektedir. Şeksiz şüphesiz inanmak ile eleştirel düşünmenin bir arada olması mümkün değildir, çünkü şeksiz şüphesiz bir şekilde inanmak, eleştirel düşünmenin yokluğunu gerektirmektedir.

Kişiler, düşünmenin kendilerini daha iyi dindarlar haline getireceğini kabul etmezler. Birçok kişi, şeksiz şüphesiz ve güçlü bir şekilde iman etmenin  kendilerini daha iyi dindarlar, Hristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar  haline getireceğine inanır.Akılla ve düşünmeyle ispatı mümkün olmayan dini doğmalara imanın, kişileri güçlü  inançlılar haline getireceğine dair  zihinsel çerçeve,  dinlerde çok yaygın ve baskın  olan bir  durumdur.

Dinler, birer anlam arayışı değildir. Dinler, yüzyıllar boyunca değişik zamanlarda ve mekanlarda insanların sosyal, ekonomik, kültürel, eskatolojik,  idari, duygusal ve  siyasal  durumlarına uygun olarak   çok farklı kişiler  ve toplumlar tarafından oluşturulan   hazır kimlik paketleridir. Aileler, toplumlar ve dini kurumlar tarafından doğdukları andan itibaren  kişilere, dinler hazır paketler halinde öğretilir ve empoze edilir. Yüzyıllar boyunca oluşturulan  hazır dini   kimlikler, bireyin kendisini zoraki ve yapay bir şekilde topluma, kültüre ve otoriteye uydurulmasını dayatmasına rağmen, bireyin özgürce ve akıllıca kendisini gerçekleştirmesini engellemektedir.

İnsanlara dini doğmaların  hiçbir şekilde yanlış, hatalı ve eksik olamayacağı öğretilmektedir. Dinlerin gücü,  doktrinlerinin doğruluğundan değil, çok erken yaşlardan itibaren kişilere mutlak kesin doğrular olarak öğretilmesinden gelmektedir. Kişiler, dini doğmaların açık ve kesin hakikatler olduğuna  duygusal, düşünsel ve sosyal düzeylerde  koşullandırılmaktadırlar.

Kişiler, dini doğmaların doğruluğuna inandırılmaktadırlar. Kişiler inandırıldığı için, dini doğmalar hakikat muamelesi görmektedir. Dini doğmaların hakikat muamelesi görmesinin kaynağı, kişilerin inandırılmışlıklarıdır. Siyasal ve dini otoriteler ve kurumlar, dini kaynakların, geleneklerin ve pratiklerin sadece  kendi kontrollerinde olmasını isterler. Dini kaynakları kontrol etme isteğinin arkasında siyasal, sosyal ve idari otoritelerin hakimiyet ve menfaatlerini korumak vardır. Dini kaynakları kontrol etmek isteyen güçler, hiçbir şekilde  sahici bir adalet ve hakikat arayışını desteklememektedirler.

Dini inançlar ve doğmalar, akla değil inanmaya ve inandırılmaya dayanırlar. Kişiler, akla dayanmayan inançlarını  aklileştirmek için  olağanüstü çabalar üretirler, deliller ortaya koyarlar ve kurgular geliştirirler. Dinler tarihi, akla dayanmayan ama aklileştirilen inançların tarihidir. Bir inancın  rasyonelleştirilmesi, onun rasyonel olduğu anlamına gelmemektedir. İnançların ve doğmaların rasyonelleştirilmeye çalışılması, bireyin maneviyat tecrübesini yenilendiği, içerik ve form olarak yeniden yapılandırdığı ve kendi iç dünyasından kaynaklanan özgün anlam dünyaları inşa ettiği  demek değildir.

Bir inancı benimseyen, eleştirel olarak düşünebilir ve akledebilir. Özgür ve eleştirel düşünme, dini doğmatizme rağmen yapılabilir. Eleştirel ve özgür düşünme, dini doğmatizm  kalıbları ve çerçeveleri içinde gerçekleştirilemez.

Dindar insanlar, inanmaya ve inandırılmaya şartlandırılmışlardır, ancak eleştiriden, farklılıktan ve düşünmeden korkarlar. Düşünme, eleştirme ve farklılaşma, dindar insanların inanma ve bilmeme şeklindeki konforlarını bozmaktadır. Düşünme korkusu ve  düşünmeme konforu, dindar zihin yapısının çok önemli özellikleridir. Farklılıkların ve düşünmenin kişiyi dinden çıkarmasından ve  batıl bir yola götürmesinden dindar insanlar çok çekinirler. Doğru ve hak olarak şartlandırıldıkları ve inandırıldıkları dini  doğma çerçevesinde kalmak ve yanlış bir yola sapmamak için dindar insanlar, düşünmemeyi  tercih ederler. Din,  düşünme yerine  korkuyu  öncelikli ve önemli değer haline getirir.Din, düşünmeyi, eleştirmeyi ve akletmeyi  cehennem ve cezalandırılma korkusuyla bastırır. Korku, şeksiz şüphesiz inanmayı en büyük değer  olarak dayatır. İnsanların kontrol edilmesi, yönlendirilmesi ve yönetilmesi için  korkuya ve düşünmemeye dayalı  inandırılmannın sistematik ve sürekli bir şekilde toplumsal ve kültürel yapı içinde sürdürülmesi gerekmektedir.

Düşünme, akletme ve eleştirme, insan olmanın olmazsa olmazıdır. İnanma uğruna aklın, düşünmenin ve eleştirmenin feda edilmesi, insani varoluştan vazgeçilmesi anlamına gelmektedir. İnsani varoluşun gerçekleşmesi için bireyin, akılla, bilgiyle, emekle ve yenilenme ile kendisine uygun bir maneviyat  tecrübesi  oluşturması gerekmektedir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER