© Yeni Arayış

Durun, siz kardeşsiniz…

Kısacası CHP, “kırk katır mı, kırk satır mı?” ikilemiyle karşı karşıya ve ne yazık ki bütün bunlara rağmen Falih Rıfkı Atay’ın dikkat çektiği gibi dün “methettiğini”, bugün “yerden yere vurmak” aymazlığıyla enerjisini içe dönük mücadele ile tüketiyor.

Biz, “hatır kalsın, yol kalmasın” geleneğindeniz. Bu gelenek, kişileri değil, ilkeleri önemser. Bu nedenle CHP’deki taraflara, “durun, siz kardeşsiniz” dememiz gerekiyor.“Harici ve dahili bedbahlar”a karşı koyabilmek; ihtiyaç duyduğumuz özgürlükçü, demokratik ve laik bir Türkiye’yi inşa edebilmek, kardeşliklerini hatırlamakla mümkün olur.

Gezi’de yitirdiklerimizin anısına saygıyla…

Falih Rıfkı Atay, Çankaya’da, şöyle bir tespit yapar:

“Şarklılar için ya 'methiye' ya 'hicviye' vardır. İkbal adamlarını, ya borçlusunuz, baştan ayağa övmeli, ya kinlisiniz, tepeden tırnağa yermelisiniz. Bu türlü yazılarda şairin veya nesircinin hayal ve nüktelerini tatmakla kalırsınız. Fakat adamı tanımazsınız. Şark devlet adamlarının hatıraları da övünmekten veya savunmaktan öte geçmez.”

Ne kadar yerinde bir tespit değil mi?

Hele hele CHP’nin bugünü dikkate alınırsa…

Hatırlayalım; Kılıçdaroğlu’nun muhalefet etme tarzından hoşnut değildi. O Ankara’dan İstanbul’a kadar “hak, hukuk, adalet” için yürümüş; yetinmemiş; iktidardan kopanlardan bir “millet ittifakı” oluşturmuştu. Amacı, iktidarı “yalnızlaştırmak” ve oradan özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye’nin kapısını aralamaktı.

Gerçekleşemedi fakat…

Neden mi?

Çünkü bir hastalık olan “şarkçılık” devreye girdi. 

Nasıl mı?

TARİHTE İZ BIRAKAN BÜTÜN YENİLGİLERİN MÜSEBBİBİ ŞARKÇILIK HASTALIĞIDIR

Az biraz işler yoluna girince, her şey güllük gülistanlıkmış gibi kabul edilmesi gelenektir bizim buralarda. Yürünmesi gereken dar, engebeli, dikenli bütün yollar, insana, tehlikeden arıtılmış, “otoban” gibi görünür. O gelenek, az biraz “başarı” elde etmiş şahsiyetin, kendisini, “dev aynası”nda görmesine neden olur. 

Şah İsmail’in Yavuz, Uzun Hasan’ın Fatih karşısındaki tutumu, tam da böyledir. Çaldıran’a gelen Yavuz’un ateşli silahlarına karşı ateşli silahla çıkmayı korkaklık olarak değerlendiren İsmail’in; öncü birlikleri yenildiği için geri çekilmeyi dahi düşünen Fatih’in üstüne gitmek yerine eğlenceler tertip ederek,  anın zevkini çıkarmayı tercih eden Uzun Hasan’ın ruh hali bir tür “şarkçılıktır”.

Yenilmişlerdi tabi!

Tarih, hayatın gereğini yerine getireni kahramanlaştırır. Çaldıran’da ve Otlukbeli’nde hayatın gereğini ciddiye almayan Şah İsmail ve Uzun Hasan yenilmiş; Yavuz ve Fatih ise zafer kazanan komutan olarak tarihe geçmişti. 

Yenilgi ve zafer kardeştirler; hayatı doğru analiz eden ve doğru sonuçlar çıkaran o zaferin sahibi; her şeyi kendinden menkul sayan ise o yenilginin yetimi olur.

2023, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine de böyle gelmiştik.

O an kadar “iğneyle kazılan kuyu”, az biraz görünür hal alınca, “kuyunun kazılması” bir kenara bırakılmış ve birikenin yeterli olduğu sanrısı, yanılgılar sürecinin de kapısını aralamıştı.

Zaferin belirtilerinin, sürece öncülük edenleri sarhoş ettiğini; mücadelenin gereğini yerine getirmek yerine “dere görülmeden paçalar sıvandığını” görmüştük.

İşi gücü bırakıp kendisine bakanlık yakıştıranlardan seçimin ilk turda biteceği iddiasını seslendirenlere kadar o kadar gürültü çıkarmışlardı ki o sırada cılız da olsa çıkan makul sesler, kendisini duyuracak mecra bulamaz hale gelmiş; işin acı tarafı, içinden geldiği geleneğin yenilgilerle akraba kıldığı Kılıçdaroğlu da makul seslere kulaklarını tıkamıştı.

15 Temmuz Darbesi sonrasında da görmüştük bunu. CHP’siz meydanlara çıkamamış; tehlike atlatıldıktan sonra ise CHP ve Kılıçdaroğlu, tekrar “şeytanlaştırılmak” istenmişti. “Değişen” CHP’nin 31 Mart’ta yarattığı “fırtına” iktidarı sarsınca yeniden gündeme gelen “normalleşme”, iktidarın nefesini toplamasıyla birlikte anormal bir hal almıştı.

DOKTRİNCİLİKTEN DEĞİŞİMCİLİĞE HIZLI GEÇİŞİN NEDENİ DE ŞARKÇILIK HASTALIĞIDIR

Halbuki “yollar” henüz “dikenlerinden temizlenmemiş”; “iğne ile kazılan kuyu” yeterince su biriktirmemişti. O hengame arasında, Kılıçdaroğlu, iletişim stratejisindeki temel hatanın üstünü örtmüş; kendisini övgülere boğan “Kılıçdaroğlu Doktrini” kavramının gölgesi altında “şafak” sayar hale gelmişti.

Sonrasını biliyoruz.

Mesele bir seçim kaybının çok ötesinde idi.

Öncesinde “doktrinci” olanlar, “şark kurnazlığı” ile sonrasında “değişimci” olarak çıktılar karşımıza. Oysa hepimiz yenilmiştik; Kılıçdaroğlu sadece bir simgeydi.

Kılıçdaroğlu da, gereğini yapmak yerine, gecikmiş bir “iç mücadele” için harekete geçmek istemiş; yanında-yöresinde bulunan ve hızla “değişimci” olanların aslında değişimci olmadıklarını anlatmak için boşuna çabalamıştı.

İki nedeni vardı bu boşunalığın… Birincisi, iktidarın değişmesi için varını yoğunu ortaya koyan sıradan insanlar, yenilginin müsebbibi olarak onu görmüşlerdi. İkincisi, “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü hatırlanmıştı.

Haksız da değillerdi…

Bu nedenledir ki İstanbul hariç binbir titizlikle seçilmesini sağladığı delegeler, toplumdaki değişim rüzgarının önünde duramamışlar ve CHP’nin genel başkanını değiştirmişlerdi. Kılıçdaroğlu’nun hesap etmediği bu rüzgârın yol açtığı süreç, iktidarı memnun etmiş ve “normalleşme” çağrısı, bu sırada seslendirilmişti. 

Normalleşilemedi çünkü iktidar, bugüne dek, “Rabbena, hep bana” fikrinden hiç vazgeçmemişti. 

15 Temmuz Darbesi sonrasında da görmüştük bunu. CHP’siz meydanlara çıkamamış; tehlike atlatıldıktan sonra ise CHP ve Kılıçdaroğlu, tekrar “şeytanlaştırılmak” istenmişti. “Değişen” CHP’nin 31 Mart’ta yarattığı “fırtına” iktidarı sarsınca yeniden gündeme gelen “normalleşme”, iktidarın nefesini toplamasıyla birlikte anormal bir hal almıştı.

Nedir o anormallik?

Başını CHP’nin çektiği ve iktidarın kapısına dayanan“fırtına”…

İktidarın hesabına göre bu “fırtına”nın durabilmesi için birbiriyle ilintili iki şartın yerine getirilmesine ihtiyaç var.

38. CHP Kurultayına şaibe bulaştığı iddiası üzerinden, iktidarın, CHP’yi “içerden kuşatıp zayıf düşürmek” ve teslim almak istediğini de görüyoruz. Denilmek isteniyor ki “ya günahıma ortak ol, iki yüzyıla yaklaşan demokratikleşme mücadelesi geleneğini rafa kaldıralım ve Putinvari bir sistemin kurulmasına kaldıraç ol ya da bilinçli olmasa da belediyelere hakim olan ‘kifayetsiz muhterisler’ aracılığıyla gerçekleşen ‘sevimsiz şeyler’ üzerinden seni ‘günah keçisi’ ilan ederim.”

GÜNAHA ORTAK OLMAMANIN DA, GÜNAH KEÇİSİ OLMAMANIN DA YOLU, MÜCADELE ETMEKTEN GEÇER

Bunlardan birincisi anayasa değişikliği teklifiyle Kürtleri yanına almak…

Kolay mı?

Kolay değil; çünkü Öcalan ile mutabık kaldıkları anayasa değişikliğinin bazı önkoşulları var ve o ön koşulları topluma kabul ettirmek zor görünüyor.

Bu zorluğu aşabilmek için CHP’nin desteği şart.

CHP destek verir mi?

Verir ama öne sürdüğü şartlar, iktidarı öfkelendirmiş görünüyor. İktidar da, öfkesini, CHP’li belediyeleri silkeleyerek gösteriyor.

Hakkını verelim; CHP içinde, “yaralanmış iktidarın” yol açacağı tahribatın farkında olan tek aktör, Mansur Yavaş’tı. Yavaş, CHP’nin, henüz seçim kararı alınmamışken, Cumhurbaşkanı adayını belirlemek üzere bir ön seçim kararı alınmasını doğru bulmadığını açıkladı. Yavaş’ın ısrarı, CHP’yi iktidara rest çekmekten alıkoyamadı; iktidar ise “denize düşen yılana sarılır” sözünde olduğu gibi CHP’li belediyeleri hedefe koydu ve gerisi “çorap söküğü gibi” geldi. İmamoğlu başta olmak üzere pek çok belediye başkanını, yolsuzluk ve “kent uzlaşısı” iddiasıyla gözaltına aldı. Gidişat, bu hamlenin, yurt geneline yaygınlaştırılıp sürdürüleceğini gösteriyor.

Bu kadar mı?

Değil elbette…

38. CHP Kurultayına şaibe bulaştığı iddiası üzerinden, iktidarın, CHP’yi “içerden kuşatıp zayıf düşürmek” ve teslim almak istediğini de görüyoruz.

Denilmek isteniyor ki “ya günahıma ortak ol, iki yüzyıla yaklaşan demokratikleşme mücadelesi geleneğini rafa kaldıralım ve Putinvari bir sistemin kurulmasına kaldıraç ol ya da bilinçli olmasa da belediyelere hakim olan ‘kifayetsiz muhterisler’ aracılığıyla gerçekleşen ‘sevimsiz şeyler’ üzerinden seni ‘günah keçisi’ ilan ederim.”

Kısacası CHP, “kırk katır mı, kırk satır mı?” ikilemiyle karşı karşıya ve ne yazık ki bütün bunlara rağmen Falih Rıfkı Atay’ın dikkat çektiği gibi dün “methettiğini”, bugün “yerden yere vurmak” aymazlığıyla enerjisini içe dönük mücadele ile tüketiyor.

Biz, “hatır kalsın, yol kalmasın” geleneğindeniz. Bu gelenek, kişileri değil, ilkeleri önemser. Bu nedenle CHP’deki taraflara, “durun, siz kardeşsiniz” dememiz gerekiyor.

“Harici ve dahili bedbahlar”a karşı koyabilmek; ihtiyaç duyduğumuz özgürlükçü, demokratik ve laik bir Türkiye’yi inşa edebilmek, kardeşliklerini hatırlamakla mümkün olur.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER