Deneme türünün doğuşu - Montaigne'in hikayesi
KÜLTÜR SANATNe zaman okuduğumu hatırlamıyorum ama çok eski değil Montaigne'in denemelerini okumam. Önce eski basım bir nüshası geçti elime. Sayfalarını çevirip ara ara bakar oldum. Sonrasında yeni basımını aldım ve okumalara onunla devam ettim.
Denemeler'' kitabını elinize alıp sayfalarını şöyle bir çevirip içerisinden bir bölüm seçip okuduğunuzda ''evet bunu ben de böyle düşünüyorum'' dediğiniz bir çok metin ile karşılaşırsınız. Hatta insan kendisine şunu bile sorabilir. Hakkımda bunca şeyi nereden biliyor?
Diyelim ki başka bir dönemde yaşıyorsunuz. Mesela 1500 lerin 2. yarısı. Yer Fransa'nın Bordeaux civarı. Rahat bir hayatınız, etrafı ağaçlar ile çevrili şatonuz, onun ilerisinde uzanan üzüm bağlarınız var. Ortaçağ masalı denecek bu evin bir kulesinde kendiniz ve kitaplarınız ile başbaşa kalmak için oluşturduğunuz odanızdasınız. Akşam olmuş, çalışma masanıza oturmuş, gözleriniz pencerenin dışında gökyüzünde, gün batımı sonrasına eşlik eden o lacivert havaya asılı düşünüyorsunuz. Bir yanınızda gecenin karanlığını aydınlatacak mum ışığınız, elinizde mürekkebi hazır kalem, yıllarca okuduktan sonra artık kendi yazılarınızı yazmak istiyorsunuz.
Ama isteğiniz henüz yazılmamışı, kimsenin anlatmadığı şeyleri yazmak. Peki ama ne olsun, nasıl bir yazım dili olsun. Derken ne yazacağınıza karar veriyorsunuz.
Kendinizi...
Ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum ama çok eski değil Montaigne'in denemelerini okumam. Önce eski basım bir nüshası geçti elime. Sayfalarını çevirip ara ara bakar oldum. Sonrasında yeni basımını aldım ve okumalara onunla devam ettim. Deneme türü yazıları seviyorum. Montaigne ise bu türün yaratıcısı. Hatta kitabına verdiği isim de daha sonra bu türün edebi adı olmuş. (''Essayer'' fransızcada denemek anlamına gelen fiildir. Kitabına da buradan hareket ile ''Essais - Denemeler'' adını vermiştir).
Yazdıklarını daha iyi anlamak için onu ve dönemini biraz daha tanımak gerekir. Hikayesi ile beraber aslında yazdıkları daha da ilginç hale gelir.
Montaigne, 1533 yılında Fransa'nın Bordeaux kentinde doğar. Yaşadığı dönemin büyük kısmı ülkenin protestan ve katolikler arasındaki bölünmenin ve iç savaşın olduğu zamanlardır. Bu savaşlar o ölene kadar da devam eder. Babası o dönem için varlıklı denecek birisidir ve doğan çocuğuna iyi bir eğitim vermek hedefindedir. Önce ilginç bir şekilde, belki de fiziksel güç kazanması amacı ile, onu yakın bir köyde süt anneye verir. Kadın onu bir yaşına kadar emzirir. Bu çağdaki bir bebeğin öz annesinden ayrı kalmasından mıdır bilinmez ama Montaigne hayatı boyunca tam olarak annesi ile anlaşamaz. Annesi de sanki kendini ona karşı pek sevgi dolu hissetmez yaşantısı boyunca.
Eğitimi için babası bir latince hocası tutar. Hoca çok iyi latince bilen ama tek kelime fransızca bilmeyen bir almandır. Ama işin daha da ilginç kısmı evde de kimsenin onunla latince haricinde bir dilde konuşmasına izin vermez. Böylelikle Montaigne fransızcadan önce latinceyi öğrenir. Sonradan gittiği kolejde bu dil yeniden öğretildiğinde, ona dersleri takip etmek hiç de zor gelmeyecektir. İlerleyen dönemde bir kitap kurdu olmasında da muhtemelen latinceye bu hakimiyetinin etkisi olmuştur. Zaten Denemelerinin içerisinde eski dönem filozofları, yazarları, kahramanları sıklıkla çıkar karşımıza.
Okurken, bu satırları yazanın 16. yüzyılda yaşayan bir insan olduğuna inanamaz insan. Montaigne sanki ilk modern insandır ve çağının çok ötesinde değer yargıları vardır. Mesela idama ve işkenceye karşıdır ama bunu mantıksal ve felsefi bir zeminden daha çok, duygusal olarak böyle bir gerçekliğe katlanamadığından savunur. Hayvanlar için de böyledir. Avlanmayı sevmez, ata binmeye dahi hakkı olup olmadığını sorgular kendi içinde (Denemeler Kitabı, Bölüm: Candan Olun ). Yeni dünyadan yerliler ile karşılaştığında ve onların hikayelerini dinlediğinde, barbar olanın kendi medeniyeti, ahlaken bozulmamış olanın ise o dünyanın yaşantısı olduğunu düşünür (Bölüm: Yamyamlık Üstüne). Namusun kıyafetten bağımsız olduğunu, tarihteki Lakedemonyalı kadınları örnek vererek anlatırken ''Namusları, uzun eteksiz yeterince örtüyordu onları'' diye tarif eder (Bölüm: Cinsel Yanımız). Irkçılığa ve bağnazlığa da karşıdır. ''Kendi kazandığımız temiz dostluklar nerede, iklim (coğrafya) ve kan dolayısıyla bağlı olduğumuz dostluklar nerede'' der (Bölüm: Dünya Yurttaşlığı).
Yazıldığı dönemden beri onu okuyanlar satırlarda kendisini bulmuştur. Kimileri şunu bile sormuştur, ''Hakkımda bunca şeyi nereden biliyor?'' Bazıları da insanın kendisine bile kızdığı anlar gibi ona da kızmış, bazen tanrıtanımaz, bazen şehvet düşkünü, bazen de korkak bulmuşlardır.
Hikayesine devam edersek babasının sağlamış olduğu iyi eğitim ve varlık ile maddi kaygı da yaşamadan hayatına devam etmiştir. Yaşamayı sever ve yaşanılan her günün nerede ise kutsanacak bir olay olduğunu düşünür. Belki de bu yüzden gündelik işlerden uzak durmuş, yaşadığı şato ve sahip olduğu bağların sorumluluklarını nerede ise gönülsüzce yerine getirmiştir.
Mevki hırsları olan biri de değildir. Hayattan keyif almayı ve dünyayı tanımayı bunun ötesine koyar. Bir keresinde, yıllarca ıstırabını çekeceği böbrek taşı hastalığını da bahane ederek 17 ay sürecek ve İtalya'ya kadar uzanan ülkeler arası bir seyahate çıkar. Roma'da iken bir mektup alır. Yazılana göre Bordeaux Belediye Başkanı seçilmiştir. Diğer insanların peşinden koştuğu ve entrikalar içerisinde ulaşmaya çalıştığı bu görev onu hiç heyecanlandırmaz, gezisini yarıda bırakmak dahi istemez. Derken 2. mektup ile acele etmesini ve derhal şehre dönmesini talep ederler. O sırada farkında değildir ama Kral bile işin içerisindedir, onun mutlaka bu görevde bulunmasını bekliyordur. İsteksizce ve yolunu mümkün olduğunca uzatarak geri döner ve 4 yıl sürecek görevine başlar.
Yazılarında döneminden pek kimseden bahsetmez. Aile ilişkilerinin de öyle pek şahane olduğu söylenemez. Hayatında kendisine çok yakın gördüğü sadece bir kişi olmuştur. 25 yaşında iken tanıştığı ve sadece 5 yıllık bir süre ile beraber olabildiği arkadaşı La Boetie.
Arkadaşlığı için, ''Onu niçin sevdiğimi soracak olurlarsa, sanıyorum bunu ancak şöyle anlatabilirim; çünkü o, o idi, ben de ben'' der. O dönemlerde aslında arkadaşı La Boetie, Montaigne'den daha ünlü biridir. ''Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev'' adında bir bildiri yazmıştır ki içeriği tarih boyunca zorbaların kitlelere ne kadar kolay egemen olduğunu anlatır. ''Zorbalar tebasını aç bırakıp ihmal ettikçe insanlar onu daha çok sever'' der. Oysa kitleler desteklerini çekecek olsa zorbaların anında güçlerini kaybedeceğini söyler. Bu metin, 20. yüzyıla kadar devrimci metinler içerisinde kullanılmış bir yazıdır. Montaigne de çağının ötesinde düşünen birisi olarak onunla tanışınca muhtemelen zihin dünyasında da mutlu bir dönem yaşamıştır. Bu, yıllar sonra arkadaşını kaybettikten sonra yazdığı bir metinde de görülür.
''Biriyle konuşmadan hiçbir zevkin tadı yok benim için. Aklıma bir tane şen düşünce gelmiyor ki, onu tek başıma düşündüğüme, paylaşacak kimsem olmadığına canım sıkılmasın.''
Muhtemelen bu bahsettiği duygu, La Boetie ile kısa süren arkadaşlıktan sonra hissettiği şeydir. Kısa sürdü çünkü La Boetie bir gün hastalanır, o dönem yaygın olan vebadan şüphelenirler. Yanında Montaigne'i ister. O da arkadaşının yanına gelir. Arkadaşının hastalığı gittikçe şiddetlenir ve 9 gün sonra da ölür. Vebanın kendisine de bulaşabileceği uyarılarına rağmen Montaigne kısa süreler hariç arkadaşının yanından ayrılmaz.
Arkadaşının ölümü onu derinden etkiler. Ama son günlerinde şahit olduğu durumlar sonrasında artık ölümü o kadar da korkutucu bulmaz, bazen çıkış yolu ve huzurun gelişi olarak bile görür. Ve bir insanın son nefesini vermeden nasıl bir hayat yaşadığına ilişkin kesin bir yargı güdülmemesi düşüncesi de muhtemelen bu döneme aittir.
Yazılarında, yaşadığı dönemlerden insanlara pek yer vermese de geçmiş dönemde yaşamış olanları anar. Bazen bilinmeyen kişiler ile de tanıştırır bizi. Mesela bir denemesinde ''Üç Büyük Adam'' başlığında ve kendi görüşüne göre tarihte yaşamış olan 3 önemli kişiyi sıralar. İkisini tanırız. İlki Homeros'tur. Onun kendinden öncekileri taklit etmediği gibi, ondan sonra gelenlerin de onu taklit edemediklerini söyler, yani bir anlamda eşsizdir.
2. sıraya koyduğu kişi Büyük İskender'dir. Yarım insan ömründe başardığı işler toplandığında hiçbir insanın ulaşamayacağı bir yaşa ulaşıldığını belirtir.
3. kişi ise Epaminondas'tır. İlk 2 kişiden sonra gelen bu 3. kişi çoğu okuyucu tarafından bilinmez ama Montaigne onu diğer 2'sinin de üstüne koyar. İyi bir hatip, iyi bir ahlak sahibi, iyi bir savaşçı ama savaşın en ateşli zamanında bile insani yönünü kaybetmeyen birisi olarak yazar. Onu ilk sıraya yerleştirmesinin nedeni muhtemelen yaşadığı dönemdeki iç savaş ve kargaşa ile ilgilidir. Yani savaşların herkesi kör etmesi kaçınılmaz değildir, kişinin insani yönünü koruması -tıpkı kendisininde başarabildiği gibi - böyle zamanlarda bile aslında mümkündür demek ister sanki.
Denemelerinde üzerinde düşünülecek birçok cümle vardır.
''Binlerce örnek de gösteriyor ki dünya çabuk şifa aramaktan hep zarar görür. Halinde genel bir iyileşme olmadıkça, bir an dertten kurtulmak iyileşmek demek değildir.'' (Bölüm: Devrim)
''Mızmız, dırdırcı insanları hiç sevmem, bu adamlar yaşamanın sevinçlerine yan çizer, dertlerle kaynaşırlar, sinekler gibi, cilalı pırıl pırıl yerlerde tutunamazlar, pürüzlü yerlere abanır, oralarda rahat ederler.'' (Bölüm: Dırdırcılar)
''Örnek olsun diye verilen her cezada kanunun yararına ve bireyin zararına bir adaletsizlik vardır.'' (Bölüm: İnsan Tabiatı)
''Vermede nasıl bir üstün olma niteliği varsa, almada da bir boyun eğme vardır. Onun içindir ki 1. Bayazıt (Yıldırım Bayazıt) Timurlenk'in gönderdiği hediyeleri küfürler ederek geri çevirmiş.'' (Bölüm: Kendi Kendisi İle Yetinme)
''Fazla uzun bir barışın dertlerini çekiyoruz, lüks kılıçtan beter eziyor bizi.'' (Bölüm: İyi Amaç Uğruna Kötü Yollar)
''Çok defa başıma gelmiştir. Oyun olsun diye kendi düşüncemin tam tersini savunayım derken kafam o tarafa öylesine kendini vermiş, bağlanmıştır ki, kendi düşüncemi yersiz bulmaya başlayıp bırakmışımdır. Eğildiğim yere sürükleniveriyorum.'' ( Bölüm: İnsan Hali)
''En iyisi gençlerde öğrenme hevesini ve sevgisini uyandırmaktır, yoksa kitap yüklü birer eşek yaparız onları, kırbaç zoruyla bilim dolu bir çanta taşıtıyorlar onlara, oysa bilimi evimizde saklamak yetmez, evlenmek gerekir onunla.'' (Bölüm: Romalı Büyüklüğü)
Aslında yazdıkları yüzyıllar sonra bile alıp okunası şeyler olmasına karşın duygusal anlamda yalnız öldüğü söylenebilir. Ama tıpkı daha önce kendisinin de yazdığı gibi ölüm onun yatalak, hasta ve nerede ise nefes alamaz haline çare olmuş ve huzura kavuşmasına yardım etmiştir. Montaigne 59 yaşında hasta yatağında, yıllardır çektiği böbrek taşı rahatsızlığının yol açtığı enfeksiyon sonucu ölür.
''Denemeler'' kitabını elinize alıp sayfalarını şöyle bir çevirip içerisinden bir bölüm seçip okuduğunuzda ''evet bunu ben de böyle düşünüyorum'' dediğiniz bir çok metin ile karşılaşırsınız. Hatta insan kendisine şunu bile sorabilir.
Hakkımda bunca şeyi nereden biliyor?
.......................................................................
Not: Bu yazıyı yazarken dinlediğim parçalardan biri "Run - Ludovico Einaudi " idi. Yazı, ritmini de sanırım biraz bu parçadan aldı. Dileyenler ekli linkten parçayı dinleyebilir.
https://www.youtube.com/watch?v=jfz-XDWPt-M
İlginizi Çekebilir