© Yeni Arayış

Çin’in yapay zeka destekli eğitim reformu - Türkiye karşılaştırması (5)

Türkiye’nin Çin örneğinden çıkarabileceği en önemli ders, bir reformun başarısının yalnızca hedeflerinin içeriğinde değil, bu hedeflerin sahaya nasıl taşındığında yattığıdır.

Çin ve Türkiye, farklı tarihsel, kültürel ve ekonomik bağlamlardan gelse de, her ikisi de geleceği şekillendirecek nesiller yetiştirme arayışındadır. Çin, teknolojik modernizasyonu merkeze alan veri temelli bir eğitim mimarisi inşa ederken; Türkiye, ahlaki, kültürel ve değer odaklı bir yaklaşımı öncelemektedir.

Eleştiriler ve Etik Tartışmalar

Çin’in yapay zekâ destekli eğitim reformu, küresel ölçekte örnek alınabilecek bir dijital dönüşüm modeli olarak sunulsa da, bu süreç bazı etik ve pedagojik kaygıları da beraberinde getiriyor. Özellikle öğrenci mahremiyetinin korunması, önyargıların yönetimi, veri temelli karar alma süreçlerinin fazla şeffaf olması ve eğitimde insan dokunuşunun giderek azalması gibi konular ciddi tartışmalara konu oluyor.

Öğrencilerin davranışlarının sürekli izlenmesi ve performanslarının algoritmalarla değerlendirilmesi, tüm süreci yeniden tanımlıyor. Örneğin, Çin’de bazı pilot okullarda öğrencilerin dikkat seviyeleri, yüz ifadeleri ve göz hareketleri gibi veriler, sınıf içi kameralar ve yapay zekâ tabanlı analiz sistemleriyle takip ediliyor. Bu veriler öğretmen geribildirimlerine ve karne notlarına yansıtılıyor. Bu durum, öğrenme ortamında sürekli gözetim ve performans baskısına yol açıyor, mahremiyet ile öğrenme özgürlüğü arasındaki dengeyi tartışmalı hale getiriyor. Bu nedenle Çin, reformun yalnızca teknik altyapısını değil, aynı zamanda etik, hukuki ve psikolojik temellerini de eş zamanlı olarak güçlendirme çabası içinde.

Türkiye’de Henüz Karşılaşılmayan Ancak Kaçınılmaz Olasılıklar

Türkiye’de henüz yapay zekâ destekli bireyselleştirilmiş öğrenme sistemleri yaygınlaşmadığı için, Çin’in karşılaştığı türden mahremiyet ve etik krizler doğrudan yaşanmamakta. Ancak bu durum, Türkiye’nin dijitalleşme sürecine hazırlıksız yakalanabileceği ve önleyici etik-politik çerçevelerin henüz oluşturulmamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Türkiye'de öğrenci mahremiyeti tartışmaları daha çok sosyal medya kullanımı ya da sınav verilerinin güvenliği gibi alanlarda sürüyor. Oysa Çin’de olduğu gibi öğrencilerin öğrenme davranışlarının, duygusal tepkilerinin ya da mikro başarı düzeylerinin algoritmalarla anlık olarak analiz edildiği bir sistemin oluşturulması hâlinde, Türkiye'nin de benzer tartışmaların olacağı öngörülebilir.

Veri Kültürü Eksikliği

Bununla birlikte, Türkiye’de eğitim sisteminin bir diğer sorunu, veri temelli karar alma kültürünün zayıf olmasıdır. Eğitime dair kararlar genellikle üst politikabelirleyiciler tarafından ya da sınav başarılarına göre şekillenirken; okullar düzeyinde toplanan öğrenci verileri çoğunlukla sayısal başarı ya da devam-devamsızlık gibi yüzeysel göstergelerle sınırlıdır. Veri gizliliği, şeffaflık ya da yapay zekânın karar alma süreçlerindeki sorumluluğu gibi konular henüz gündeme alınmamıştır. Örneğin, öğrencilerin bireysel öğrenme profilleri, ilgi ve ihtiyaç haritaları, sosyal-duygusal gelişim verileri ya da hız-düzey karşılaştırmalarına dayalı analizler henüz sistematik olarak toplanmamaktadır. Mevcut değerlendirme süreçleri bireysel gözlemlere ya da sınırlı veriye dayalı ilerlemektedir. 

Özetle, Çin'de etik sorunlar teknolojik uygulamanın çok ileri bir seviyeye ulaşmış olması nedeniyle gündemdeyken; Türkiye’de aynı tartışmaların yapılabilmesi için önce dijitalleşmenin belirli bir eşiği geçmesi, ardından etik ve hukukî altyapıların bu dönüşüme paralel olarak inşa edilmesi gerekmektedir. Aksi hâlde Türkiye, dijital dönüşüme geç başladığı gibi, bu dönüşümün sosyal ve insani boyutlarına da hazırlıksız yakalanabilir.

Türkiye’nin Çin örneğinden çıkarabileceği en önemli ders, bir reformun başarısının yalnızca hedeflerinin içeriğinde değil, bu hedeflerin sahaya nasıl taşındığında yattığıdır. Uygulanabilir politikalar, ölçülebilir hedefler, nitelikli öğretmen yetiştirme süreçleri ve kapsamlı dijital okuryazarlık stratejileri bu geçişin temel yapı taşlarını oluşturur. Aksi hâlde, ne kadar iyi yapılandırılmış olursa olsun, ideal düzeyde tanımlanmış müfredatlar bile sahada karşılık bulamaz; söylem düzeyinde kalır.

Her İki Reformun Farklı Eleştiri Noktaları

Her iki model de farklı şekillerde eleştirilmektedir. Çin’in reformu, öğrenci mahremiyeti, önyargılar ve aşırı dijitalleşme gibi etik sorunlar nedeniyle gündemdedir. Öğrencilerin tüm akademik ve davranışsal süreçlerinin algoritmalarla izlenmesi, pedagojik ilişkiyi mekanikleştirme riski taşımaktadır.

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ise özellikle teorik çerçevesinin bütüncül bir pedagojik yaklaşımla temellendirilmemesi, öğrencilerin yaş gelişim düzeylerine uygunluk açısından çeşitli tutarsızlıklar içermesi ve ölçme-değerlendirme süreçleriyle entegrasyonunun henüz netleştirilmemesi gibi nedenlerle eleştiriye açıktır. Özellikle performans temelli değerlendirme, bireysel öğrenme farklılıklarının takibi ve dijital portfolyo gibi çağdaş ölçme araçlarının nasıl uygulanacağına dair yapısal bir yönlendirme eksikliği dikkat çekmektedir. Bu durum, modelin teorik düzeyde güçlü görünmesine rağmen, uygulamanın nasıl işleyeceğine dair önemli bir belirsizlik olduğunu göstermektedir. Özellikle gelişimsel uygunluk ve değerlendirme süreçlerinin ders bazlı yeniden tasarımı yapılmadığı sürece, müfredatın sahada sürdürülebilir biçimde uygulanması mümkün görünmemektedir.

“İnsan Odaklılık” Söyleminin Farklı Anlamları

Çin ve Türkiye, farklı tarihsel, kültürel ve ekonomik bağlamlardan gelse de, her ikisi de geleceği şekillendirecek nesiller yetiştirme arayışındadır. Çin, teknolojik modernizasyonu merkeze alan veri temelli bir eğitim mimarisi inşa ederken; Türkiye, ahlaki, kültürel ve değer odaklı bir yaklaşımı öncelemektedir. Ancak bu “insan odaklılık” vurgusu, her iki ülkede farklı biçimlerde somutlaşmaktadır. Çin’in yaklaşımı daha çok veriye dayalı rasyonel ve sistemik verimlilik üzerinden şekillenirken, Türkiye'nin yaklaşımı değer eğitimi, milli kimlik ve kültürel kodlar üzerinden inşa edilmektedir. 

Bu bağlamda, “insan odaklı eğitim” söylemi iki ülkede de aynı kavramsal çerçeveyi paylaşmamakta; farklı önceliklerle ve araçlarla şekillenmektedir. Farklı ideolojik ve sistematik önceliklere sahip olsalar da, hem Çin hem Türkiye, eğitimi insan odaklı bir gelecek tasarımının temel bileşeni olarak yeniden düşünme çabası içindedir.

Reformun Sahada Karşılık Bulması

Bu bağlamda Türkiye’nin Çin örneğinden çıkarabileceği en önemli ders, bir reformun başarısının yalnızca hedeflerinin içeriğinde değil, bu hedeflerin sahaya nasıl taşındığında yattığıdır. Uygulanabilir politikalar, ölçülebilir hedefler, nitelikli öğretmen yetiştirme süreçleri ve kapsamlı dijital okuryazarlık stratejileri bu geçişin temel yapı taşlarını oluşturur. Aksi hâlde, ne kadar iyi yapılandırılmış olursa olsun, ideal düzeyde tanımlanmış müfredatlar bile sahada karşılık bulamaz; söylem düzeyinde kalır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER