© Yeni Arayış

Bir gece rüyamda gördüm o resmi

‘İlk kurban her zaman halktır. Ve son susan da odur.’

‘Bazı resimler duvara asılmaz, insanın içine asılır.
Her çizgi bir yara, her boşluk bir sessizliktir; kimi resimler yalnızca yaşanır.’

Sabahları ekmek kokusuyla uyanan bir şehir.
Duvarları sarmaşık tutmuş evler.
Çamaşır iplerine asılmış beyaz gömlekler,
sadece kurusunlar diye değil,
gökyüzüyle aralarında bir bağ olsun diye çekilmiş. 

Bir çocuğun ayak sesleri,
bir kadının pencereyi açış biçimi,
bir ihtiyarın taşlara oturup göğe bakışı...
Her şey yerli yerindeydi.

Bakkal sabah gazetesini iki parmakla çevirip rafların tozunu alırdı.
Kuşlar sabah ezanından sonra öter, öğleye doğru susardı.
İnsanlar çok konuşmazdı.
Ama sessizlik korku değildi.
Sükûnetti, güven duygusuydu.
Bir halkın kendi kendine yettiği yerdi Guernica.

Çocuklar at nalı bulunca uğur sayardı.
Kadınlar birbirlerine güzel kokulu sabunlar götürürdü.
Bir bakraç süt, bir kese kuru fasulye, bir söz, bir selam yeterdi dostluğa.

Savaş önce radyoya girdi.
Cümleler biraz daha kısa, sesler biraz daha tedirgin oldu.
Sonra manşetler büyüdü.
Sonra askerler sokağa indi.
Ama insanlar inanmadı.
Savaş hep uzakta olurdu.
Başka şehirlerde.
Tarihte.
Filmlerde.

Onların evinde yer yoktu ölüme.

Ama ölüm geldi.
Ne kapıyı çaldı ne izin istedi.
Sadece gökyüzünü patlattı, taşları kaldırdı, üzerilerine bıraktı.

Ve bir anda resim oldular.
Bir anda çizildi, bir anda eksildiler.

________________

Bir gece rüyamda gördüm o resmi.
Ama resim değildi.
Biz içindeydik.

Sokaklar sarmalanmıştı is kokusuyla.
Gökyüzü, ağzına kadar dolmuştu dumanla.
Toprak nefes almıyordu.
Çocuklarımız ellerimizde yanıyordu.
Taş duvarlar siper olmuyordu hiçbirimize.
Saklanacak yer yoktu.
Ve saklanmak bir seçenek değildi artık.
Çünkü ölüm, gökyüzünden damla damla değil, birden inmişti üstümüze.

‘İlk kurban her zaman halktır.
Ve son susan da odur.’

Kimin sesi vardı o gün?
Kim birini uyarabildi?
Hangi pencere açılırdı dışarıya?
Kapılar kapanmadı, çünkü zaman yetmedi.
Bombalar, hava ile toprak arasında boşluk bırakmadı.

O rüyada yüzler vardı.
Yüzleri olmayan insanlar.
Sadece çığlıklarından tanıdığımız bedenler.

Bir kadın, çocuğunu kucaklamış,
göğe doğru bağırıyordu.
Ama sesi çıkmıyordu.
Ağzından sadece küller dökülüyordu.

Bir başka figür, sadece bir eldi.
Elinde bir ışık vardı.
Bir ampul.
Ama bu ışık, aydınlatmak için değil, yangını daha net göstermek içindi.
Tanık olmak ile hiçbir şey yapamamak arasındaki boşlukta asılıydı her şey.

Ve bir kadın daha.
Yerdeydi.
Yüzü silinmiş gibiydi.
Kalçaları eğilmiş, ayakları ters dönmüş.
Bir ölüden çok, unutulmuştu.
Adı yoktu.
Kiminle yaşadı, kime inandı, neye güvendi bilmiyorduk.
Ama oradaydı.
Bizim kadar canlıydı hâlâ.

Uyanınca korkmadım.
Çünkü bu görüntüler bir uyarı değil, bir hatırlatmaydı.
Hafızanın içinden gelen bir yangın gibi.
Sönmemişti.
Yalnızca konuşulmuyordu.

‘Kimin yaşadığı değil, kimin anlatıldığıdır mesele.’

Sabah, kâğıt aradım.
Çünkü bazı şeyler anlatılamaz.
Yalnızca çizilir.
İnsanın zihnindeki yük dışarı akmazsa, içine çöker.
Ressam değildim ve o kapkara geceyi renklere boyayamazdım. .
Ben de yazdım!

________________

Picasso’nun yaptığı da belki tam olarak buydu.
Guernica’nın bombardımanını duyar duymaz
konuşmadı.
Ellerini kirletti.
Fırçayı aldı.
Ve konuşamayanlar adına çizdi.

O resim, bir siparişti.
Paris’te sergilenecekti.
Ama o, bir tablo değil, bir tanıklıktı.

Çünkü bazı anlar vardır, ne bir kamera girer oraya
ne bir gazeteci.
Sadece bir ressam, bir şair, bir düş gören insan girebilir.

Guernica’daki her çizgi bir çatlak gibidir.
Her bükülmüş beden, sadece öldürülmemiştir.
Çarpıtılmıştır.

Resim 3.5 metre yüksekliğinde, 7.8 metre uzunluğunda.
Göz hizanda değil, üstünde.
Bakmaktan kaçarsan, o sana bakar.
Yüzünü çevirirsen, figürler seni takip eder.

Bir Nazi subayı sergide sorar:
“Bu resmi siz mi yaptınız?”
Picasso döner:
“Hayır. Siz yaptınız.”

Bu cevap sadece bir siyasi duruş değil, bir sanatçının tanıklık sorumluluğudur.
Çünkü Guernica, yalnızca bir tablo değil, bir aynadır.
Yüzyıllık suskunluğun içine açılmış bir delik.

O tabloya bakan herkes, bir şey kaybeder.
Bir inancı, bir rahatlığı, bir körlüğü.

Çünkü Guernica sadece İspanya’ya ait değildir.
Hiroşima’da, Halep’te, Mariupol’de, Gazze’de Türkiye'de kısaca Dünya'da yeniden çizilir.
Aynı şekiller, başka isimlerle.
Aynı ölümler, başka dillerle.

Bugün savaş, gökyüzünden değil ekranlardan iniyor.
İnsanlar ekran başında, canlı bombalamalar izliyor.
Seyirci çok.
Tanık az.
Tanıklık, görmek değil, hatırlamaktır.
Sorumluluk almaktır.

Sanatın buradaki görevi sadece estetik değil, belleği diri tutmaktır.
Çünkü unutan, tekrarlar.
Ve tekrar eden, suç ortağı olur.

‘Bir halk öldüğünde ağıtlar yetmez.
Resim gerekir.
Şiir gerekir.
Hafıza gerekir.’

Guernica bir şehir değil artık.
Bir kelime.
Bir bakış.
Bir soru:
“Sen oradaydın da sustun mu?”

Bir gece rüyamda gördüm o resmi.
Sabahında çizmek (yazmak) zorunda hissettim.
Çünkü anlatılmayan her şey, bir gün bir rüyaya sızar.
Ve uyuyanlar, artık uyanamaz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER